TİMETÜRK | HABER MERKEZİ
Editör Masası
Mart ayında İdlib'i kaybetmesinin ardından Suriye rejimi, kuzeyde hem moral yönünden hem de ordu bütünlüğü yönünden ciddi sıkıntılar yaşamaya başladı. Lazkiye - Hama - İdlib hattı ile bağlantısını büyük oranda kaybeden rejimin son aylarda yaşadığı sıkıntının arkasında oldukça karmaşık bir sebepler manzumesi var. Timetürk Editör Masası, Suriye'nin kuzeyinde yaşanan hakimiyet mücadelesini Şam rejiminin gözünden değerlendirdi.
1) Suriye rejimi Halep'i kuşatmaya bu kadar yaklaşmışken neden başarısız oldu ve Halep'te yeniden 'düğüm savaşı' olarak ifade edilebilecek kör mevzi savaşına dönüldü?
2013 yılının bahar aylarında Kuseyr'i alarak Şam'ın Lübnan bağlantısını, yani hayati lojistik yolunu açan Şii milisler, beklemeksizin Lazkiye - Hama - Hanasır yolu üzerinden Halep'e geçtiler ve muhaliflere karşı psikolojik etkisi askeri etkisinden daha büyük bir saldırı başlattılar. Safira, Cibrin ve Tel Aran üzerinden Halep'in en hakim noktalarından Şeyh Neccar'a yüklenen milisler, 2014 yılının hemen başında Şeyh Neccar'ı düşürdüler ve sonrasında medyada sıkça okuduğumuz 'Suriye rejimi Halep'i kuşattı', 'Suriye rejimi Halep'i kuşatmak üzere' başlıklı haberler gelmeye başladı. Bir kısmı bizzat Suriye rejimi ve İran'a ait propaganda aygıtları tarafından üretilen ve olması istenen olay oluyormuş ya da olmuş gibi yazılan haberlerdi. Ancak Kastillo geçidinin dört kez ciddi şekilde tehdit edildiği ve en son Rityan - Başköy hattından kırılmak üzere olduğu da gerçek. Esasen Suriye rejimi, Halep'e yüklenmeye başladıktan sonra meseleyi bir anlamda gurur meselesi haline getirdi ve 2012'de Suriyeli muhaliflerin yaptığı stratejik hatayı bu kez kendisi yaptı. Muhalifler, 2012 yılında Halep şehir merkezini savunmak için binlerce kayıp verdiler ve Halep'i başta gurur meselesi haline getirdiler. Oysa Halep merkeze girildiğinde henüz çevresi rejim güçlerinden arındırılmış değildi. Kentin kuzeyinde; Tel Rıfat'ta bulunan Minnağ Askeri Havaalanı ve Piyade Okulu bile henüz Suriye rejiminin kontrolündeydi. Bu şartlar altında Halep merkezine düzenlenen saldırı aynı zamanda ciddi bir kuşatılma riskini ve şehir savaşının tehlikelerini bünyesinde barındırıyordu. Nitekim beklendiği gibi de oldu. Üç yönden ağır silahlar ve tanklarla Halep'e saldıran rejim güçleri, Halep'teki durumu dengelemeyi ve tankların artık ilerleyemediği bölgelerde bir mevzi savaşına çevirmeyi başardılar. Bu fotoğraf sayesinde Halep'i tamamen kaybetmediler ve muhaliflere Halep gibi büyük bir güce tamamen hakim olma fırsatı vermediler. Kuseyr sonrası, Halep'i tamamen alarak hem kuzeydeki muhalefeti doğu ve batı yönünde ikiye ayırmayı planlayan rejim hem de Türkiye'den Halep koridoruna uzanan ana ikmal yolunu kesmeyi amaçladı. Bu amaç; bir süre o kadar keskin bir hal aldı ki Halep'in güneydoğusundan kuzeybatısına uzanan geniş bir hatta iki bine yakın Şii milisin ve askerin canına mal oldu. Bununla da kalmadı, Suriyeli muhalifler; gayrinizami yöntemlerle rejimi ciddi şekilde yıprattılar ve Bureyc, Mecbel kavşağı, Millah gibi stratejik bölgelerde yeniden hakimiyet kurdular. Dolayısıyla rejimin Neyrab, Kuveyris, Şeyh Neccar, Azize ve Safira'ya kadar uzanan hatta yeniden mevzi savaşına dönmesi askeri bir gereklilikten çok stratejik bir zorunluluk haline geldi. Saldırı pozisyonunda bulunan rejimin bir yıla yakın bir sürede ele geçirdiği bölgeleri birkaç ayda kaybetmesi, bu stratejik zorunluluğun asıl dayanak noktasıydı.
