Dolar

32,3668

Euro

34,9731

Altın

2.326,11

Bist

9.089,43

Emek - sermaye ilişkisine İslami bir bakış

Emek-Sermaye bölüşümünde İslam'ın hükmü nedir? İşçinin hakkı alnının teri kurumadan verilecek ama nasıl? Emeğin hakkı hangi ölçüye göre belirlenecek? “Bir kişiye tam dokuz dokuz kişiye bir pul” düzeninin ürettiği ekonomik ve sosyal adaletsizlik nasıl giderilecek? Kapitalızm-Sosyalizm sarkacında başı dönen insanlığa İslam hangi çareyi sunuyor?

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-05-13 09:19:55

Emek - sermaye ilişkisine İslami bir bakış


Eğitimci Yazar Hasan Köse, bu sorulara İslam'ın iktisat ilkelerinden yola çıkarak, farklı bir bakış açısı ile cevap veriyor.
Kitaba "Allah Emekten Yanadır" ismini vermekle, sunduğu reçeteyi baştan ortaya koymuş oluyor. Köse'ye göre, Emek-Sermaye çatışmasını çözmenin formülü; YARICILIK! Bir adım ötesi, işçi ile patronun yaşam standardının eşitlenmesi. Hasan Köse ile "Yarıcılık" sistemini ve günümüz şartlarında nasıl uygulanabileceğini konuştuk.

Allah neden emekten yanadır? Bu tespiti neye dayandırıyorsunuz?

Allah da zayıftan yanadır, emekle sermeye, emekçi ile işveren arasında emek zayıftır. Şarî zayıftan yana olunca şeriatta/hukuk zayıftan yanadır, değilse yasa olabilir ancak hukuk değildir. Kamu zayıftan yana konuşlanmak zorundadır, güçlüler zaten başının çaresine bakar. Bir hadis-i kutside Azizül Mütakim olan Allah; "…Emeğinden tam yararlandığı halde, hakkını tastamam ödemeyenlerin mahşer günü hasmı bizzat benim" buyuruyor. Nahl Suresi 71. Ayeti kerimede " …hizmet alanlardan hizmet edenlerini kendi yaşam standartlarına eşitlemeye çalışmayanların Allah'ın nimetlerine inkârcı olduklarını…" söylüyor. Üç bin iki yüz yıldır Tevrat, "ırgatın ücretinden kesen kan dokuyor", iki bin yıldır incil "…çalışanın ücreti bir lütuf değil, ancak hakkıdır" diyor. Buna inanmamız için daha ne olsun?

Bu kitap hangi ihtiyaçtan doğdu? Hangi boşluğu doldurmayı hedefliyor?

Bu gün gezegenimize egemen olan ekonomik ve sosyal modeller 1 milyar 100 milyon insanın her gün yatağına aç girmesini önleyemiyor/önlemiyor. Mülk ve servet sahiplerinin ihtirasları ve korkuları nedeniyle savaş ve kan eksik olmuyor. Egemen ekonomik, sosyal ve siyasal modeller içinden baktığımızda ise açlığın, yoksulluğun, işsizliğin ve haksızlıkların önlenebileceği bir çıkış görünmüyor. Bilakis bu sistemlerin varlığı belli oranlarda bu sorunların devamıyla mümkün oluyor. Mülkün ve istihsal fazlasının bir zümrenin elinde olması sorundur ve tüm sorunların da kaynağıdır. Bunun özel mülk ya da kamu olması sonucu değiştirmiyor/değiştirmedi. İslam'ın yüz yıl gibi kısa bir sürede mağripte İspanyadan, maşrıkta Çine kadar yayılabilmiş oluşunu kılıca bağlamak bağnazlığın ve kısa akıllılığın ötesinde hasmanedir. İşin kötüsü Müslümanlardan birçoğu da bunu yutmuştur. Oysa bu bakış; İslam'ın taşıdığı iktisadi, sosyal, siyasal ve hukuki ilkeleri göz ardı etmektedir. Bu kitap aya ve yıldızlara işaret eden bir çocuğun parmağıdır o kadar.

