Dolar

34,5424

Euro

36,0063

Altın

3.006,41

Bist

9.549,89

Mevdudi'nin gözüyle Tebliğ Cemaati

Pakistanlı ünlü alim Ebul Ala Mevdudi'nin 1938'de kaleme aldığı Tebliğ Cemaati ile ilgili düşüncelerini Timeturk.com ziyaretçileri için tercüme ettik...

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-11-01 00:54:01

Mevdudi'nin gözüyle Tebliğ Cemaati
Dr. Nur Muhammed Cuma* / TİMETURK 

 
Arap âlemi, Hindistan ve Türkiye’deki “İslami dirilişe” ne zaman yönelsem farklı bölgelerde kurulmuş tüm cemaatlerin öncü nesilleri arasında akan bir ruh ile karşılaşıyorum. Bu ruh doğruluk, sevgi, kardeşlik, ihlâs, karşılıklı dualaşma ile vasıf kazanıyor. Yalnız zaman, işlerin tek bir tarz üzerine akıp gitmesini engelliyor ve nihayetinde toz (bulutlarını) tüm bu vasıflar üzerini saçıp/savuruyor. İşlerin içerisinden çıkılamayacak bir hal almasına; bazen kabalık, çoğu zamanda yersiz zamansız hareketlerin etkisi altındaki saflarda bulunan cemaatlerin birbirlerini boğazlamasına neden oluyor. Bu acı çatışmaların sahasına bazen (ehil olmayıp da şartların zorlamasıyla) birden liderlik mertebesine gelen üstün/yüce gayelerden uzak liderler girmekte ve cemaate bağlılık taassubu bunlarda ağır basmakta. Bu kuruluşları, her birimizin birer vasıta olarak sahiplendiğini onun ile amaca ulaşabilmek için nefsine kabul ettirdiğini unutuyorlar. Amaç veya hedef hiçbir istisna olmaksızın genelin nazarındaki aynıdır. Bu, Allah (c.c)’ın dinini sağlamlaştırmak, ona davet etmek ve insanları bilgisizliğin ve yoldan çıkmışlığın karanlıklarından iman ve hidayet aydınlığına ulaştırmaktan başka bir şey değildir.
Bu makale - Allah (c.c) rahmet etsin-İmam Mevdudi’ye ait olup, Hindistan ve Pakistan’da Cemaat-i İslamiye’nin sözcüsü “Tercüman-u'l-Kuran” dergisinin sayfalarında Urduca olarak yayınlandı. Makale İslami hareketin öncü nesli içerisindeki sevgi, kardeşlik ve sadakat ruhundan geçenleri tercüme ediyor. Bu makalenin tercümesini, İslam kardeşliği anlayışlarının hesabı üzerine bazen bir yere bağlılık hamasetinin ve grupçuluk ruhunun üzerlerine ağır bastığı genç Müslüman davetçilerin görüşlerine sunuyorum. Ve onlara Hz. Peygamber (a.s.v)’in ve sahabelerin hayatlarından sonra yüce şahsiyetlerin özellikle de Modern dönem “İslami Hareket”in ilk liderinin hayatını okumalarını tavsiye ediyorum. Nitekim erlere benzemek kurtuluş vesilesidir.  
İşte Timeturk.com için Urduca’dan çevirdiğimiz Üstad Mevdudi’nin 1938 yılında kaleme aldığı Tebliğ Cemaati ile ilgili makalesi…
TEBLİĞ CEMAATİ**
Geçtiğimiz recep ayında Hindistan’ın başkenti “Delhi” yakınlarındaki meşhur “Mevat” bölgesini ziyaret etme fırsatı buldum. Muhammed İlyas Kandehlevi’nin liderliği altında tarifsiz bir sükûnet ve sessizliğin içerisinde arka arkaya bölgenin (tüm)görüntüsünü değiştiren bu bölgedeki fışkıran bereketli devrim hikâyesini işitmiştim. Sessiz ıslah devriminin gün yüzüne çıkardığı ürünlerini görmek için şiddetli bir istek ve özlem içerisindeydim.
