Dolar

32,3441

Euro

35,0983

Altın

2.310,12

Bist

9.079,97

Emniyet Müdürü'nden derin plan uyarısı!

Bingöl eski Emniyet Müdürü Ercan Taştekin, çözüm süreciyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. İnternethaber'e konuşan Taştekin, PKK'nın derin planıyla ilgili uyardı.

10 Yıl Önce Güncellendi

2014-11-05 02:06:08

Emniyet Müdürü'nden derin plan uyarısı!

Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanı ve Bingöl Emniyet Eski Emniyet Müdürü Ercan Taştekin, çözüm sürecinde polisin pasifize edildiğini söylerken, Öcalan'ın önemli bir aktör haline getirilmeye çalışıldığının altını çizdi.

İnternethaber.com'dan Didem Tomaslar'a konuşan Bingöl Emniyet Eski Emniyet Müdürü Ercan Taştekin, son zamanlarda yaşanan olayları değerlendirdi. PKK'nın şehir gücünü test ettiğini vurgularken, yaşanan süreçte Genelkurmay'ın dahi derin planın fotoğrafını göremediğini iddia etti.

"POLİS PASİFİZE EDİLDİ, İKİLEMDE BIRAKILDI"

-Görev yaptığınız yerlerde bölge halkı tarafından sevilen ve mesleğine sadık biri olarak Bingöl Emniyet Müdürlüğünden istifa ettiniz. Bölgedeki emniyet mensuplarının çözüm süreci pratiği nasıl?

Öncelikle “halk tarafından sevilen ve mesleğine sadık” teveccühünüz için teşekkür ederim. 1981 senesinde Polis Koleji’ne girerek Polis ailesine katıldım. Yaklaşık 33 yıldır polis ailesi üyesiyim. Gerçekten mesleğimi her zaman çok sevdim. Ayrıca, her zaman halkın hizmetinde olan halka değer veren bir meslek anlayışıyla hareket etmek istedim. GÜSAM’da aynı ilkelerle hareket ediyoruz. GÜSAM bir yönüyle güvenlik hizmetlerinin sivil yüzü. Aslında GÜSAM’ da daha profesyonel, bilimsel ve akademik polislik yapmaya yani halkımızın huzur ve güvenliğine yararlı olan çalışmalar üretmeye devam ediyoruz.

Çözüm süreci boyunca süreç için son derece önemli olan Bingöl ilimizde 19 ay İl Emniyet Müdürlüğü yaptım. Terör sorununun çözümü mutlak surette sivil, demokratik ve hukukun üstünlüğünü ilke edinmiş siyasetle mümkündür. Terörü salt silahlı mücadele ile çözemezsiniz ama silahlı mücadelesiz de çözemezsiniz.

ÇÖZÜM SÜRECİ İSTİSMAR EDİLDİ

Çözüm sürecinin başlangıcından itibaren her zaman destekledim. Halen de, anaların ağlamaması, silahların susması ve siyasetin sorunları çözmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama mevcut “çözüm sürecinde” bu hedeflerden uzaklaşıldığını sürecin paydaşları tarafından üst düzeyde istismar edildiğini düşünüyorum.

Bir tarafın günübirlik politik çıkarları doğrultusunda diğer tarafında silahlı terör örgütü gücünü pekiştirmek konusunda sürecin kötüye kullanıldığını düşünüyorum. Maalesef geçen zaman içerisinde bazen sürecin iyi yönetilememesiyle karşılaştık. Benim zihnimde süreç ile ilgili ilk soru işaretleri, yeterli zaman dilimi olmasına rağmen terör örgütünün silahlı unsurlarının yurtdışına çıkmaması, terör örgütünün silahlı unsurlarına katılımın sürekli artması ve her iki tarafında söylemelerinin farklı eylemlerinin farklı olması ile başladı. Siyasi uzantıları dururken, terörist başının önemli bir aktör haline getirilmeye çalışılmasını da ayrı bir sorun olarak görüyorum.

POLİSE SÜREÇLE İLGİLİ HİÇBİR BİLGİLENDİRME YAPILMADI

Sürecin ilk günlerinde polisin nasıl davranması gerektiği ile ilgili belirli bir bilgilendirmemenin doğal olabileceğini düşündüm. Ama yeterli zaman geçmesine rağmen süreçle ilgili ve nasıl davranılması ile ilgili hiçbir bilgilendirme yapılmaması son derece büyük sorunlar oluşturmaya başladı. Bir yanda “aman süreci bozan biz olmayalım” hassasiyeti ama diğer yanda elini kolunu sallayarak hâkimiyetini her geçen gün artıran, sürekli araç yakma, yol kesme, vatandaşları sindirme eylemleri yapan terör örgütü. Merkezle paylaştığımız da "siz ne yapacağınızı bilirsiniz” tarzı sorumluluğu üzerine almayan, problem çıktığında “niye böyle yaptınız” diye sorgulayan bir merkez yönetimi.