2) Suriye rejiminin bölgedeki (ülkenin kuzeyindeki) askeri gücü ve etkinliği ne boyutta? Ağır silahlara, topçu ve hava desteğine sahip olmasına rağmen neden askeri anlamda sonuç alamadı?
Suriye rejiminin Hama'da on bini aşkın askeri bulunuyor ve Hama çevresinde ordu bütünlüğü hala korunuyor. Lazkiye'de de durum farklı değil. Hama - Lazkiye hattındaki Suriye Ordusu; topçu desteği, lojistik yolları ve harekat kabiliyeti anlamında neredeyse hiç dokunulmamış durumda. Ancak Hama kırsalı ve Lazkiye kırsalı için aynı şartlardan söz etmek mümkün değil. Morek ve Han Şeyhun arasındaki bölgede muhaliflerin ciddi bir etkinliği var. Bu bölgede Ordu'ya nerede hiç harekat kalanı bırakılmıyor ve rejimin üstünlüğü topçu gücüyle hava desteğine bağlı. Ancak bu desteğin de ne kadar kırılgan oldu rejimin en güçlü Vadi Dayf muhaliflerin eline geçince görüldü. Hamidiye Üssü ve Maarretunnuman bölgesine çöken yoğun sisi fırsata çeviren muhalifler, Suriye'de bugüne kadar muhaliflerin eline geçen en büyük toprak parçasını altı saatte aldılar. Halep ve İdlib'e gelince ise durum iyice karışıyor. Suriye rejimi halihazırda İdlib'in sadece Eriha - Mastume hattına kısmen hakim. Ancak şurası kesin: İdlib'de rejimin hakim olduğu bölgelerde askeri bir bütünlük bulunmadığı gibi lojistik yolu da oldukça kırılgan. Lazkiye kırsalında da Kastel Maaf ve Keseb hattı ile Durin'e uzanan geniş bir bölgede hat savaşı yürütüyorlar ancak ciddi bir sonuç alabilmiş değiller. Cebel-i Türkmen (Türkmen Dağı) ile Cebel-i Ekrad (Kürt Dağı) arasında rejim hakimiyeti oldukça zayıf. Yakın geçmişe kadar Cisreşşuğur yoluna hakim olduğu için bölgedeki varlığını muhafaza eden rejim güçlerinin Keseb'in geri alınması dışında uzun süredir herhangi bir geniş çaplı harekatı söz konusu değil. Ayrıca Türkiye'nin angajman uygulaması nedeniyle hava gücünü de yoğun şekilde kullanamayan rejimin, korumakla övündüğü ordu bütünlüğü kendisi açısından sadra şifa olamıyor. Hakeza Halep kırsalında da Nubbul, Zehra ve Handerat çevresine hakim olan rejim güçleri, Nubbul ve Zehra'da kuşatma altında ve Hanasır üzerinden Hama'ya uzanan karayolu da muhalifler tarafından gelebilecek saldırılardan ötürü istenildiği her an kullanılabilecek durumda değil. Dolayısıyla Safira - Tel Aran ve Şeyh Neccar hattının muhaliflerin eline geçmesi demek Halep'te rejimin elinde sadece dört yönden kuşatma altında tutulan adacıkların kalması anlamına geliyor. Hatta Hanasır yolunun kesin şekilde kapatılmasıyla birlikte Nubbul ve Zehra'dan PYD kontrolündeki Afrin dışında herhangi bir çıkış ihtimali de kalmayacak. Dolayısıyla Suriye Ordusu, ordu bütünlüğünü koruyabildiği yerlerde bu durumu devam ettirebilmek için mümkün olduğunca hareketsiz kalmak zorunda ve gerilla tipi saldırılara karşı gücünü muhafaza etmeye mecbur. Ordu bütünlüğünü koruyamadığı yerlerde ise Şii milislere dayanarak kazandığı üstünlüğü birkaç başarısız saldırının ardından kaybetmiş durumda. Aynı şekilde Hizbullah'ın sahadaki varlığı da muhalifler açısından eskisi kadar korkutucu değil. Çünkü dört yıla yakın süredir devam eden savaş boyunca taraflar birbirlerinin güçlü ve zayıf noktalarını büyük oranda keşfettiler. Kaldı ki Suriye sahasında Nusret Cephesi'nin 'komando' görüntüsü ve yürüttüğü kararlı savaş stratejisinin Hizbullah'ı belli noktalarda mahkum konuma ittiği bile söylenebilir. Zira bombalı araç saldırıları gibi güçlü bir kozu elinde bulunduran Nusret Cephesi, girdiği bölgelerin genelinde ciddi bir 'korkutucu' unsur haline geliyor. Öte yandan Rakka'da rejim varlığı neredeyse IŞİD tarafından sona erdirildi ve Haseke'de PYD gölgesine sığınan Ordu varlığı dışında kuzey büyük oranda Suriye rejimi açısından 'kayıp'.