Gözlerimle şahit olduğum bazı manzaraları ve bu geziden çıkardığım sonuçları davetçiler ve o meçhul askerler ile bu dine hizmet için çalışanlara yol göstermesi; onlardan davet, adanmışlık, başkasını yeğleme ve Allah (c.c)’ın dinine hizmette yok olmuşluklarından dersler öğrenmeleri için “Tercüman-u'l-Kuran” dergisinin okurları önüne sermek istiyorum.
Mevat, “Delhi”, “Elur”, “Curcanu” ve daha başka bölgeleri kuşatan; coğrafi olarak çok geniş alanları kapsayan bir bölgedir.
Gayri resmi sayım sonuçları bölgenin nüfusunun üç milyon altı yüz bin kişiyi geçtiğini işaret ediyor. Kuvvetli tahminler İslam güneşinin bu bölgede Şeyh “Nizameddin Mahbub İlahi” ve ona tabi olanların sergilediği gayretler ile doğduğunu gösteriyor. Fakat maalesef makam ve heves ardında koşturan siyasi liderlikler ve İslami hükümetlerin ihmali sonucunda bu değerli gayretler kayboldu. Bunlar tarafından ilmi, kültürel ve dini seviyenin yükseltilmesi için hiçbir proje ortaya konulmadı. Bu insanlar başkentin sırçadan köşklerinde cahiliye adetleri ve bölgesel geleneklerinden bir karanlık içerisinde bunca geçen uzun senelerden beri yaşıyorlar.
Zamanın geçmesi ile bölgedeki İslami eserler günden güne solmaya başlamış yok olmuş, toprak altında kalmış ve bir zamanlar vardı; ondan ne haber ne de bir eser kalmadı dedirtecek hale gelmiş. Fakat bu insanlar kendilerini Müslüman olarak tanıtıyorlar. Bölgedeki tüm İslami hatlar silinmiş, onu anımsatan hiçbir şey kalmamış hatta Müslümanların isimleri bile İslami örften uzaklaşmış. Kendilerini “Nahrisnic”, “Behub Sench”, “Tuir Davur” diye ve daha başka Müslüman halka uymayan, yakışmayan isimlerle çağırıyorlardı. Tüm genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar geldiğinin de önceki babalarının(atalarının) ilahları ve putlarından miras bıraktıklarına yönelmişler. İslam’a ait ne bir resim ne de bir eser kalmış. Bir tane dahi kelime-i şahadeti telaffuz edebilecek köylü bulamazsın. Namaz ve diğer İslami şiarlara başına gelenleri ise çekinmeden tüm olumsuzlukları  ile söyleyebilirsin. 
Seferi olan birinin bu bölgede namaz vaktine şahit olduğu ve köylerden birinde namaz kılmaya başladığı anlatılır. Etrafında kadın-erkek, yaşlı- genç köy halkı toplanır ve onu izlerler. Kendi aralarında da şöyle derler: Bu yabancıya ne oldu? Neden böyle hareketler yapıyor? Belki de karnı ağrıyordur. Yok.. yok.. Sanki o delirmiş! Şuna bakın kalkıp, oturuyor… Fakat neden bunca şey…?!
İçlerinde her türlü cahiliyete ait resim ve eserlerin olduğunu; toplumlarından pislik ve necaset haykırdığını görürsün. Temizlik ve taharetten hiçbir şey bilmiyorlar. Erkek ve kadınlar utanmaksızın kendi aralarında yarı çıplak bir arada bulunuyorlar. Hırsızlık, yol kesme, dolandırıcılık, yalan, hile, hayâsızlık, fesat ve geri kalmışlıktan aklına gelebilecek her şeyden zorlanmadan bahsedebilirsin. En basit bir söz veya hareket kabileler ve aileler arasında cahiliye günlerinde Arap kabileleri arasındakine benzer kırasıya savaşların çıkmasına sebep olurdu. Tüm bölge, bir hayvan veya kadın sebebiyle hatta sebepsiz yere düşmanlık, kin