Tam bir ikilem durumu. Bir yanda “hukukun üstünlüğü” ilkesi içerisinde uymak ve uygulamak zorunda olduğunuz mevzuat, diğer yanda bunun tam tersini talep eden bir duruş sergileyen merkezi yönetim. Problem çıktığında bedelini sahada görev yapan uygulamacıların ödeyeceği bir ortam. Ve her geçen gün artan tezatlar. Terör örgütünün her geçen gün bölgede etkin hale gelmesi, hakimiyet alanını ve oranını artırması, devletin bilhassa polisin pasifize edilmesi...

PKK BİNGÖL'DE REFLEKSLERİNİ ÖLÇTÜ

-Kobani'ye destek eylemlerinde Bingöl'de yaşananlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

6-9 Ekim olaylarında terör örgütü Bingöl’deki hakimiyetini artırmak, devlete sadık kesimleri sindirmek için İl Emniyet Müdürüne ve çalışma arkadaşlarına saldırı düzenledi. Bingöl'deki eylemde de refleksleri ölçtü. Devlete sadık kesimleri bölgeden uzaklaştırmak ve bölgede kendi homojen yapısını oluşturmak amacıyla bu saldırıyı Bingöl’de düzenledi.

6-9 Ekim olaylarının amacı zaten terör örgütünün kendi kitlesinin ve kendi silahlı adamlarının durumunu görmek istemesidir. Ayrıca örgüt seçim için bölgedeki kitleyi kendi yörüngesine çekmeye çalıştı. Bir diğer yandan da yeni devletin son süreçteki güvenlik görevlilerinin kapasitesini test etti. Zira asker sokağa indi.

6-7 Ekim günleri doğu ve güneydoğudaki birçok kentte çok sayıda öldürme yaralama, yakıp yıkma vb. olaylar yaşandı. Bingöl’de ise hemen hemen hiçbir olay yaşanmaması, örgütün burada son derece zayıf kalması –muhtemelen- örgüt yönetiminin de dikkatini çekti. Bu nedenle kendi açılarından oluşan bu zafiyeti gidermek amacıyla 9 Ekimde son derece üst düzey bir eylem planladılar ve gerçekleştirdiler.

TURGUT ÖZAL VE EŞREF BİTLİS SORUNU ÇÖZMEK İSTEMİŞTİ

- Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktığımızda PKK ile diyalog kanalının geliştiği dönemlerin akamete uğramasını güvenlik uzmanı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Görüşmelerdeki tıkanmalar illa karanlık odaklara mı bağlanmalıdır yoksa tarafların dürüst bir barış için güven zemini kuramamalarına mı bağlanmalı?

Öncelikle daha önce başlatılan ve tamamına yakını terör örgütünün sansasyonel eylemleri neticesi son bulan kısa süreli ateşkes (çatışmasızlık) dönemlerini ayrı ayrı dönemine göre değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Sorunu akılcı ve toptan çözme gayreti içine girme teşebbüsünde bulunan rahmetli Turgut ÖZAL’ın zamanında Eşref BİTLİS ve ekibinin başına gelenlere bakıldığında (rahmetlinin şüpheli ölümünü de buna ekleyebiliriz) bu süreçlerin uluslararası faktörlerini hesaba katmadan veya devre dışı bırakarak yürütülme imkânlarının olmadığı anlaşılacaktır.

PKK İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİNDEN BAĞIMSIZ HAREKET EDEMEZ

PKK gibi farklı ülkelerde silahlı faaliyet yürüten ve etki alanı olan terör örgütlerinin farklı istihbarat örgütlerinden bağımsız – hele hele Ortadoğu gibi bir bölgede- hareket edebileceğini düşünmek saflık olacaktır.

Burada önemli olan elbette tarafların samimiyeti, iyi niyeti olacaktır, ancak zamanlama faktörü çok daha önemlidir. Zamanlama derken buna uluslararası konjöktürü hesaba katarken, Devlet olarak da sizin en güçlü terör örgütünün de en zayıf olduğu anın seçilmesi, bölgesel gelişmelerin doğru okunarak kendi gücünüzü de objektif olarak doğru değerlendirerek ona uygun adımların atılması gibi etkenleri kast ediyorum.

