Dolar

32,5408

Euro

34,8887

Altın

2.439,54

Bist

9.746,66

Ne olurdu biz de...

10 Yıl Önce Güncellendi

2014-12-24 16:14:58

Ne olurdu biz de...


TİMETURK BLOG | İSLAM MAZHAROĞLU




Müslümanlardan kim var ki Efendimizin hayatını okumuş olsun da etkilenmesin; gözyaşları akmasın; kalbi aşk ateşiyle yanmasın…kim var ki onun güzel siretini, yüce vasıflarını ve mükemmel ahlakını okusun da kendi kusurlarına yanmasın.

        İnsanlığın İslam’la olan imtihanı kadar Müslümanlar’ın da İslam’la imtihan edildiğine şahit oluyoruz günümüzde..İslam’ın aydınlık ve adaletli,merhametli sevecen yüzünü bütün insanlığa kim gösterecek?Batı’da yayılan islamafobinin yayılmasında egemen  dünya güçlerinin planlı,kararlı ve uzun soluklu planlarının ve çalışmalarının olduğunu kabul etmekle beraber bu hususta Müslümanların da ellerinden gelen her şeyi yaparak onların ekmeğine yağ sürdüğünü umarım görürüz.

        İslam yüreğini fethettiği hiçbir insanın kalbine kılıçla(bomba,silah,uçak,vb) okla girmedi…İslam’ın insani ve fıtrata uygun hikmetleri değil miydi fevc fevc Müslüman olmalarını sağlayan amil?

         Ne acıdır ki bu dinin mübelliği olan    Hz. Muhammed ’i  (sav) anlamamız gerektiği gibi anlama konusunda sınıfta kaldık Müslümanlar olarak…

         Resulullah’ın düşmanlarına karşı yapmadığını biz kendimize, kendimizden olanlara yapmaktan çekinmedik.

          Ne olurdu biz dostlarımıza karşı Onun düşmanlarına karşı davrandığı gibi davransaydık…

 

       ”-Gerçek şu ki Allah bana akrabalık bağını koparanlara karşı sılayı rahmi gözetmemi, beni mahrum bırakana vermeyi ve zulmedeni bağışlamamı emretti!”

           Ne olurdu biz çocuklarımıza O Kutlu Nebi’nin hizmetçilere ve işçilere karşı davrandığı gibi davransaydık…

          Yanında hizmet eden bir Yahudi genci vardı. Hastalandığı zaman onu ziyaret etti, başucuna oturarak, halini hatırını sordu ardından da onu İslam’a davet etti;  Yahudi genç de bu nezaket ve letafete kayıtsız kalamadı; İslam’ı kabul etti. Peygamberimiz büyük bir sevinç içinde şöyle buyurdu:

 

       “ –(Beni vesile kılıp da) onu ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun!”

           Ne olurdu biz de doğru bildiğimiz şeyleri kusurumuzdan anlatamadığımız zaman onun kavmine karşı müşfikane tutumunu örnek alsaydık…

           İçinden çıktığı gafiller, cahiller ona eziyet ettiler, yurdundan, Mekke’ den zorla sürgün ettiler, ; onu öldürmek için planlar yaptılar. O kadar ki bir insanın uğrayabileceği bütün eza cefaya düçar oldu. Vakit gelip de Mekke fethedilince\ insanların korkulu ve endişeli bakışları arasında muhteşem bir zafer kazanılmasına rağmen büyük bir tevazuuyla, başı devesinin üzerinde öne doğru eğilmiş bir vaziyette Kâbe’ye geldi. Orada veciz bir hutbe irad etti, gözler yaşardı, insanlar nedamet duygusuyla doldular; tarih ,büyük bir insanlık misaline şahit oldu:

 

         “-Allah hepinizi affetsin, hadi gidiniz, siz özgürsünüz (ve entüm –ut tuleka…)”

          Ne olurdu biz de insanın kerametine, insan haklarına gereken özeni gösterip insana hürmeti şiar edinseydik…

        Allah’ın Elçisi kimseyi dövmedi, kimseye kötü söz de söylemedi. Kimseye lanet etmedi, kimseyi toplum içinde küçük de düşürmedi. Mutlaka düzeltilmesi gereken bir hata gördüğünde hutbeye çıkar ve kimsenin ismini zikretmeden şöyle uyarırdı:

 

          “-Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle yapıyorlar?”