ve çatışmaların içlerinde kaynadığı kavgacı, birbirine dalaşan küçük köylerden ibaretti. Bölgenin tüm güzellikleri ve Allah (c.c)’ın akıl, beden ve sağlıktan kendilerine ikram ettiği tüm nimetler cehalet ve geri kalmışlık arasında sıkışıp kalmıştı. Bu köylerin halkları bölgede gelişme ve kalkınmanın düşmanları değil aksine tüm bölge ve özellikle civar şehirler için endişe ve kargaşa ortamının kaynağı konumundaydılar. Bu hal öyle bir seviyeye ulaşmıştı ki hükümet yetkilileri sömürü günlerinde İngiliz siyasi ve askeri yönetiminin bu bölgenin güvenini sağlamak veya ıslah etmekten; kültür veya medeniyetten herhangi bir rengin ikamesini gerçekleştirmekten ümitlerini kestiklerini itiraf ediyorlardı.
Şeyh Muhammed İlyas gayretle kollarını sıvada, cehalet ve kör karanlığın birbirleriyle çarpıştığı bu atmosferin tehlikeleri içerisine daldı. Aydınlıklar birbiri ardınca geldi. İnsanları Allah (c.c)’a çağırıyor, hiç kimseden bir karşılık ya da teşekkür beklemiyor ve de Allah (c.c) yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmuyordu. On, on iki sene gibi kısa bir süre zarfında bu cahil halk arasında kelimesinin tam anlamlarıyla bir devrim gerçekleştirebildi.
Şu anda bu bölge halkının çocuklarına edep, ahlak, temiz yaşam ve fıtrat dini için gerekli temel bilgilerin öğretildiği 250 eğiten kurumu var. Bu okullardan mezun olup eğitim hayatına devam etmek isteyen öğrenciler köyde kurulan “Delhi” yakınlarında ki “Nizameddin Mahbub İlahi ” ilahiyat fakültesine kaydolabiliyorlar. Bu fakülte eğitim esasları, İslam terbiyesi, toplumları İslam’a davet ve ıslah sanatı üzerine öğrencilerine kültür ve terbiye eğitimi veriyor bununla beraber onları davet amaçlı uzak köy ve kasabalara gönderiyordu. Fakültenin gayret, çalışanların samimiyet ve ihlâsı bizzat “Miv” halkından âlim ve davetçilerden çok güzel bir gurubun mezun olması ile meyvelerini verdi. Bunlar, gelecekte Allah (c.c)’ın izni ile bölgedeki İslam’ın koruyucuları olacaklar, toplumlarını İslam dini üzerine kalmalarını sağlayacak ve onları İslam’ın yüce eğitimi üzerine eğitecekler.
Bizzat ben davetçilerin cihadı, halkları ıslahları ve Şeyh İlyas’ın liderliği altında verdikleri eğitimin meyvelerine şahit oldum. Bu nedenden dolayı bazı köylerde tek bir çocuk dahi olsa namaz kılmayanları neredeyse bulamazsın… Ezanlar yükseliyor ve kısa bir dönem önce küçük ve büyük baş hayvanların ahırı olarak kullanılan tüm camilerde beş vakit namaz kılınıyor. Yol ortasında herhangi bir köylüyü durdur ve hiçbir Müslüman’ın bilgisizlikle maruz sayılamayacağı temel dini bilgilerde onu sına. Kelime-i tevhidi hatasız bir telaffuzla okuyabildiğini ardından da en basit seviyedeki kişinin anlayabileceği düzeyde gayet açık cümleler ile İslam’ı açıklayabildiğini; İslam’ın beş temel rüknünü inanamayacağın düzeyde gayet kolay ve basit bir şekilde sana sunabildiğini görürsün. Bu toplum içerisinde Hindistan yerel elbiselerini giyen erkek-kadın hiç kimse göremezsin. Herhangi bir kişinin ev veya giysisinde asla pislik bulamazsın!