Tabii sürecin adımlarının taraflarca belirlenerek bunu toplumun diğer katmanlarını da içine alacak şekilde yürütülmesi daha sağlıklı yürümesinin en azından sürecin “çatışmasızlık sürecinden çözüm sürecine” geçişini sağlayacaktır diye düşünüyorum.

KARŞILIKLI İNANÇ EKSİKLİĞİ VAR

Karşılıklı inanç eksikliği var ”Silahları bırakalım da bizi toptan imha edin de mi” demişti Leyla Zana. 

Ayrıca, Oslo görüşmelerini domine eden gücün etkisi görülüyor her aşamada. Seçmeni kaybetmek istemeyen hükümetin “terörle mücadele siyasetle müzakere” söylemi başından beri içi boş bir slogandır.

Zira Oslo’da teröristlerle müzakere yapılmıştır. Muhataplar terörist başı adına görüşmüştür. Halen terörist başı İmralı’dan süreci yönetmektedir.

DEVLET İTİBAR KAYBETTİ

Şu ana kadar bu görüşmelerden örgüt uluslararası statü kazanmıştır/kazanmaktadır. Devlet itibar kaybetmiştir/kaybetmektedir. Akıl almaz olaylar yaşanmıştır. Örneğin; Tugay içerisinde Türk bayrağı indirilmiştir.

Görüşmelerde kesilme yok, kamuoyunu alıştırma var. 2012 açlık grevlerinde de 6-9 Ekim Kobani eylemlerinde de terörist başının haklı olarak tek muhatap olduğunun, liderliğinin ne kadar etkin olduğunun ispatı için 45 insanımız ölmüştür. Bu değerlendirmeleri güvenlikçi yaklaşımı olarak görenler geldikleri noktada manevra yapamaz haldeler.

MİT'İN KCK'YA SIZMASI BAŞARI DEĞİL Mİ?

-KCK operasyonları sırasında emniyet kaynaklarına yakın bilinen medya çevreleri MİT'in KCK'ya sızmasını suçlayıcı bir tavırla yazdı. Bu sızma iddiası doğruysa Türkiye devleti için başarı değil mi?

İşin açıkçası, emniyet kaynaklarına yakın veya uzak bilinen medya çevreleri var mıdır, bilemiyorum.

Tüm devlet kurumları ve devlet görevlileri, terörle mücadelede devletin çizdiği meşru sınırlar ve hukuk içerisinde hareket etmelidir. Maalesef ülkemizde terörü en çok azdıran geçmişte devlet görevlilerince yapılan hukuk dışı çalışmalardır. Eğer mücadelede yasal mevzuat yetersiz kalıyorsa ve bu mücadeleyi olumsuz etkiliyorsa, bu eksiklik yasal düzenlemeler ile aşılmalı, kurumların ve devlet görevlilerinin hukuk dışı çalışmaları ile değil.

MİT’in KCK’ya sızması tabii ki misyonunun doğal gereği ve sonucudur. Burada yanlış anlaşıldığına inandığım şu nokta var; tabii ki MİT terör örgütlerine iç hulul, dış hulul tarzlarıyla sızacak. Ülke menfaatlerini koruma noktasında hizmet üretecek. Ama örgütün içindeki ajanları ile örgütün bir takım faaliyetlerini önleyebilecekken “sonucunda insan yaşamına mal olan eylemlerine” bile müdahale etmemesi böyle bir algıya sebep oluyor.

Siz gizli servis olarak örgütün içinde bu kadar üst düzey ajanlara sahip olacaksınız ve bu örgüt hala devleti zaafa uğratacak, vatandaşın devletine olan güvenini ve inancını sarsacak kadar etkin eylemliliğe sahip olacaklar. İşte bu kabul edilebilir değil.

”Triple x” filminde çok hoş bir sahne vardı bu konuyu işleyen.Orada Rus mafyasının içine sızarak deşifre etmesini istedikleri mahkuma iki yıldan fazla bir zaman bu yapıyı deşifre etmeye çalıştıklarını söyleyince “niçin bu kadar beklediniz,daha ne yapmalarını bekliyordunuz?”diye soruyordu başrol oyuncusu.

“Ajanlar yer tutsun, daha iyi konumlara gelsinler diye eylemlerinden devletin güvenlik birimleri haberdar edilmedi mi yoksa?” diye belki stratejik planlardan haberdar olmayanların serzenişleri olabilir.

