Jeff Sparrow*
Oslo’daki katliam dikkatleri, Anders Breivik’in manifestosunun büyük kısmını kes-yapıştır yöntemiyle oluşturduğu İslamofobik blogosferin zehirli etkisine çevirdi. Fakat şunu unutmamak önemli: Aşırı sağcı bloglar, nefreti yaymaktan daha fazlasını yapıyor –blogosferle birlikte Müslüman karşıtı bağnazlığın demagogları, radikal popülizmi kuşatan geleneksel sorunların bazılarını çözen örgütsel bir şekil buldu.
Tarihsel olarak ırkçı sağ, arada kalmış toplumsal kesimlerden, sanayileşmiş toplumun ana sınıflarının arasında huzursuzca duran tabakadan oluşur. Sözgelimi klasik faşizmin temelinde, aynı anda hem büyük sermayeden nefret eden hem de zorlukla kazandığı ufak çaplı ekonomik güvenceleri kaybetmekten korkan bireyler vardı. Esnaf, meslek sahipleri, küçük işletme sahipleri, bürokratlar, emekliler, işsizler: Bankalar tarafından kazıklandıklarının bilincinde, ama semtlerine akın eden göçmenlere de diş bileyen insanlar. Radikal popülizmin (bir yandan Wall Street’e veriştirip bir yandan kültürel Marksizme çatan) karakteristik ‘iki yüzü’ destekçilerinin aşağıyla yukarısı arasında sıkıştırıldıkları ve önlerinde bariz bir çözüm olmadığı hissiyatını yansıtır.
Irkçı popülist gruplar
Bunun anlamı şu: Radikal sağın destekçileri, genellikle toplumun en atomize (birbirinden ayrık) unsurlarıdır. İki küçük iş sahibi arasında doğal bir dayanışma bağı yoktur (tam tersine rekabet halindedirler), hele küçük bir işadamıyla sınıfın en aşağısındaki bir fabrika arasında hiçbir bağ yoktur. Öyleyse bu yüzer gezer kitleyi, ortak bir uyumsuzluk hissiyatından başta hiçbir belirgin kolektifliği olmayan insanları nasıl bir araya getirip örgütlersiniz?
Geleneksel cevap siyasi faaliyetle örgütlemektir, ki bu kendi içinde gündelik varoluşun umutsuz izolasyonuyla tezat barındırır. Hitler’in kitleleri ‘küçük, zavallı bireyin içindeki gurur inancını ateşlemek, ona değersiz bir kurtçuk değil, devasa bir ejderhanın parçası olduğunu hissettirmek’ konusunda kitlesel gösterilerin nasıl işe yaradığına dair yazıları meşhurdur. Klasik faşizm için mitingler, yürüyüşler ve sokak şiddeti, hareketin reklamını yapmakla kalmamış, destekçilere büyük bir maceraya katıldıkları yönünde ortak bir hissiyat da kazandırmıştır. Bununla birlikte tam da popülizmin güçlenmesinden dolayı örgütleri bir arada tutmanın, aşırı sağ için daima zor olduğu görülmüştür. O sebeple ırkçı popülist gruplar tipik olarak karizmatik ve otoriter bir liderin, yandaşları iradenin gücüyle hizada tutabilen tek bir şahsiyetin etrafında toplanırlar. Sonrasında hızla büyür ve akabinde büyük bir patlamayla göçerler, zira pek çok yandaş kendisinin de ‘führer’ olabileceğine kanaat getirir. İşte bu nedenle blogosfer çok mühim.
Sokaklardan sanal ortama
Blogların, yandaşlara gerçek kontrol vermeksizin siyasi bir projenin sahibi oldukları duygusunu vermeleri bakımından benzeri yok. Başka bir deyişle bloglar, aynı anda hem katılımcı hem de anti-demokratik mecralar. O nedenle büyük İslamofobik blogların takipçilerine sadece fikir değil, tecrübe de sunan yerler olarak anlaşılması gerekir.
Neticede internet üzerinden siyasi faaliyet yürütmek, geleneksel bir örgüt içinde yer almaktan çok daha kolay. ‘Cihat karşıtı’ bir sitenin ilgili bölümüne gönderebileceğiniz yorumların sınırı yok: Koltuğunuzdan bile kalkmadan bütün günü Obama’nın doğum belgesinin sahteliği üzerine ahkâm keserek geçirebilirsiniz. Kendinizi hızla, diğer üyeleri tanıdığınız ve onlar tarafından tanındığımız bir cemaatin parçası olarak bulursunuz. Bu katılım üzerinden de heyecan verici ve mânâlı bir yeni kimlik imal edebilirsiniz.
Gerçek hayatta bir kenara atılmış, acz içindeki varoluşundan dolayı kahrolan emekli bir dişçi olabilirsiniz; Michelle Malkin’in sitesindeyse ‘Uluejderha55’, İslam Balyozu ve etkin bir cihat karşıtısınızdır.
