Ergenekon, PKK ve Suriye-İran ekseni
Tuhaftır ama Türkiye’nin Ortadoğu siyasetindeki en büyük kozlarından biri de Kürt varlığıdır. Hükümet sahih bir demokrasiyi tesis edecek olan yeni anayasa çalışmalarına hemen başlamalıdır.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-07-28 14:44:31
Uygar Aktaş / TIMETURK
Diyarbakır’daki menfur saldırının ardından bazı gazeteci ve akademisyenler bu saldırı ile Suriye’deki olaylar arasında bir alaka olabileceğini dile getirdi. Haksız da değildiler. Zira Suriye’de olayların ciddi bir hal almasından itibaren Türkiye’de ‘eylemsizlik’ kararına rağmen birçok operasyonun ve eylemin yapılmış olması ister istemez akıllara böyle bir ihtimali getiriyordu. Zira Suriye Mayıs ayı başında PKK uzantısı Demokratik Birlik Partisinin lideri olan Salih Müslim’in Suriye’ye girmesine ve bu partinin Ras-ul Ayn beldesinde bir merasim tertip etmesine izin vermişti. Kaldı ki Suriye basınında yayınlanan bazı makalelerde Türkiye örtülü bir şekilde tehdit ediliyordu. Mesela 14 Temmuzda Hurşit Delli Vatan gazetesinde yayınlanan makalesinde Türkiye’ye PKK üzerinden ima yolu bir tehdit mesajı göndermişti. Suriye yanlısı Lübnan gazetesi Bina’da ise Türkiye’de Suriyeli Âlimler kongresi ile Suriye kurtuluş kongresinin tertib edimesinden duyulan rahatsızlık dile getiriliyor, Suriye’nin bu ihanetin cevabını en sert şekilde en uygun zamanda vereceği ifade ediliyordu. Lakin Diyarbakır saldırısı ile Suriye arasındaki irtibatlandırma esasen Suriye’nin bir zamanlar PKK’nın hamiliğini yapmış olmasından kaynaklanıyor, Suriye’nin eski ilişkilerine dayanarak PKK’yı böyle bir eyleme sokabileceği düşünülüyordu. Buna mukabil Esad rejimi ile ‘ergenekon’ bağlantısı şimdiye kadar hiç sorgulanmıyordu. Esad rejimi ile ‘ ergenekon’ yapılanması ve çevreleri arasında bir bağlantı var mıydı, varsa nasıl bir bağlantıydı bu? Bunlar pek dikkat çekmiyordu. Oysa bu ihtimali gözönüne alarak yapılacak tedkikler, bölgede emre rağmen operasyonların neden sürdürüldüğü ve PKK ile Ergenekon arasında nasıl bir irtibat olduğu suallerine ışık tutacaktı.
* * *
Ergenekona bir şekilde bulaşmış olan bazı ulusalcı çevrelerin canla başla Esad rejimini müdafaa etmeleri hayli dikkat çekmektedir. Bu kesimden bir gurup 25 Haziran’da Antakya’da Esad rejimine destek mitingi tertib etmiş, valiliğin müsaade etmemesi üzerine basın açıklamasıyla yetinmiş, yine aynı kesimden bir başka grup ise 5-9 Temmuz tarihleri arasında Lazkiye-Halep ve Şam’ı kapsayan bir ziyarette bulnmak üzere Suriye’ye gitmiş, orada halka karşı milis güçler olarak görev yapan bazı talebe grupları da dahil olmak üzere bir çok kesimle görüşmeler yapmıştı. Bu kesime ait medya kuruluşlarında ise Suriye olayları tamamen Esad rejiminin ağzıyla veriliyor orada yaşananların baskı ve zulme karşı yapılan bir halk ayaklanması olduğu tamamen gözden kaçırılıyordı. Onlar da tıpkı Esad ve avaneleri gibi Türkiye’ye sığınan mültecilerin terörist gruplar ve onların aileleri olduklarını iddia ediyorlardı. Onlara göre Esad rejimine verilen bu desteğin sebebi ise Suriye’nin bir ABD-NATO komplosuyla karşı karşıya kalması ve ülkenin bu komplo çerçevesinde bölünmek istenmesiydi. Oysa ABD ve Batı’nın bu ülkeye yaptıkları baskının rejimi yıkmak değil bilakis bir takım tadilatlarla muhafaza etmek amacıyla yapıldığı gayet açıktı. ABD en azından şu ana kadar Esad’ın iktidarda kalmasından yanaydı.