İslam Ekonomisi modeli mi teklif ediyorsunuz?


İslam bir ekonomik model önermez veya İslam'dan yola çıkılarak değişmez bir ekonomik model üretilemez. İslam nasıl ki karşılaştığı insanları hangi yaş ve durumda olursa olsun devir alıyor ve ıslah ediyorsa, toplumları, sosyal ve ekonomik sistemleri ve modelleri de böyle teslim alır ve ıslah eder. Onun her şeyini kökten değiştirmez, tabilik, fıtrilik, ahlakilik, aklilik -rasyonellik değil- hukukilik, örfilik ve estetik gibi ilkeler üzerinden müdahale eder ve ıslah eder. Dolayısıyla İslam muhatap olduğu her topluma farklı tecelli eder. Her tecellisinden farklı bir model ortaya çıkacağından İslam'ın bir ekonomik modelinden değil modellerinden söz etmeliyiz. Başka bir ifadeyle İslam, insanlığın çağlar ötesinden çok farklı coğrafyalarda üretilmiş tecrübelerinden süzülüp gelen her değeri asla israf etmeden saygıyla teslim alıp her seferinde aynı prensiplerle işleyip, ıslah ve imar etmenin akışı olmuştur. Bu prensipler aslında her salim akıl tarafından bilinebilir, fakat nefislerimize ağır geldiği ve insani zaaflardan dolayı adını koyup peşine düşmüyoruz.

Yarıcılık için "İslam'ın Kayıp Hükmü" diyorsunuz. Yarıcılık nedir , ne zaman ve nasıl koybuldu?

İslam'ın hüküm kaynaklarını beyani, örfi ve akli olarak üç temelde ifade edebiliriz. Beyani hükümler; Kur'an, Sünnet ve bu temelde içtihatlardır. Yarıcılığı Hz Peygamber, Müslim ve Gayrimüslimler uyguluyordu. Bu konuda Kuran'da emr edici açık bir hüküm bulunması gerekmez. Buna takriri vahiy diyebiliriz. Bu en az sabah namazının iki, akşam namazının üç rekât olması ve kıyam, kıraat, rükû, sücut ve tahiyyta oturma sırası kadar vacip normdur. Burada sözünü ettiğim vücubiyet emek - sermaye ortaklığı değil, bu ortaklığın olması durumunda bölüşümün hangi oranda olacağı konusundadır. Bir hükmün kendisi/küllü sünnete dayandığı halde nasıl olur da cüzü vacip olur denebilir. Bu nafile namazın rükünlerinin de aynen farz namazlarda olduğu gibi farz olması gibidir. Bazen normun kendisinden normun kaynaklandığı olgu ya da prensip daha güçlüdür. Tek başına namazı emreden bir ayetten, namazın İslam dini açısından olgusal hükmü ve zorunluluğunun daha güçlü olması buna örnektir. Yarıcılığın kendisinde müşküller/garar olmasına rağmen uygulamada bölüşümün yarı yarıya oluşunda iradi ihtilaf yoktur.

Yarıcılık sisteminin Anadolu'daki uygulaması…

Anadolu'da yarıcılık denen emek-sermaye ortaklığı sistemi üretilen değerin, tarla, bağ, bahçe sahibi ile onu işleyip, bakıp budayan arasında (mudarabe), tarla sahibi ile ekip, sulayıp bakımını yapıp biçip ürün haline getiren arasında (muzaraa) tüm masraflar çıkıldıktan sonra kalan ürünün harmanda ikiye bölüşülmesidir. Yarıcılık adı hem sistemi hem de bölüşümün zorunlu oranı yargısını muhtevidir.