Tüm bu insanların simalarında eğitim, İslam terbiyesi, yüce ahlak ve üstün davranış eserlerini görürsün. Onlar inanamayacağın bir şekilde üstün İslam Medeniyeti ve yüce ahlaki vasıflara doğru yüceliyorlar. 
Büyük oranda suç, karışıklık ve düşmanlık oranlarında düşüş var. Neredeyse savaş, fesat ve kargaşa oranları yok olmak üzere. Bölge hayal edemeyeceğin şekilde, yeni manaları ile güven ve saadeti tatmış. Bu gerçek, tüm idari yetkili ve yönetim liderlerinin itiraflarıyla haykırmakta. Bu durum bölgenin tüm görüntüsü değişmiş; insanların ahlaklarını temizlemiş ve davranışlarını civar köydekilerin kendilerinden etkilenmeye başladığı bir seviyeye ulaştırmış. İnsanlar önceden olduğu gibi onlara hakaret etmez olmuş aksine gözler onları yüceltir ve ihtiram eder olmuşlar. Onlara güvenmeye ve ilişkiye girmeye başlamışlar.
Kuşkusuz Şeyh İlyas, bu köylü insanlara canlılık, davet, ıslah ve iyiliği emretme kötülükten uzaklaştırma vasıflarını ilham etmiş. Ahlaklarını arındırmış, onları cehalet ve haktan sapmışlığın nişanesi olan kişi konumundan; insanları hidayet ve doğru yola ileten birer davetçi seviyesine yükseltmiş. Onlardan her biri işinden her bulduğu boş vakitlerde uzak köylere hareket ederek insanları Allah (c.c)’a davet eden, dinin temellerini ve öncelikli esaslarını öğreten davet kafilelerinden birine katılıyor. Onların küçük gruplar halinde sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen heyetler halinde hareket ettiklerine şahit olursun. Her biri kendi basit azığını bir köyden diğerine, bir evden başkasına taşıyor; insanlara İslam’ı öğretiyor; dine, dini eğitime ve ahlâki bağlılığa teşvik ediyorlar. Kimseyi kınamıyor, insanları rahatsız etmiyor ve onlardan hiçbir şey talep etmiyorlar. Hiç kimseden davetlerine bir karşılık ya da teşekkür istemiyorlar. Allah (c.c)’a doğru hareket ediyorlar ve de onun rızası dışında hiçbir şey istemiyorlar. Bu nedenden dolayı herhangi bir köyde konakladıklarında davetlerinin insanlar arasında yayıldığını görürsün. İnsanlar gruplar halinde veya tek tek bu davetten etkileniyorlar. Ardından köyün görüntüsü derin bir sessizlik ve sükûnet içerisinde hiçbir kargaşa ve çatışma olmaksızın yavaş yavaş değiştiğini görürsün.
Onlardan şehirlerden köylere, köylerden sahralara, sahralardan dağlık bölge halklarına Allah (c.c)’a davetten başka hiçbir niyet taşımadan yürüyerek kilometrelerce yol kat eden insanlar gördüm. Konakladıkları her mekânda insanların daldıkları derin uykularından uyandıklarına; namaz, ibadet ve ahlâktan İslam’ın şiarlarının onlar içerisinde yayıldığına şahit oldum.
Bu güzel köylü davetçiler ile konuşma fırsatı buldum. Onların davet ve hedefleri ile ilgili sade söylemlerini işittiğimde düşüncelerim Arap ve bedeviler arasındaki Hz. Peygamber (a.s.v) ve davetinin şekillendiği İslam’ın ilk günlerine doğru yol aldı... Gönlümün derinliklerinde İslam’ın doğuş günlerindeki Arap yarımadasını sarsan, o katı/görgüsüz Arapların ellerinden tutarak “Sırat-u'l-Müstakim”e taşıyan, onların içerisinden tarihin akışını değiştiren, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkartan, kulların kulluğundan Allah (c.c)’ın kulluğuna ileten erler yetiştiren dirilişi hissettim. Bu dirilişin ta kendisi, bu sade insanlarda kendini gösteriyordu. Onları derin basitliklerinden ayıltmış, önlerine yol çizmiş ve ellerinden tutarak saadet, liderlik ve hidayet yoluna onları iletmiş.