3) Dört yıldır devam eden savaşın Suriye rejimine ekonomik maliyeti bu kadar yüksek olmasına rağmen neden hala siyasi bir çözüm için herhangi bir irade yok?
Suriye'nin genelinde fiyatlar dört yıldır ciddi bir yükseliş eğilimi gösteriyor. Öte yandan Suriye Lirası da dolar karşısında sürekli değer kaybediyor. Buna rağmen Suriye'de artık hakim ve güçlü bir devletin varlığından bahsetmek mümkün değil ki zaten 'Esed düştü' söylemi de temelde bu argümana dayanıyor. Dolayısıyla bütün bu ekonomik ve politik krizler, zaten mali desteklerle ayakta duran BAAS yönetimi için herhangi bir şey ifade etmiyor. Öte yandan uzun süredir Suriye'nin başkenti Şam'da ipler, tümüyle İran rejimine bağlı üst düzey istihbaratçılarının elinde. Baas Partisi'nin Sünni kökenli kanadında da ciddi rahatsızlık oluşturan bu durum, halihazırda Suriye için belirleyici unsur. Devrimin ilk döneminde Faruk Şara'nın başını çektiği Sünni kökenli kanat bu nedenle siyasi bir çözüm bulunamadığı kanaatinde. Baas Partisi'nin Nusayri kanadı ile Sünni kökenli kanadı arasında ciddi bir güvenlik krizine sebep olan asıl kritik nokta ise devrimin başında Faruk Şara'nın başkan olması üzerinden bir çözüm planının gündeme gelmiş olması. Dolayısıyla Şam rejiminden klasik bir politik çözüm hamlesinin gelmesi mümkün değil. Ekonomik şartlar ne kadar ağırlaşırsa ağırlaşsın İran açısından Suriye vazgeçilmez bir öneme sahip ve kendisi kazanamasa bile Türkiye - Suudi Arabistan - Katar - Ürdün dörtlüsünün de kazanamaması için savaşı kilitlemeyi sürdürecek. Dera'da rejimin yürüttüğü umutsuz savaşa Şii milislerin katılması üzerinden birbirine düşen Siyasi İstihbarat Sorumlusu Rüstem Gazali ve Askeri İstihbarat Sorumlusu Refik Şehade fiili bir kavgaya girişmişti. Hatırlanacağı üzere Rüstem Gazali kavga sonrası hayatını kaybetmiş ve Refik Şehade de görevinden alınmıştı. Son dönemde Suriye'de bütün kontrol merkezlerini Tahran'ın ele almasına karşın Baas rejiminin Sünni kanadının çaresizliği de büyük oranda yukarıda bahsettiğimiz zaruretlerden kaynaklanıyor. Suriye rejimi mali, askeri ve siyasi olarak ayakta tutan İran, artık Şam'da ekonominin de en az savaş kadar belirleyicisi.
4) Suriye rejiminin savaşı askeri yollarla kazanabilme ihtimali var mı? Eğer varsa bunun için nasıl bir güç gerekli?