Sistem İslam hukuku içinde fazla emekten(mudarib) yana olmak üzere arazi sahibi (rabbül mal) arasında yarı yarıya paylaşmaktır. Dörtte bir alan marabalık ve beşte bir/şeriketül hammas caiz görülmemiştir. Bu tip şirketler her türüyle İslam öncesinde de vardı, Hz Peygamber bunlardan üretilen değere/ürüne endeksli yarıcılığı benimsemiş ve uygulamıştır. Bunu kamu arazisine ya da özel araziye yapmış olmasının önemi yoktur. Hayber'in fethi sonrası edindiği hurma bahçesini Yahudi mudaribe yarıya vermiş, mudaribe daha azının verilmesini hoş görmemiş, bunu yapanların zilyedindeki toprağını alıp başka işleyene vermiştir. Çünkü esas şahısların ellerindeki toprağı bizzat işlemeleridir. Emek - Sermaye ortaklığı oranı yarı yarıya olmak üzere hemen her alanda uygulanmıştır. Vahyin iniş ve inşası sırasında temel üretim biçimi tarım ve hayvancılıktı ve kârı bölüşüm sistemi yarıcılıktı. Bu hukuk saltanatlar döneminde büyük toprak edinen bazıları tarafından ihlâl edilse de ümmet bunu hem yazılı hukukta hem de uygulamada devam ettirmiştir. Sanayi devrimi sonrası Batıda gelişen üretim ilişkilerinde eşitlik hukuku üzerinden denklik verilmek yerine emeğe geçimlik takdir edilmiş, kölelik ücretliliğe dönmüş fakat İslam dininin kölelere takdir ettiği yaşam standardının gerisine düşürülmüştür. Modern dönem şaşkın İslam toplumları da kendi klasik üretim uygulamalarının paylaşım sistemini almak yerine gâvur icadı karın tokluğuna çalıştırma sistemini almışlardır. Bu gün dahi ne doğu ne de batı değil yarıcılığı İslam'ın köleye takdir ettiği ücret standardına dahî yaklaşmaktan çok uzaktır. Bu söylediğime AB ülkeleri ve sosyalist ülkeler de dâhildir.

Yarıcılık sistemini bir örnekle açıklayabilir misiniz? Günümüz şartlarında nasıl uygulanabilir?

Üsküdar'da gittiğim bir kuaförüm var. Dükkânında üç koltuk olmasına rağmen bir çırak bir kendi çalışıyordu, geçenlerde baktım koltuklardan birisinde orta yaşlarda birisi çalışıyor. Kim olduğunu sordum? Kuaför, "Ortağım, benimle çalışıyor" dedi. Nasıl ortağın, dükkâna ortak mı aldın dedim. "Hayır, işe ortak" dedi. Nasıl yani dedim? "Yani o koltukta akşama kadar çalışıyor ve aldığı paraları önündeki çekmeceye atıyor, öğlen yemeğini de oradan yiyor. Akşam iş bitiminde çekmecedeki paraları sayıp yarısını alıp evine gidiyor." Dedi. Peki, elektrik, su, kira, vergiyi kim ödüyor dedim. Kuaför "onlar benim işim" dedi. İşte yarıcılık budur. Bu sistemin omurgası emek lehine asgari geçimlik de rabbül mala ait olmak üzere yarıcılıktır. Başka bir ifadeyle "kâr" üretimin iki zorunlu unsuru emek ve sermaye arasında ikiye bölünüyor, sonra sermayedar birden fazla ise üretime kattıkları sermayeleri oranında nasıl paylarını adaletle alıyorlarsa, emekçiler de üretime katkıları oranlarda emeğe düşen yarıdan kendilerine düşen payı adaletle alıyorlar. Sistem budur.

İşçi ile patronun yaşam standardı eşitlenirse, işçi, işçi kalmayı kabul edecek mi? Fıtrata uygun mu?