Büyük siteler, periyodik olarak blog savaşları ve başka internet kampanyaları açıyor. Bu, takipçilerini kadro haline getirmesine yarıyor. Geçmişte aşırı sağ safına kattığı insanları, sol ile kanlı sokak savaşlarına sürerdi; bugünse silah arkadaşlarınızla birlikte ilerici bir siteyi çökertme harekâtında hünerlerinizi sergileyebilirsiniz.
Bununla birlikte bloglar katılımı mümkün hale getirirken, demokrasiye ihtiyaç duymuyor. Gerçek hayatta bir siyasi örgüt kurduğunuz anda, kararların nasıl alınacağı sorusu muhakkak sorulacaktır (seçimler, kongreler vs.). Bu da kaçınılmaz olarak Hitler rolünü kimin alacağı, Almanya’nın da kim olacağı gibi netameli bir meseleyi gündeme getirir.
Blogosferdeyse durum farklı. En popüler siteler, çekim merkezi olan tek bir kişi etrafında kuruluyor ve onun herkesin takip edeceği siyasi çizgiyi belirleme rolü kabul ediliyor. Sağcı bir blog topluluğu, sağcı bir örgütten çok daha istikrarlı olabiliyor, zira internet üzerinde yukarıdan aşağı liderliğin yapısı tam bir kesinlik taşıyor. Dahası, blogosferdeki anonimlik aşırı sağ için faydalı olan bir söylem kızışmasını teşvik ediyor.
Siyasi bir mitinge katıldığınızda, göçmenleri kamplara tıkma arzunuzu bağırarak ifade etmek üzerine iki kez düşünebilirsiniz, zira kendinizi komşularınıza izah etmek zorunda kalacağınızdan korkarsınız. Fakat ‘Kuzeylisavaşçı’ olarak, bu tür sınırlamalar hissetmenize gerek yoktur ve kendinizi ifade edebilirsiniz.
Bu da internet üzerinden yürütülen siyasette belli bir gerçekdışılık olduğu anlamına geliyor: Sözgelimi ‘Thor’un Gazabı’ mahlasıyla yazılar yazan yorumcunun, bir dazlak veya özel kuvvetler mensubu kadar öfkeli bir dede olma ihtimali de var.
Velhasıl Oslo, internet üzerindeki İslamofobinin aşırılığından alınan cesaretin nasıl bir çılgınlığa yol açabileceğini gösterdi. Sözgelimi ‘Atlas Silkiniyor’ sitesini ziyaret ettiğinizde, site sahibi Pamela Geller’ın istek üzerine halisünasyonlar gördüğü izlenimine kapılabilirsiniz. Onun dünyasında Obama, sadece bir Müslüman değil: Hem Malcolm X’in hem de kafayı bulmuş fahişelerle evlilikdışı ilişki kuran uyuşturucu bağımlısı Kenyalı bir mücahidin gizli oğlu.
Breivik’in bir bilge, manifestosunda kapsamlı alıntılar yaptığı bir otorite olarak selamladığı kişiyse Geller’den başkası değil.
Aşırı sağın örgütleri büyüyor ama hâlâ nispeten küçükler. Fakat İslamofobik blogosfer dünyanın dört bir yanına yayılıyor; bütün öfkeli esnafa ırkçı savaşa ve yaklaşan şeriata dair en uç fanteziler içinde demlenme imkânı veren bir ağ sağlıyor –mesele, sadece yazılanların okunmasından ibaret değil, bu insanlar bu tür görüşlerin sorgusuz sualsiz kabul edildiği bin topluluğa dahil oluyor.
İşsizlik ve sosyal çözülme
Burada en önemli husus şu: Sol’un İslamofobi’yi ciddiye alması lazım. Her taşın altında Müslümanları bulan kaçıklarla dalga geçmek kolay. Fakat İslam karşıtı hissiyat, hızla aşırı sağın 20. asrın başındaki anti-Semitizmle yapısal benzerlik taşıyan önemli bir dayanağı haline geliyor.
İtidal telkin etmek ve John Stewart gibilere ateşli söylemlerini yumuşatma çağrısı yapmak da faydasız. Sağcı popülizm güçleniyor, çünkü köşeye sıkıştıklarını düşünenlere hitap ediyor. Kemer sıkma ve ekonomik kriz ikliminde birçok insan kendini güvende hissetmiyor, zaten hissetmemeliler de... İslamofobikler, iş kayıpları ve toplumsal çözülmeye dair gerçek güvensizliklerini, halifeden gelen hayali tehditlere kanalize ediyor.
Bu açıdan bakıldığında aşırı sağın büyümesi, ‘sol’un sadece internette değil, gerçek dünyada da başarısızlığın daimi hatırlatıcısı görevi görüyor. Eğer çözümler ortaya koymazsak, kendi çözümünü ortaya koyan bir Anders Breivik daima olacaktır.
*Overland dergisinin yayın yönetmeni, yazar, 29-31 Temmuz 2011)
Kaynak: Radikal
İslamofobi ve internet
İnternet üzerinden siyasi faaliyet yürütmek, artık geleneksel bir örgütte yer almaktan daha kolay. Koltuğunuzdan bile kalkmadan, tüm günü Obama'yla ilgili ahkâm keserek geçirebilirsiniz.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-08-05 11:18:49
SON VİDEO HABER
Haber Ara