         Ne olurdu biz de üzerimizden hiç çıkarmadığımızkibir elbisesinden, kalbimizdeki haset hastalığından kurtulabilseydik. O; ayakkabısını diker, elbisesini yamar, evini temizler, süt sağar; misafirlerine hizmet eder, yoksula çok lütufkâr davranır, mazlumun yanında yer alır, hastayı ziyaret ederek ona şifa diler, cenazeye eşlik eder, yetim çocuğun başını okşar, açı doyurur, çocuklarla şakalaşır, onlara selam verir, hayvanların haklarına riayet edilmesini tavsiye eder ve şöyle buyururdu:        .

 

         “-Kim Allah için tevazu gösterirse Allah onun ancak derecesini arttırır.”

         Ne olurdu biz de o’nun gibi arabulucu, sulh u salah taraftarı olabilseydik…

       Hacer’ul Esved’in yerine konulması Mekke’nin ileri gelen kavimleri için bir savaş sebebi olacakken Efendimizin eşsiz basireti ve fetaneti sayesinde barış ile kimsenin burnu bile kanamadan ve herkesi mesut edecek şekilde halloldu. Her kavimden bir kişi serginin bir ucundan tutarak taşı yerine koydular ve bir fitne daha doğmadan söndürülmüş oldu.

      Ne olurdu biz de onun gibi isteyene vermeyi şiar edinseydik…

          Hayatının bir döneminde fakir olarak yaşadı. Buğday ekmeğini bile bulamadılar. Sabrı bırakmadı, sıkıntıya göğüs gerdi. Bazı günler bir hurma parçası bile yoktu yemeye. ..Buna rağmen yine de cömertlikte, bağışta,infakta, onunla kimse yarışamadı. Kendinden isteyen muhtaçları geri çevirmedi. Ağzından  “La “  çıkmadı isteyene karşı.…. Çünkü o,”LA “ demek için gönderilmemişti. Ne diyordu Ferazdak:

 

       “Teşehhüdü dışında asla hayır  demedi./    Eğer teşehhüdü olmasaydı  la’sı  neam ‘a  dönerdi.”

        Yine bir başka gün elbisesini isteyen Arabî’ye de hayır diyemediği için kendi elbisesini vermişti. Bu durumda iken yanına gelen Hz Ömer’in Hz Nebi’nin oturduğu hurma dalından yapılmış hasırı görünce üzülerek ağlaması üzerine “sana ne oldu Ya Ömer?” diye sorunca           Hz Ömer:

 ”Ey Allah’ın Resulü Kisra ve Kayser’in kralları altın, gümüş ve ipek içinde debdebeyle yaşarken sen Allah’ın peygamberisin ve bu halde yaşıyorsun…” dedi.

       Cevap, tüylerimizi diken diken edecek cinsten:

 

      “Ey Hattabın oğlu! Sen istemez misin ki dünya onların ,ahiret ise bizim olsun?..”

       Ne olurdu biz de ibadetlerimizden büyük bir keyif alabilseydik de beş vakit namazımız tavuğun önündeki inci gibi durmasaydı önümüzde...

       Hüzünden bunaldığında… aklı yorulduğunda… bastırdığında gam ve keder… yoğunlaştığında sıkıntılar.. facialar üst üste geldiğinde.. musibetler sağanak sağanak indiğinde gökyüzünde, ferman buyururdu Bilal’a:

 

          “ Ey Bilal!  Rahatlat bizi namazla”  