Bu sistemde işçi ve sermaye sınıfı yoktur. Çünkü İslam kastlaşmış sınıfları yok etmenin diğer adıdır. Bu sistemde eşit insanlar var, risk alan sermaye ile sermaye riski almayan girişimci var. Buna tam anlamıyla ne girişimci ne de işçi denemez. Emeğiyle üretime katılanlar otantik uygulamada olmasa da bu günün şartlarında işletmeye orak olabilirler, değer paylaşım periyotlarında fiili emeklerinin karşılığını ayrı, sermayelerinin/birikmiş emek payını ayrı ayrı alır veya ortaklık hanesine kayıt ederler. Sistemden çıkabilirler ve sisteme başkaları girer. Her dem yeni nesiller, yeni ihtiyaçlar, istekler, farklı insanlar olacaktır. Zaten İslam İnsanın bulunduğu yerden gücü, istidadı ve isteği doğrultusunda yukarılara doğru çıkmasını engelleyen her türlü engele karşı savaşın dinidir. "Ne farkımız var?" sorusunu işçinin sormasına gerek yok! Zaten bu soruyu daha baştan Hz Muhammed "İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir" diyerek, "Arap'ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur…" diyerek cevaplamıştır. Farkınız yoktur ve olmaması gerekir. Kuran ışığında şekillenen sünnette uygulaması olan bir şeye fıtrata aykırılık iddiasında bulunulamaz. En azından Müslümanlar bunu iddia edemez.

Patron açısından bakarsak, "binbir emekle kurup işlettiğim fabrikamın kazancını yarıya yarıya bölüşeceksem, işçi ile aynı yaşam standardına sahip olacaksam neden bu kadar sıkıntıyı çekeyim, ben de işçi olurum" demez mi? Fıtrat bunu söyletmez mi?

Yarıcılık üretim ve hizmet sektörlerinde emek ve sermaye unsurunun bir araya gelmesiyle oluşan kârın bölüşülmesine esastır. Adalet; somut ve ölçülebilir sonuçlarla ulaşılabilecek bir olgudur. İş ya da suça kişilerin katılımı oranında ceza/karşılık pay edilir. Bu esasa göre iki sermayedar eşit sermaye ile bir iş yaparak ürettikleri değeri nasıl eşit paylaşıyorlar ve bundan gocunmuyorlarsa neden emekle ortaklıklarında aynı sermayeyi kattıkları ve aynı miktar kârı elde ettiklerinde onu eşit paylaşmaktan imtina ediyorlar. Esas akla ve izana aykırı olan tutum budur. "Yaşam standardına eşitleme" Nahl Suresi 71 ve "…yediğinizden yedirin giydiğinizden giydirin" diyen Hz Muhammedin isteğidir ve özel hizmetin bedelidir. Bu pazar ve kâr ilişkisi olmayan hizmet alanlarının ücret sistemidir. İslam; özel hizmet ilişkisinde ücreti, hizmeti satın alanın yaşam standardına endekslemiştir.

Fıtrat hayra ve iyiliğe meyilli olsa da yaratılışın tüm hallerini muhtevi bir donanım durumudur. Bir değer ifade etmekten ziya bir durumdur. "İnsanın aceleci olması", "kendisi için iyi olanı istediği gibi kötü olanı da istemesi", "hakkı unutması", "zalim olması", "ıslah ediyorum düşüncesiyle ifsat etmesi" hep "Allah'ın insana takvayı ilham ettiği gibi fücuru da ilham etmiş" olmasındandır. Burada insanın içine gelen bu sorulara cevap verirken bu cevapların Şeytandan mı Allah'tan mı ilham olduğuna dikkat etmek gerekir. Bunun en yalın ve kesin kriteri de Kuran ve Kuran ışığında şekillenen ve ilim ışığından süzülen Sünnet, bu ikisinin gözettiği üst prensipler ışığında şekillenen içtihatlar ve bunlara aykırı olmayan örf ve uygulamalardır. Bunların tümü eşitlik temelli bir adaleti vacip kılar. Bu ilkelere karşı çıkan fıtratın nefs-i mutmainne veya nefs-i radiye yüzü değil, nefs-i emare yüzü olduğunu düşünebiliriz. Çünkü "nassın olduğu yerde içtihada yer aramak fesattır."