Ergenekon zihniyetine sahip bu kesimin Esad rejimini bu kadar korumaya kalkmasının sebebi acaba halk devrimi halinde bazı ümitlerin tamamen kaybedilmesi ve iki taraf arasındaki muhtemel kirli ilişkilerin ortaya çıkmasından duyulan endişe olabilir miydi? Ergenekon ve diğer darbe girişimlerini soruşturan savcılar bu darbe girişimlerinin uluslararası boyutu üzerinde durdular mı? Basında da şimdiye kadar bu hususta ciddi bir şey yayınlanmadı. Oysa iddianeme de yer alan örgütlenmeler, darbe hazırlığı olarak kurulan sivil toplum kuruluşları, kitlesel mitingler, mafyadan hukukçulara, medyaya hatta siyasilere kadar birçok kesimin aynı yelpazede yer alması söz konusu darbelerin kalıcı olarak planlandığını ortaya koymaktadır. Daha önceki darbeler Türkiye’nin Batı blokunda yer alması sebebiyle kısa ömürlü olmuş her darbe 1-2 sene sonra yerini sivillere terk etmek zorunda kalmıştı. Yapılacak normal bir darbenin de belli bir süre sonra çekilmek zorunda kalacağı ve halkın yapılacak seçimlerde yeniden darbe karşıtı bir tercihte bulunacağı gün gibi aşikârdı. Böyle bir durumda yapılması gereken kalıcı darbe için gerekli olan uluslararası zeminin oluşturulmasıydı. Yıllardan beri ABD-NATO-Batı blokuna karşı Avrasya bloku yönünde propaganda yapan bu kesim, kalıcı bir darbe için bu bloka yakın olan Suriye-İran eksenine dâhil olmak istemiş olabilir miydi? Zira bu durumda bütün tarafların büyük kazançlar elde edeceği ortadaydı.
1- Türkiye’de seçim yoluyla asla iktidar yüzü göremeyecek olan Kemalist zihniyet kalıcı bir iktidar şansı bulacaktı
2- İktidarını % 5’lik bir azınlığa dayandıran ve sebeple de her an devrilme tehlikesi yaşayan Esad rejimi kendini daha fazla güvenceye alacaktı
3- Türkiye’deki bir darbeyle beraber İran batıdan gelecek tehdit ve saldırıdan korunmuş olacaktı.
4- Üç rejim de Kürt meselesini kendi kontrolleri altına alacaktı.
Bunlar bilhassa Suriye ve İran açısından rejimin bekasına taalluk eden kazançlardı. Bunun dışında Lübnan, Irak, Yemen ve Filistin’de önemli kazançlar sağlanabilecek, bölgenin enerji havzalarının ve geçiş yollarının kontrolü hususunda da büyük bir adım atılmış olacaktı.
* * *
Türkiye’de gerek 28 Şubat döneminde Ege Ordu Komutanı Doğu Aktulga’nın komutasındaki Batı Çalışma Grubu’nun hazırladığı iddia edilen raporda Ordu ile yargı başta olmak üzere devlet kademelerinden dindarların tasfiye edilmesi ve belli bir mezhep mensuplarının yerleştirilmesi fikrinin işlenmesi, 2000’li yılların başında ‘Anadolu İslamı’ adlı bir projenin devreye sokulmaya çalışılması belki de Kemalist cenah ile Esad rejimi arasındaki ilk yakınlaşma işaretleriydi.
Lakin AK-Parti iktidarı ile birlikte bilhassa 2004 yılından itibaren iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi, ortak anlaşmalar yapılması, vize zorunluluğunun kaldırılması ve ortak bakanlar kurulu toplantıları tertib edilmesiyle birlikte Suriye hem artık tehdit olmaktan çıkarıldı hem de Suriye’nin gerek Hatay meselesindeki tutumu gerek PKK ile olan ilişkileri gözardı edildi. Mesela bu tarihlerde Ergenekon ile bağı, alakası bulunan veya ona yakın olan kesimlerden sivil-asker kimler Suriye’yi ziyaret etti? Adana mutabakatı çerçevesinde yılda iki defa yapılan toplantılara katılan subaylar arasında Ergenekon davasında yargılanan var mıdır? Varsa bunlar kimlerdir? Uzun yıllardır Şam’da yaşayan ve ulusalcı bir kanalın ortadoğu temsilcisi olan Antakya’lı bir zatın – ki Doğu Konferansları ziyaretlerinde Şam’da bulunduğumuz dönemde bu zatın Suriye muhaberatının Liva İskenderun masasında çalıştığı bize söylenmişti – 2007 yılında Esad’ın mütercimliğine getirilmesinin sebebi neydi? Bu dönemde ulusalcı çevrelerden kimler Suriye’yi ziyaret etti? Orada kimlerle görüşüldü? Konferanslara katılmak adı altında hangi ulusalcı siyasi partinin yöneticileri bu ülkeyi ziyaret etti? Bu mütercim neden Ergenekon’un üçüncü tutuklama dalgasından sonra alelacele mütercimlikten alındı? Kendisi irtibat vazifesi mi görüyordu? Bu görevlendirme ‘beklenen darbeye’ bir hazırlık mıydı? Türk hükümeti ile Suriye arasında görünürde bu kadar yakın ilişkiler kurulmuşken, Esad ile aynı meşrebin mensubu olan ve kendini Suriye’ye yakın hisseden Hatay’lı belli bir zümre neden Cumhuriyet mitinglerine kitlesel katılımda bulundu? Bu hususta Şam’dan bir işaret mi gelmişti? Bu sualler daha da çoğaltılabilir.