Dört yılın sonunda ciddi bir askeri düğüm haline gelen Suriye Savaşını Baas rejiminin kazanabilmesi mevcut güç dengeleri içerisinde mümkün görünmüyor. Zira Suriyeli muhaliflerin bütün Suriye'ye yayılmış halde bulunan 100.000 - 120.000 arasında aktif savaşçısı bulunuyor ve her ne kadar eğitim eksikleri olsa da mevcut potansiyel güç ciddi bir anlam ifade ediyor. Öte yandan silah yönünden de muhalifler dört yıl öncesine oldukça gelişmiş durumdalar. Hem rejim güçlerinden sağlam şekilde ele geçirilen tanklar, hem ele geçirilen topçu birliklerinden sökülen ve portatif hale getirilen toplar hem de mühimmat sorununun büyük oranda aşılması muhaliflere özgüven kazandırdı. Nitekim yıllar sonra İdlib şehir merkezine saldırılması hem bu özgüvenin sonucuydu hem de Kuseyr'de kaybedilen psikolojik üstünlüğü geri alma girişimiydi. Kaldı ki bu girişim en azından şimdilik başarıya ulaşmış görünüyor. Suriye rejiminin mevcut cendereden çıkması için Şam kırsalındaki kuşatılma riskini ortadan kaldırması, Cobar, Guta ve Kalemun'da kontrolü tamamen sağladıktan sonra Ürdün yönünde ciddi bir süpürücü harekat başlatması ve peşinden de Humus kırsalından Türkiye sınırına doğru en az bir yıllık bir harekata girişmesi gerekli. Ancak İran'ın başında hem Irak derdi hem de Yemen derdi varken böyle bir asker ve para kaynağını Suriye'ye ayırabilmesi olası değil. Suriye'nin de bu süreçte kendi yağıyla kavrularak böyle bir operasyona girişmesi ancak hayal.
5) Rusya'nın tutumu Suriye rejimini nasıl etkiliyor?
Rusya ve İran'ın, Suriye'de uzlaştıkları tek nokta savaşın devam etmesi. Rusya da İran da Baas rejiminin devamını mümkün görmemekle birlikte, Şam'da dengeli ve uluslararası sisteme entegre bir Sünni güç istemiyorlar. Suriye'de İslamcıların iktidar olması ise Mısır'da İhvan çizgisine benzer bir Sünni bir iktidar istemeyen iki ülke açısından da kabul edilemez görülüyor. Özellikle Lübnan'daki hakimiyeti tamamen Suriye'deki gücüne bağlı olan İran'ın Suriye'de İhvan çizgisinde bir olsa İslamcı bir iktidara tahammül edebilmesi mümkün değil. Zaten tamamen kırmızı çizgilerden ibaret olan İran dış politikasının ana ekseni uzun süredir Sünni İslamcılığın geriletilmesi üzerine kurulu. Yemen'de Islah Partisi'nin Husiler tarafından hedef alınması, Irak'ta Sünni politikacıların bizzat İran destekli Maliki hükümeti tarafından sindirilmiş olması ve halihazırda İran'ın ABD ile birlikte Irak'ta Sünnilere karşı yürüttüğü savaş bir anlamda bu politikanın dışa vurumu oldu. Rusya ise Suriye'nin iç mücadelesinde İran ile herhangi bir ortak paydaya sahip değil. İran'dan farklı olarak Rusya'nın temel meselesi Suriye'nin NATO - ABD eksenine kaymaması. Özellikle Irak tecrübesinin ardından Suriye'nin de ABD tarafından güdülebilir hale gelmesini istemiyor ve bu nedenle Suriye rejimine dönem dönem ihtiyaçlarının tümü karşılamayacak ancak tümüyle de Suriye'yi çaresiz bırakmayacak düzeyde yardım etmekle yetiniyor.
6) Arap dünyası içerisinde neden hiç bir ülke açıkça Suriye rejimini desteklemiyor?
Arap Birliği üyesi ülkelerin neredeyse tümü Suriye rejimi ile kontrollü bir ilişki kurmuş durumda. Muhammed Mursi'ye yapılan darbeden hemen önce Mısır, Suriye rejimi ile bütün ilişkilerini kesmişti ve darbe sonrası Abdulfettah Sisi'nin ilk işi Suriye rejimi ilişkileri yeniden tesis etmek oldu. Bu hamle dışında Suriye rejiminin Arap ülkeleri sağlıklı bir ilişki geliştirmesi olası olmadığı için arkasına Arap coğrafyasının net desteğini alması da mümkün değil. Ürdün, kendi desteklediği muhalif grupları Dera ve çevresinde güçlendirirken, Suudi Arabistan ve Katar da Suriye içerisinde hem insani yardım çalışmaları üzerinden hem de uluslararası dengeler açısından oldukça iyi konumda. Suudi Arabistan ve Ürdün, İhvan karşıtı olmakla birlikte Sünni blokun üyesi ve İran'ın bölgesel politikalarına karşı bir mücadele alanı olarak gördükleri Suriye'den vazgeçip İran'a teslim etmeleri olası görünmüyor. Yemen'de işaretini verdikleri mücadeleyi Türkiye'yi de yanlarına alıp Suriye'ye taşımaları ise kesinlikle gündem dışı değil ve Türkiye'deki seçimlerden sonra Suriye sahasının daha da ısınması ve Suriye'ye yönelik bir 'Kararlılık Fırtınası' operasyonu başlatılması söz konusu olabilir. Bölgenin çok da fark edilmeyen aktörü Katar da hem ekonomik gücü hem de etkin istihbaratı ile operasyonda ciddi rol üstlenebilir. Suriye rejimini fiilen destekliyormuş gibi görünen Lübnan'da ise işler sanılandan daha da karışık ve ülkenin iç siyasetinde Suriye krizi üzerinden ciddi bir tartışma var.