Bugün gelişmiş ülkelerin işçileri refah içinde değil mi? Bize onlar gibi olmak yetmez mi?


Hakkın üretilen değer üzerinden değil de geçimlik veya refah üzerinden hesaplanması ancak, kamu/ vakıf, dernek veya devlet hizmetlerinde olabilir. Onda da çalışanlara toplumun gelir ortalamasının altında ücret verilemez. Burada da yine eşitlik temelli bir adalet arayışı olmak zorunluluğu vardır. Ortaçağda ve yeniçağda Batı köleliğin en kötü biçimini uygulayıp, insanlara yalnızca yük hayvanlarına tanıdığı hakları ve hizmetleri tanıdı. Yakınçağda bundan da vazgeçti. Üreyebileceği ve fıtratına uygun bir yaşam sürebileceği imkânları bile vermedi, aristokrasinin ömür ortalamasının 80-90 olduğu bir yerde işçilerin ömürleri 38 yıla kadar düştü. Sonra sol muhalefetten, büyük isyanlardan korktukça ve nihayetinde Keynes'in uyarılarına da kulak vererek bazı haklar tanıdı. Marks'ın ifadesiyle üretilen değerin dokuzunu alıp birin veriyordu, sosyal adalet ve sosyal demokrasi etkileriyle sekize el koyup ikiyi vermeye başladı. Şimdilerde Hayek'in aklıyla ikinin birini geri istiyor. Bizim hesabımıza göre üretilen değer üzerinde batılı emekçilerin üç bizim dört payımız daha var, onu almaya başladıktan sonra ortalama yirmi yılda ortaya çıkacak dünya da artık hiç kimse kişi ile vicdanı arasına giremeyecek, birileri para kazanacak diye toplumlar manipüle edilip savaşlar kolay çıkarılamayacaktır. Çünkü gerçek güç sermaye çarpı nüfustur. Dolayısıyla sermaye halkın arasında dağıldığında toplumlar kendi sorunlarını ve varoluş yönlerini özgürce belirleyebileceklerdir. Yani mesele yalnızca geçimlik meselesi değil, Haşir Sursi 7. Ayeti kerimenin buyurduğu gibi "servetin belli zümrelerin elinde temerküz etmesinin önlenmesi" meselesidir de…
İslam'ın değişmez bir ücret felsefesi var mı?
Evet, İslam'ın ana kaynaklarını, tarihini incelediğimizde tüm uygulamaların arkasında tüm alanları ve insan edimlerini birbirine bağlayan yüksek bir aklın olduğunu, o aklın da iş ve hizmet biçim ve yerleri farklı olsa da temelde bir ücret felsefesi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bundan yola çıkılarak temel prensipler/megasidül aliye korunmak şartıyla zaman ve şartlara da bağlı olarak oluşan yine zamana ve şartların değişmesiyle değişebilir. Yukarıda söz ettiğimiz üç ücret sistemi, yarıcılık, hizmet aldığın emekçiyi yaşadığın gibi yaşatma, kamu hizmeti veren emekçiyi toplum ortalamasının altına düşürmeme sistemlerinin yanında basit anlık ve geçici işlerde "rızaya" dayalı ücret sistemleri de uygulanmıştır, ancak rızanın var sayılabilmesi için emek tarafının "havaici asliyesinin/temel ihtiyaç/living wage" kamu garantisinde olması şarttır. Bir de benim diyet/tazminat hukukuna kıyasla tespit ettiğim bir sistem var ki bu tamamen bana ait bir düşüncedir.

Bu ücret sistemi her ekonomik sistemde uygulanabilir mi?