          Ne olurdu biz de insanları irşad etmede onun menhecini uygulasaydık…

          Savaş ganimetleri dağıtılıyordu. Hâkim b. Hizam geldi pay almak için. O, Mekke’nin fethinde Müslüman olmuştu. Bu yüzden İslam’ın prensiplerini tam manasıyla özümseyememişti. Peygamberimizin yanına geldi.”Bana da ganimetten pay ver” dedi. Hz Muhammed ona pay verdi. Sonra tekrar geldi, yine istedi, yine verildi kendisine; sonra üçüncü defa geldi Efendimiz ona yine birçok mal verdi. Arkasından Hakim’e öyle bir söz söyledi ki, Nebi’nin vefatından sonra gelen halifelerden bile bir şey kabul etmez oldu Hakim:

 

         “Ya Hâkim!.. Gerçek şu ki mal tatlıdır, çekicidir… Allah sizi onlar üzerinde emanetçi kılmıştır… Onu nasıl kullanacağınıza bakar… Size dünyada sakınmanızı tavsiye ederim... Veren el, alan elden üstündür!”

          Ne olurdu biz de onu kendi zatını tanıdığı ve tanıttığı gibi tanımış olsaydık…

         O da bir beşerdi…Biz, O' nu öyle ulaşılmaz, peşinden gidilmez, örnekliği hayata yansıtılamaz bir  melek addettik ki ne mümkün örnek almak? Hâlbuki Resulullah (sav) da bizim gibi bir insandı. Hastalanan, üzülen, ağlayan, acıkan, endişe eden, düşünen, sokaklarda gezen, kuru ekmek yiyen... Lakin iman davasında yılmaz bir sabra ve direnme gücüne sahip bir Zat(sav).

       Yanına gelen bir kadının ona derdini anlatırken korku ile titreyerek duruşu karşısında şöyle buyurdu:

 

      “ Korkma! Ben melik değilim; Kureyş `ten, kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum…”       

       Ne olurdu biz de merhametimizin tezahürünü bütün mevcudatta  gösterebilseydik…

       Mekke'nin sert topraklarında vahşileşmiş insanları, kalpleri rakik bir toplum haline getirme yolundaki zorlu mücadele -bu toprakları iyi bilen biri olarak söylüyorum- ancak ve ancak Rahmet Peygamberi olan Efendimiz (sav)tarafından verilebilirdi. Öyle de oldu zaten. Öyle ki Dağlar bile fıtratın /yaratılışın bir eseri olarak O’nun övgüsünden nasibini almıştı:

 

        “Şu dağ (Uhud Dağı) bizi sever, biz de onu severiz…”

          Ne olurdu biz de  Yahudiler’in peygamberlerine yaptığını yapmasaydık…

         Ne olurdu biz de Hristiyanlar’ın  Peygamberlerine yaptığını yapmasaydık..

          Ne olurdu   biz de okuduğumuz ayetleri üzerimize alınsaydık…

          Ne olurdu  biz de bizi bekleyen tehlikelere karşı İLAHİ uyarıya kulak verseydik..

          Ne olurdu biz de OKUDUĞUMUZ Kitabı anlamaya çalışsak da Kuran’da  en çok kıssası anlatılan  Ehl , Kitap’laşma tehlikesinin farkında olsaydık..

          Ne olurdu biz de onlar gibi olmasaydık….

          Onlar Allah’ın kitabını okuyarak  hayatın dışında mehcur bir halde bıraktılar…

           N e olurdu biz de şunu anlasaydık…

           O, ne bazılarının dediği gibi yüceler yücesi insanüstü bir melekti; ne sadece konuşan ve geriye hadis bırakan bir natık, ne cehri veya hafi zikir çeken bir derviş; ne de postacılık mesleği icra eden bizim gibi sıradan bir insandı...

       Allah’ın Elçisi ; gökten vahiy alan, ötelerle irtibatlı bir Ulu'l Azm Peygamberdi... 

         O,Allah’ın verdiği görevi bihakkın yaptı Ve Refiki’l Ala dediği rabbine kavuştu…

       Artık Çağlar ötesinden bize el uzatan o kutlu Resulün(sav) eline sımsıkı sarılma zamanı geldi sanırım.  

    Haydi! Yeniden Onu anlamaya…

     Lakin doğru anlamaya…                   

Haber Ara