7) ABD'nin Suriye'de yürüttüğü denge siyasetinin Suriye rejimini orta vadede güçlendirmesi mümkün mü?
Suriye krizinin başından bu yana "Esed'siz bir seküler Suriye" planlayan ve Robert Ford üzerinden bu planı uygulamak için elinden geleni yapan ABD'nin Suriye'de karşılaştığı sosyolojik fotoğraf umduğu gibi olmadı. Dolayısıyla İslamcıların bu kadar aktif olduğu ve El Kaide'nin birkaç kat daha büyüdüğü Suriye fotoğrafı, ABD'yi Esed ile müzakere edebileceği noktaya geri geçti. Ne var ki İran'ın da Türkiye'nin de müzakere masasına yanaşmaması ve her ikisinin de Suriye'yi vazgeçilmez olarak görmesi ABD'nin elini kolunu bağlıyor. İran ile yürüttüğü nükleer müzakerelerden vazgeçemeyen ABD, bir yandan da Ortadoğu'daki diplomatik / askeri hakimiyetini sürdürebilmek için Türkiye'ye muhtaç ve Türkiye olmadan askeri anlamda da kolu kanadı kırılabilir. Bu nedenle ABD, Suriye'de denge siyasetini hiç arzu etmese de bir süre daha devam ettirmek zorunda. Görev süresinin bitmesine bir buçuk yıl kalan Obama'nın Ortadoğu'da geniş riskler almasını kimse beklemiyor. Ayrıca Irak krizi, Suriye'den de öncelikli bir dosya olarak Obama'nın önünde varlığını koruyor. ABD, 2003'te saplandığı Irak bataklığından hala çıkamadı ve anlaşılan o ki 2003 yılında ülkenin tek bir mahallesine bile hakim olmayan "düşman İslamcılar" ülkenin neredeyse yarısına hakimken ABD'nin Suriye'yi düşünmek için çok fazla vakti yok. 2011 yılının sonlarından bu yana Suriye'ye silah yağdırdığına dair İran propaganda araçları tarafından yüzlerce haber yapılan ABD'nin Suriye sahasındaki askeri etkinliği de çoktan varlığı ortadan kalkmış gruplara sağladığı anti-tank silahlarından ibaretti. Hal böyleyken ABD'nin Suriye'de rejimi ya da herhangi bir muhalif grubu güçlendirmesi ve savaşın gidişatına ciddi bir tesirinin olması imkansız. Eğit - Donat projesinin de mevcut Suriye fotoğrafında bir etkisi olmayacağı ve sadece 'dostlar alışverişte görsün' tarzı bir çözüm olduğu konusunda neredeyse bütün taraflar hemfikir. Olağanüstü şartlar neticesinde ABD Suriye'ye doğrudan bir askeri müdahalede bulunmazsa ve Esed'in yanında fiilen kara savaşına dahil olmazsa Suriye rejimine güç kazandırması mümkün görünmüyor. Bir anlamda Esed'in de 'IŞİD'i ve Nusra'yı havadan vurmak yeterli değil. Karadan müdahale olmalı' derken kastettiği bu.
8) Suriye rejiminin uluslararası meşruiyet krizini aşmak için IŞİD ve Nusret Cephesi kozuna oynayarak yeniden meşruiyet kazanması mümkün mü?