Bu sistemler her ekonomik sistemde, her sektör ve kurumda uygulanabilir. Bunları uygulamak için yalnızca İslam'ın yüksek gayelerine güven duymak yeterlidir. Bu sistemleri uygulamak için Müslüman olmak da şart değildir, fakat ben bunları Müslümanlardan başkasının uygulayabileceğini de zannetmiyorum. Ancak kim uygularsa küresel bir çekim merkezi haline gelerek dünyanın kaderine yön verecektir.

İşletmeler bunu neden kabul etsinler?


Her şeyden önce hak ve adalet bunu gerektirdiği için, dünyadaki sorunları ve zulümleri ortaya çıkaran sistemleri devam ettirmemek için, insanlığın kurtuluşu adına bir ışık olduğu için, kıyamete kadar geçerli olma iddiasında olan bir kitaba iman iddiaları olduğu için, bu ilkelerin son nebinin ilkeleri olduğunu gördükleri için uygulamalıdırlar. En nihayetinde kendileri de tüm kimliklerinin ve rollerinin altında ölümlü bir insan oldukları ve bir gün ölüp adaletten hesap verecekleri için uygulamalıdırlar. İnanmayanlar için bunların anlamı yok değildir. Onlar da akıl ve ahlak zemininde bunların gerekliliğine inanacakları için uygulayabilirler. Karar tam ve eksiksiz anlamaktan sonradır.

Küresel kaynaklar her gün daha da sığlaşıyor. Sular sığlaştıkça gemiler de küçülür ve tayfalar kıymetlenir. İnsanlık gittikçe çölleşen dünyada, "paranın aslında yenemeyecek bir şey olduğunu anlayacak." Bir gün insanlar; Allah'ın Mülkü ile aralarına giren her türlü engeli kaldırmak için yürüyecek. İşvereneler de insanlarla Allah'ın Mülkü arasına girilmeseydi verdikleri sadakalarla insanları çalıştıramayacaklarını anlayacaklar.

Küresel ve ulusal rekabet koşullarında işletmeleri zayıflatmaz mı?

Rekabet gücü işletmelerin sahibinin bir tane ya da bin tane olmasıyla alakalı değildir. İşçiler geçimliklerini maaş olarak aldıktan sonra paylarına düşen kârlarıyla işletmelere ortak olabilirler. Yatırımlar ve büyüme sorunu yaşanmaz hatta kriz dönemlerinde kendi işletmelerinde gönüllü çalışacaklardır veya küçük küçük fakat toplamda etkili sermaye katılımları yapabileceklerdir. Şirketler küresel saldırıların etkilerine daha rahat süspanse gelecektir.

Zekat ve infak yetmez mi?


Zekat ve infak bir sosyal adalet meselesidir. Bu mesele ise ekonomik adalet meselesidir. Konular çoğu zaman biri birine karıştırılıyor. Zekât atıl ve dolaşan servetin yüzde iki buçuğuna tekabül eder ve verileceği insanalar bellidir. Toplumun çalışamayacak, malul ve mağdurlarıdır. Bu konu ise üretilen değerin yüzde doksan yedi buçuğunun adaletle nasıl paylaşılacağı meselesidir. İşçi hakkını tastamam aldıktan sonra bu gibi kolektif vecibelerini yerine getirecektir. Zekat ve infak işçi işveren ilişkisiyle alakalı değil, Müslüman ve ihtiyaç sahipleri ilişkisiyle alakalı vecibelerdir.

Patron işçinin hakkını veriyor, zekâtını, sadakasını ihmal etmiyor, sosyal sorumluluğunu yerine getiriyor, kalanı ile lüks yaşıyor, yalıda oturuyor, pahalı arabalara biniyor? Bunun hükmü nedir?