Okuma yazma bilmeyen bir çiftçi gördüm ve sordum:
— Niçin davet için oradan oraya koşturuyorsunuz?
İçtenlik ve açıklıkla cevap verdi:
—Bizler cehalet ve dalalet içerisinde yaşayan bir topluluk idik. Allah (c.c)’ı tanımıyorduk ve Hz. Peygamber (a.s.v)’den bir şey duymamıştık. Daha sonra bu Şeyh geldi - Allah (c.c)’dan onu korumasını ve kollamasını diliyorum - ve bizleri cehaletin karanlıklarından hidayetin aydınlığına, doğru yola iletti. Ve şu anda Allah (c.c)’ın bizlere verdiği bu nimeti halen karanlıklar içerisindeki diğer kardeşlerimize ulaştırmayı; onları doğru yola iletmeyi arzuluyoruz!
Kalbinin derinliklerinden gelen bu hak kelimeleri duyduğum anda gözyaşlarım akmaya başladı. Evet! Kesinlikle bu ruh, bu aşk, bu hassasiyet, bu düşünce âlemler için hidayet güneşlerini ortaya çıkartan Allah resulünün (a.s.v) ashabında var olanların aynısıydı. Bu onları evlerinden uzak ücra köşelerdeki bölgelere, geniş sahralara çıkartmış. Bu insanlar mal ve canlarını tüm insanlara davetlerini ulaştırmak için feda ediyorlar, Allah (c.c)’a davette hiçbir kınayıcının kınamasından konmuyorlar; insanlardan herhangi bir karşılık ve teşekkür de beklemiyorlar. 
Doğruluk ve ıslahın bu sesi “Mevati“ halkında ırki taassup ve sert kavmi kibri yok etti. Farklı farklı vakit aralıkları ile köylerden birinde genel toplantı olacağı ilan ediliyor ve 20, 25 kişiden oluşan ufak kafileler bu toplantı bölgesine doğru yöneliyorlar. Göz ucuyla 8 ve ya 10 bin insanın aynı mekânda toplandıklarını, dini meseleleri kendi aralarında müzakere ettiklerini ve ek bilgiler öğrenerek, bunları başkalarına öğrettiklerini görürsün. Bu ortamda ne ırkı bir öfke ne de kavmi bir taassuptan bir eser bulunmaz. O ortamdaki her şey kardeşlik, doğruluk, vefakârlık ve imandır. Bu insanlar, eğer bir uzvu şikâyetçi olunsa diğerlerinin de ateş ve baş ağrısı ile rahatsızlık hissettiği bir cesedi oluşturuyorlar!    
Suphanallah... Allah (c.c)’ın bu dinde ilham ettiği ruh, yücelik ve içtenlik şeytanın tüm tuzaklarını yok ediyor! Bir köyden diğerine çıkan bu davet kafileleri sadece davet ve temiz inanç vasıflarını taşımıyorlar; tüm bunların yanı sıra kardeşlik, doğruluk, sevgi ve birlik vasıflarını da üzerlerinde barındırıyorlar. Bu vasıflar geçmiş dönemlerden kalma cahiliye kalıntıları, intikam ve öç alma ruhu, kibir ve büyüklük vasıflarından her şeyi bir bir ortadan kaldırıyor. Bu şekilde birbirini boğazlayan köyler ve artık beşer arasından sayılmayan çok önceleri güç ve kuvvetleri kaybetmiş bu dağınık halk arasında sevgi, üstün ahlaki anlayış, kardeşlik ve birlik ruhu ve doğru iman vasıfları yayılmaya başlıyor.