Suriye rejiminin savaşın başından beri hatta ortada El Kaide yokken kullanmaya başladığı "Teröristler" ve "Bozguncular" gibi ifadeler büyük oranda anlamını kaybetti ve her ne kadar tersi sıklıkla dillendirilse de istihbarat örgütleri, Nusret Cephesi'nin Taliban hareketinin Afgan olduğu kadar Suriyeli olduğunu ve yöntemleri her ne kadar tartışılsa da IŞİD'in de en az Maliki kadar Iraklı olduğunu çok iyi biliyor. Dolayısıyla uzun vadede Nusret Cephesi örgütsel varlığıyla ya da askeri yapılanmasıyla olmasa da kendi kimliğiyle Suriye'De var olmaya devam edecek. IŞİD ise Irak'ta temsil ettiği toplumsal taban kadar var olacak ve farklı yüzlere bürünse de büyük ihtimalle varlığı yer altında ya da yer üstünde sürecek. Yani Suriye rejiminin El Kaide ve IŞİD kartıyla kazanabileceklerin tümü kazanıldı ve iki örgüte karşı da kaybedeceklerinin neredeyse tümünü kaybetti. İki örgütün bahane edilerek Suriye ve Irak'a müdahale edilmesi ise Esed rejiminden bağımsız olarak masada duruyor ve bu müdahale çoktan başladı zaten.
9) Suriye rejiminin PYD ve kuzeydeki Kürt askeri varlığıyla geniş kapsamlı bir ittifaka giderek kazanması mümkün mü?
Suriye rejimi ile PYD arasında düşük yoğunluklu bir eş güdüm olduğu söylenebilir. Ancak Suriye Kürtleri, Suriye devriminin geldiği mevcut noktayı kendileri açısından fırsat olarak değerlendiriyorlar ve kendilerine ait olarak gördükleri toprakları kimseyle paylaşmaya niyetli görünmüyorlar. Her ne kadar Suriye rejimi, 'Rojava bölgesi için özerklik tartışılabilir' gibi çıkışlarla süreci tersine çevirmeye çalışsa da çoktan ölmüş bir vücuda kalp masajı yapmayı andıran bu gibi gecikmiş hamlelerin karşılık bulması pek olası değil. Dolayısıyla Kürtler üzerinden bölgede belli kanalları açık tutması mümkün olan Şam rejiminin kuzeyde yeniden güç kazanmak için PYD'den çok daha fazlasına ihtiyacı var. Ancak Suriye rejiminin ihtiyaç duyduğu hiç bir olası müttefiğin Suriye rejimine ihtiyacı yok.
10) Suriye rejiminin olası bir bölgesel savaşın fitilini ateşleyerek yeniden varlığını teminat altına alması mümkün mü? Örneğin Suriye ya da Hizbullah İsrail'e çok yönlü bir saldırı düzenleyerek yeniden Arap coğrafyası başta olmak üzere İslam ülkeleri nezdinde itibar kazanabilir mi?
1967 yılından bu yana İsrail ile kapsamlı bir mücadeleye girmeyen ve hatta en son 2008'de Türkiye aracılığıyla İsrail'i tanımaya yaklaşan Suriye'nin mevcut dengeler içerisinde İsrail'e saldırması pek olası değil ancak iyice köşeye sıkışırsa bu seçenek söz konusu olabilir. Böylesi bir durumda dahi Suriye rejiminin İsrail'i rahatsız edebilecek füzeleri ateşleyebilmesi büyük bir cesaret istiyor çünkü bu İslam ülkelerinin birkaçını müttefik haline getirebileceği gibi Şam rejimini tamamen ortadan kaldırabilecek çok yönlü hava saldırılarının önünü açabilir ve uluslararası kuruluşlar nezdinde o noktadan sonra Suriye rejimine saldıracak hiçbir devlet 'işgalci' olarak tanımlanmaz. Bu fotoğrafı oldukça iyi bilen Suriye rejiminin böylesi bir hamleyi resmi olarak yapması mümkün değil ancak Suriye savaşının iyice yıprattığı Hizbullah'ın hem Güney Lübnan'dan hem de Golan'dan böylesi bir girişimde bulunmasına izin verebilir. Böylesi bir durumda da zaten hamle beklenilen sonucu vermeyecektir.
10 soruda Suriye rejiminin 'büyük kriz'i
Timetürk Editör Masası, Suriye rejiminin sahada yaşadığı krizi masaya yatırdı ve bölgesel denklem içerisinde oluşan yeni Suriye fotoğrafını değerlendirdi.
10 Yıl Önce Güncellendi
2015-05-13 18:13:33
SON VİDEO HABER
Haber Ara