İslam özel mülkiyeti tanımış fakat toprakta(tarım alanları, madenler, mineral yatakları ve ormanlar), suda özel mülkiyeti kişinin ihtiyacı kadarından fazlasına izin vermemiş sürekli olarak işletme haklarını belli şartlara bağlı olarak isteyen herkese vermiştir. Gereğinde geri alıp başkasına vermiştir. Bunun dışında kişiler birikimlerini toplumdan saklayamaz ve kollektif sorumluluk nisabından kaçıramaz. Geriye kalan alanlarda da "israftan" kaçınmak şartıyla meşru yollarla istediği gibi harcar. İslam'a göre zengin fakir her Müslümanın kaçınmak zorunda olduğu "israf edenler şeytanların kardeşleridir" hükmüdür. Sayılan şartlarda yaşayan insanların üretimden ve dolaşımdan çekerek lüks yatırımlarla dondurduğu şeylerin toplum ortalaması değerlerinin üstü havaic-i asliyeden sayılmayarak zekâtı ödeniyorsa sistemi ortalamaya doğru zorlayacağı için kişilere bırakılabilir. Yani İstanbul'da ortalama bir ev 150 bin lira ise değeri bunun üzerinde olan evlerin ve yalıların, bunun üzerindeki kısımları için zekât ödeniyorsa, Türkiye'de üretilen ortalama bir otomobilin fiyatının üzerinde fiyatı olan otomobillerde de durum aynı ve hele ikinciler için durum daha da kesindir.

Bu tür düşüncelere karşı yöneltilen ilk eleştiri, "İslam Sosyalizmi" oluyor. İslam Sosyalizmi mi öneriyorsunuz?

İslam kapitalist bir sistemi alıp sosyalist yapmayacağı gibi sosyalist bir sistemi alıp da kapitalist yapmaz. Bu toplumlardan hangisini teslim alsa ikisinden de geriye kalan şeye ne sosyalizm ne de kapitalizm denemez. Bunlar birer ekonomik, sosyal ve siyasal sistemdir. Üstelik emeğe üretilen değerin en fazla onda ikisini verme konusunda ve mülkün belli ellerde temerküzü konusunda aynıdırlar. Mülke birinde devlet diğerinde belli bir zümre el koyar. İslam ise bunu Haşir Sursi 7. Ayet-i Kerimesi ile yasaklıyor. Kur'an'ın, "Mülk Allah'ın'dır" hükmü Mülk bütün insanlarındır anlamındadır ve insanlarla Allah'ın Mülkü arasına giren engellerle savaşın adıdır cihat. Hülasa "İslam sosyalizmi" İslam kaynakları açısından içi boş eklektik bir akıl ürününden başka bir şey değildir.

KİTAP HAKKINDA

Ne güzel yazılar bunlar! Memleket ve ümmet, hatta beşeriyet davası bağlamında meselelere bu düzeyde kafa yormanız bizim için bir saadet vesilesi. Sizin gibi "sorumlu aydınların" katkılarıyla, bu gibi varoluşsal ve geleceğimizi belirleyecek meselelerde, egemen paradigmaların dışında yeni bir paradigma inşası mümkün olacaktır. Daha doğrusu olmak zorundadır. Adalet ve bilhassa sosyal adalet idealinin ülkemizde, bölgemizde ve gezegenimizde egemen paradigma olması yolunda elinden geleni esirgemeyen sizler gibi cihad-ictihad ehline saygı ve sevgilerimle."

-Prof. Dr. Hayri KIRBAŞOĞLU-


"Okuru, iktisatta hakikî meselenin hâsılayı artırmak değil, bölüşüm olduğuna ikna edebilme çabası olarak bu kitabın önemi, iktisadın asıl meselelerini tartışıyor olması ve günümüzde hüküm süren düzeni sorgulamasıdır."

-Cem SOMEL-



KİTABIN KÜNYESİ
Kitabın adı: Allah Emekten Yanadır
Yazarı: Hasan Köse
Yayınevi: Akis Kitap
İSBN: 9786051291147
Konu: İslam/ Diğer
Sayfa Sayısı : 320
Basım Tarihi : Aralık 2014

SAMİ BAYRAKTAR / HABER 7

Haber Ara