Dolar

32,5161

Euro

34,5613

Altın

2.490,38

Bist

9.548,09

İslam’ın Siyaset Düzeniyle İlişkisi

10 Yıl Önce Güncellendi

2014-12-17 14:14:36

İslam’ın Siyaset Düzeniyle İlişkisi


TİMETURK BLOG | Taner AFŞAR



 

Batılı bilim adamlarının ekseriyeti İslam üzerine inceleme yaparken İslamı geleneksel bir güç olarak ele almakta, İslamın değişimlere direndiğini siyasi ve toplumsal gelişimlerin önünde engel teşkil ettiğini düşünmektedir. İçine kapanık bir düşünce sistemi olarak resmedilen bu İslam imajı, toplum meselelerine İslamiyetin getirdiği çözüm yollarının kavramasına büyük engel teşkil etmektedir.

 Sistem olarak İslam hem dini hem de dünyevi meseleleri birleştirir. Sadece maneviyatla değil siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal konularla ilgilenir. Bundan dolayıdır ki devlet, siyaset, siyasi parti, otorite, hilafet, iktidar gibi siyasal temelli kavramlar hakkında islami temelden uzak yorumlamalar yapmamız bizi yanlış sonuçlara itecektir. Müslüman toplumlar devlet olgusu ile çok erken dönemlerde tanışmışlardır fiili olarak tanışıklık teorik anlamda ilgiyi de beraberinde getirmiştir. Gerçekten Hz. Peygamber döneminde Medine'deki Müslim ve gayrimüslim topluluğu kendi siyasi otoritesi altında toplaması; bununla birlikte kurulan İslam devleti ve Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkan yönetimsel(idari) boşluk, Müslüman düşünürlerin siyaset felsefesi ve devlet üzerine çalışmalar yapmalarına katkıda bulunmuştur.

 Devletin tanımı konusunda birçok görüş ileri sürülmüş olsa da geçmişten günümüze kadar sosyolojik veya hukuki bakış açısıyla yapılan tanımlamalar öne çıkmıştır. Tüm bu tanımlamaların ortak amacı ise devletin mahiyetini ortaya koymaktır. Bu anlamda toplumun en asli kurumlarından ve hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak devlet kamu düzenini sağlama, birlik ve dirlik içinde yaşama gibi hayati bir öneme sahiptir. İslama göre devletin gücünü iki kaynaktan aldığını söyleyebiliriz: Hukuk ve Cemaat. Hukuk bir kurallar bütünü olarak devletin üzerine kurulduğu bir zemin; cemaat de bu düzeni kabul eden birbirleri veya devlet ile aralarındaki sorunlarda bu kuralları uygulayan kitledir. Birçok Müslüman düşünür, devletin dünyaya ilişkin varlık gayesini toplumun işbirliği için siyasi bir çatı sağlamak ve İslami ilkeleri toplumda huzur tesis edilmesi için uygulamak olarak görmektedir. Nitekim Hz. Peygamber Medine Devleti’ni kurarken kendisi ve takipçileri arasında siyasi ve sosyal bir birliktelik oluşturmuştur. Mekke'de sadece İslamı kabul edenlere önderlik yaparken Medine'ye hicretten sonra müslümanı ve gayrimüslimiyle şehrin bütün halkına önderlik yapmış böylece devlet için gerekli olan siyasi birlikteliği sağlamıştır. Halk üzendeki yönetim, denetim ve düzenlemeler ise İslami kurallara  göre yapılmıştır.

 İslam, daha ilan edildiği ilk andan itibaren içinde siyasi, sosyolojik, ekonomik ve ulvi amaçların olduğu değişimleri hedeflemiştir. O zamanki siyasi hedef Mekke'de bulunan ve şirke dayalı siyasi düzenin yıkılmasıydı. Sosyal adaletsizliğin ortadan kaldırılması, barış ve düzenin muhafazası refah seviyesinin tüm fertler için olumlu hale gelmesi de diğer amaçlardandı yani fertlerin maddi ve manevi mutluluğunun temin edilmesi öncelikli mesele haline gelmişti. Tüm bu amaçların gerçekleştirilmesi ve sonrasında geliştirilmesi ancak ve ancak fiili bir örgütlenme ile mümkündür. Cemaatin yönetimi ise hakimiyetin tesis edilmesi ile anlam kazanır. Cemaat üzerinde kararlar alan ve uygulayan kamu yararını düzenleyen bu hakim güç en yüksek idari veya hukuki güçtür. Fakat şu da bir gerçektir ki hiç bir toplulukta kişiler hakimiyeti doğrudan icra edemez, fiiliyatta mümkün değildir ve o zamanki islam toplumunda da böyle olmuştur. Ümmet hakimiyeti doğrudan kullanmamıştır; kendisi adına siyasi yetkileri bilfiil kullanan ve ümmetle ilgili İslami hükümleri uygulayan temsilcileri seçer. İslam'ın tek kişi veya tek partinin tahakkümünü kabul etmemesi ile beraber Kuran'ı Kerim'in dayanışmayı da emretmesi nedeniyle devletin oluşumunun halkın onayı ve işbirliğine dayanması gerekmektedir. Bunun içindir ki İslamda Şura ilkesi benimsenmiştir. Danışma kurulu, meclis gibi anlamları olan şura vahiy temelli olup, yönetimin ortaya çıkabilecek diktatörlüğüne karşı durmak öncelikli vazifesidir ve halka kendi kendini idare etme hakkı bu şekilde tanınmış olmaktadır. Bu gerçeklikleri önümüze koyarak şunu söyleyebiliriz: İslami bakış açısında devlet yönetimi altındaki bütün fertlerin siyasi hakları mevcuttur. Tarihsel süreçte İslam içerisinde farklı yorumlar ve bakış açıları ile beraber değişik gruplar, siyasi cemaatler varolmuşsa da anayasal demokrasinin öğeleri olarak siyasi partilerin çağdaş olgular olduğu unutulmamalıdır. Halk ile iktidar arasındaki bağın kurumsallaşması adına varolan siyasi cemaatlerin, aktif grupların partileşme yoluna gitmeleri zaruret haline gelmiştir. Nitekim Ali ve Muaviye olaylarında ayrılığa düşen grupların günümüz siyasi partilerinden de pek farkı olduğu söylenemez. Kitlelerin doğrudan veya dolaylı yollardan yönetime katılması, bir toplumun siyasi ve  sosyal gelişiminde hayati rol oynar.

 Siyasi hayatlarını İslami bakış açısıyla yaşamak isteyen müslüman toplumlara şu önerilebilir: Kuran'ı Kerim hükümleri belirli siyasi yapılar ve seçim usulleri belirlemediği için mevcut olan siyasi düzenlerini İslamileştirmeleri bir başlangıç noktası olabilir. Şeriat anayasalarında yer almasa bile yönetimin çıkardıkları kanunların İslama aykırı olmaması Müslüman toplumları vicdanen rahatlacaktır. Siyasi düzenlerini İslamileştirmek isteyenlerin karşısındaki sınav şudur: İslamın siyaset düzenini yeniden mi keşfetmeye çalışacaklar yoksa siyasi hayatlarında Şura ilkesini kurumsallaştıracaklar mıdır?

 

Haber Ara