Velhasıl Esad Türkiye’de darbe hazırlığı yapıldığını biliyor ve bunu bekliyordu. Bu bilgiyi de darbe hazırlığı yapan çevrenin içinde bulunanlardan bizzat almış olması kuvvetle muhtemeldi.
İşte bugün Ergenekoncu çevrenin Esad rejimini böyle canla başla savunmaya çalışmasını belki de bu şekilde okumak gerekmektedir. Esad rejiminin devrilmesi hem bu muhtemel ilişkilerin ortaya çıkmasını sağlayacak, hem de kalıcı darbe umudu ebediyen kaybedilmiş olacaktı. Ayrıca Suriye’nin (Velid Muallim’in) Türkiye Büyükelçisini çağırarak terslemesi, sefaretin basılması ve bayrağın indirilmeye çalışılması ve basın üzerinden hem Başbakan Erdoğan’a ağır hakaretlerde bulunulması hem de Türkiye’nin tehdit edilmesi belki de Türkiye’de ki malum çevrelerle kurulan dayanışmanın verdiği cesaretten kaynaklanıyordu? Eylemsizlik döneminde emre rağmen bazı bölgelerde operasyonlara gidilmesi ve çatışma alanlarının yaratılması sadece PKK-Suriye değil aynı zamanda Suriye-Ergenekon bağı çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Diğer yandan Irak içinde Kürt gruplara karşı operasyon başlatan İran bu hamleyle aslında malum medya üzerinden Türk kamuoyunu etkileyerek Türkiye’yi de benzer bir operasyona sürüklemek istemektedir. Ergenekoncu çevrenin İran’ı örnek göstererek aynı talepte bulunması bu bakımdan gayet manidardır.
Ayrıca Suriye ve İran’ın Diyarbakır’daki menfur saldırıyı gerçekleştirdiği söylenen ve Ergenekonla ilişkili olduğu iddia edilen Cemil Bayık ve Ankara grubunun bu siyaseti üzerinde ne gibi bir rolü bulunmaktadır? Barışa nispeten daha yakın duran Öcalan, Suriye-İran ve Ergenekon ekseni tarafından mı tasfiye edilmek istenmektedir. Öcalan sonrası dönemde tesis edilmiş görünen Ergenekon-Suriye-İran ittifakı PKK’ya ne gibi bir bölgesel rol biçmiştir? NATO’nun Diyarbakır saldırısını kınaması ve bunun bir ilk olması belki de bu gözle okunmalıdır.
Hükümet Suriye’de yaşanan gelişmeleri değerlendirirken işte Esad rejiminin bu yönünü göz önünde bulundurmalıdır. Zira Esad rejiminin kalması, hem Türkiye’de darbe ihtimali ve umudunu hep canlı tutacak hem de Kürt yarasını daha da çok kanatacaktır. Bu yaranın daha fazla kanamaması için açılım bütün hızıyla devam etmeli ayrıca Müfid Yüksel ve Salih Tuna’nın dile getirdiği gibi Türkiye hem Suriye’deki vatansız statüsündeki Kürtlere vatandaşlık hakkı tanımalı hem de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürt medreselerini ihya etmelidir. Türkiye’nin bugün Ortadoğu’ya açılmasının önündeki en büyük engel ‘Kürt meselesidir’. Tuhaftır ama Türkiye’nin Ortadoğu siyasetindeki en büyük kozlarından biri de Kürt varlığıdır. Hükümet sahih bir demokrasiyi tesis edecek olan yeni anayasa çalışmalarına hemen başlamalı, cemaatler ve sivil toplum kuruluşları ise Türk ve Kürt arasında bir ‘ruh ve misyon’ birliği tesis etmeye çalışmalıdır. Bu ‘ruh ve misyon’ birliği aslında – laisistleşenler hariç- iki tarafta da kaimdir. Belki küllenmiştir ama kısık da olsa hâlâ yanmaktadır.
* Not: Hükümet Suriye’den kendisine gelebilecek muhtemel tehlikeler çerçevesinde alması gereken ama son beş yıl zarfında ihmal ettiği tedbirleri de bir an evvel almalıdır. Antakya’daki çadırkentleri ziyarete gittiğimizde uğradığımız sınır köyü sakinleri bize sınır boyundaki köylerin muhtarlarının Suriye muhaberatına çalıştıklarını İdlib İstihbarat Şube başkanı Tuğgeneral Navfal Ali’den talimat aldıklarını ve bu talimatlar mucibince gelen mültecilere kötü davrandıkları, onları geri dönmeye zorladıklarını hatta uzun yıllar boyunca birçok PKK’lının da bu kişiler tarafından Türkiye tarafına geçirildiğini anlatmışlardı.
SON VİDEO HABER
Haber Ara