Onca eylem olurken, her fırsatta örgüte çok sayıda elemanlarının sızdığını söyleyen bir yapının bu eylemlerin önlenmesi ve aydınlatılması noktasında yeterince katkıda bulunmaması sorun olarak görülüyor olabilir.

Zira fotoğrafı Genelkurmay Başkanlığının bile göremediğini varsayarsak stratejik planların derinliğini ve genişliğini arkadaşı şehit olmuş güvenlik kuvvetlerinin personelinin anlayışla karşılamasını beklemek abesle iştigal olur. En azından gerçekçi olmaz.

İSTİHBARAT BİRİMLERİ ARASI ÇATIŞMA

-Devlet içinde farklı istihbarat birimlerinin(tsk,mit,emniyet) koordinasyon bozukluğu mu var yoksa güç mücadelesi mi? Kurumların temel milli güvenlik meselelerinde uyum çalışılması gerekmez mi yoksa her ülkede işleyiş böyle mi? İşin doğasında klik mücadelesi mi var?

Kurumlar arasında koordinasyon eksikliği, bilgi paylaşılmaması gibi hususlar aslında bizim gibi pek çok ülkelerde yaşanmış/yaşanmakta olan konulardır. 11 Eylül saldırıları sonrasında bu konu ABD’nde de çok ciddi manada tartışılmıştır. Aynı veya benzer görevi yapan farklı kurum ve güvenlik birimlerinin nasıl bir platformda ortak çalışır hale getirileceği hususu farklı bir modelle büyük ölçüde halledilmiştir. Nasıl bir yapılanma kurulduğu konusu ayrı bir başlık altında incelenebilir.

Elbette her kurumun hatta kurumlar içindeki birimlerin dahi doğası gereği elindeki bilgilerin paylaşımında biraz kıskanç olmaları kaçınılmazdır. Üstelik ortak çalışma kültürünün çok az olduğu, kurumların şu ya da bu şekilde yapısallaşmalarını tamamlayamamış olduğu bizim gibi ülkelerde farklı istihbarat birimlerinin ortak çalışmalarının çok kolay olamayacağı açıktır.

Bir de buna kurumların görev alanlarının net çizgilerle yasal olarak belirlenmemiş olması ve kurumların görev gereği sık sık karşı karşıya geliyor olmasını da ekleyebiliriz.

Küçük tatlı çekişmeler işin doğası gereği elbette olacaktır, ama bunun alt seviyede tutularak genel olarak kurumlar arası çatışmalara kesinlikle götürülmemesi gerekir. Ayrıca kurumların görev yapıları gereği olaylara farklı yaklaşım tarzı getirmeleri normaldir.

Örneğin Kolluk istihbarat birimlerinin istihbarat toplama amaçları önleyici ve operasyon amaçlıdır, ancak MİT in istihbarat anlayışı haliyle kolluktaki operasyonel mantıktan çok daha farklıdır. Dolayısıyla alanda kurumsal çatışmaların yaşanması da kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkacaktır.

Bunun önüne nasıl geçilebilir sorusunun cevabına gelince de farklı ülkelerde denenen modelleri de gözönüne alarak görev alanlarının (iç istihbarat polis, jandarma ve dış istihbarat MİT ayrımı gibi) belirlenmesi, bilgi paylaşım usul ve esaslarının yasal bir çerçeveye oturtulması, kurumlar arası ortak çalışmalara ağırlık verilerek bir çalışma kültürünün geliştirilmesi gibi hususlar dile getirilebilir. Tabii kurum yöneticilerin paylaşım ve ortak çalışma konularındaki iyi niyetleri ve istekleri de çok önem arz etmektedir.

17-25 ARALIK OLMASAYDI DA EMNİYETTE YENİ KADROLAŞMA YAPILACAKTI

-Emniyet yapısının karşı karşıya olduğu problemler nelerdir?

17-25 Aralık sonrası Emniyet teşkilatında son derece sıra dışı olaylar yaşandı ve yaşanıyor. Ben aslında bu yaşananların 17-25 Aralıkla çok ilgisinin olduğunu düşünmüyorum. O operasyonlar yapılmasaydı da bu yaşananlar olacaktı. Yapılmaya çalışılan bir tasfiye değil, bir kadrolaşma.

”Devlet Polisi”nin yok edilmeye çalışıldığı “Parti Polisi”nin kurulmaya çalışıldığını görüyoruz. Ve belki de güvenlik stratejileri açısından son derece tehlikeli gelişmeler. Eğer bu önlenmez ise çok yakında son derece büyük güvenlik sorunları yaşayabiliriz.

Haber Ara