Bu davet metodu yakın bir gelecekte Allah (c.c)’ın izni ile tarih sayfalarına zafer ve sağlamlık satırları kaydedecek bir kurum veya kuruluşun doğacağını gösteriyor. Kurumsal ve sistemli amel insanlardan büyük bir çoğunluğun bir şiar ve belli bir hedef altında bir araya gelmesi ve herhangi bir liderin sancağı altında topluca hareket etmesinden başka bir şey olabilir mi?
Hatları günden güne daha da belirginleşmeye ve yücelmeye; bağlılarının seviyesi arttıkça, akılları olgunlaşıp ilimleri çoğaldıkça ve din ile ilgili bakış ve anlayışları genişledikçe enginlere doğru yükseldikleri bir durumdur buralarda ortaya çıkanlar.
Bu apaçık sonuç, görkemli manzara, olması neredeyse imkânsız olan ama çok kısa bir süre zarfında gerçekleşen başarı: İhlâs sahibi, tek bir mümin insanın sergilediği gayretin meyvesinden başka bir şey değildir... Bu başarıda ne bir yönetim, ne çok yüklü ekonomiye sahip bir kuruluş, dernek ne de banka yönetim sandıkları yoktu! Hatta bu hareketin ne bir ismi, ne lideri, ne başkanı, ne de bir bakanı vardı… Ne bir gazeteye, ne de bir dergiye sahiplerdi. Onları başkalarından ayıracak bir şiarları ve bayrakları da yoktu. Kendisine tabi olanlara kazandıracağı özel bir durum da söz konusu değildi. Diğer hareket ve cemaatlerde bulma ihtimalin olan herhangi bir belirgin özellikte yok. Hatta seslerini insanlara duyuracak; istedikleri şeye onları çağıracak medyatik sloganları bile yok. Onlarda olan tek şey: Mescidin bir kenarında oturan ve insanları Allah (c.c)’a çağıran sade bir Şeyhten ibaret. Suskunluk, sadelik ve ihlâs; bunlar dışında başka hiçbir şey yok. Bu sade Şeyh, batıya ait gürültülü sloganik üsluplardan ve propagandan da bir şey bilmiyor… O davetini yaymak için, Allah (c.c)’a olan derin sevgisi ve onun rızasını kazanmak uğrundaki adanmışlığı için bunlardan hiçbir şeye hiçbir zaman ihtiyaç duymadı. Sesi, kalbinden diline akar ve kim dinlerse onun kalbine bir serinlik ve esenlik olarak düşer. Sanki o, doğruluk akımlarını sağa sola saçan ve onu her dinleyenin gönlünde “ahiret soğukluğu” sahillerinden başka hiçbir şekilde söndürülemeyeceği “iman sıcaklığı”’nın doğması için aşk ateşini parlattı.    
Tek kişinin, bu insanların sinelerinde bu denli bir patlamayı gerçekleştirmeye güç yetirebilmesini sağlayan yegâne neden işte budur... Bu, sabah akşam yaldızlı propagandalar ve yankılı sloganları ile beşerin kulaklarını tahrip eden medya dünyasında isme ve kimliğe sahip büyük cemaat, görkemli hareket ve dev kuruluşların aciz kaldığı büyük, mübarek bir ameli eksiksizce tamamladı.
Hakikatte bu hareket Şeyh “Ahmed Müceddid es-Serhendi”nin (İmam Rabbani) Hindistan’da kurduğu eşsiz İslami dirilişin devamından başka bir şey değildir. Ondan sonra İngilizler tarafından şehid edilen Şeyh “Ahmed bin İrfan bin Nur eş-Şerif el-Hasani el-Brelvi” bu dirilişe yön verdi… Ve bu gün Allah (c.c) “Muhammed İlyas”ı görevlendirdi; dairenin tekrardan dönmesi ve tekrardan bu dirilişin varlığını yenilemesi için onu başarılı kıldı.  
 
*Pakistanlı Öğretim görevlisi.
 
**Tebliğ Cemaati "Hayatu's Sahabe" ve "Fazailu'l Amal" kitaplarının yazarı Mevlana Muhammed İlyas (1881-1944) tarafından kuruldu. Hindistan'ın Mevat kasabasından başlayan Tebliğ Cemaatinin ilk hedefi, müslüman halkları Hinduizm inançlarından temizlemek ve onlara Sindhi (Milliyetçi Hindular) aktivistlerinin cazip tekliflerine karşı direnç kazandırmaktı. Bugün Türkiye'de de bağlıları bulunan Tebliğ Cemaati, Hint alt kıtasının en etkin cemaatlerinden biridir.
Tercüme: E. Erkam İşcioğlu
 

Haber Ara