Dolar

32,5004

Euro

34,6901

Altın

2.496,45

Bist

9.693,46

İran'ın üç ordusu

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-01-28 10:17:31

İran'ın üç ordusu

Lübnan Hizbullah hareketinin ikinci adamı Şeyh Naim Kasım "Bir Hareketin Anlatılmamış Öyküsü: Hizbullah" kitabında, Hizbullah'ın kurulurken İran istihbaratının oynadığı rolü hiç çekinmeden anlatır. Naim Kasım'a kitabından anlaşıldığına göre Hizbullah, İran İslam Cumhuriyeti'nin rehberlik makamına tüm kalbiyle bağlıdır. Hizbullah örgütünün kuruluş dönemi boyunca yaşanan iç ve dış sorunların birinci ağızdan anlatıldığı kitapta daha da ilginç bir bilgi yer alıyor.

Hizbullah ile İran arasındaki ilişkilerin temel kurgusuna göre Hizbullah, Lübnan'daki iç meselelerle ilgili kendi karar organlarını kullanarak karar özgürlüğüne sahiptir. Ancak Lübnan dışındaki bütün meselelerle ilgili Hizbullah'ın tek fonksiyonu, İran İslam Cumhuriyeti'nin aldığı kararları uygulamakla İran İslam Cumhuriyeti'nin uluslararası istihbarat ağını 1979 yılındaki devrimden sonra güçlenen bir yapılanma olarak düşünmek; Ortadoğu uzmanlarının büyük kısmının sıklıkla düştüğü bir hata. İran, hangi siyasi iklimin etkisinde kalırsa kalsın her zaman Şiilik ve Fars milliyetçiliği spektrumunda olgunlaşmış bir istihbarat ağına sahip olmuştur. 1979 devrimi öncesinde CIA ve MOSSAD ile sıkı ilişkilere sahip olan İran'ın merkezi güvenlik teşkilatı SAVAK, uluslararası gücünü ve etkisini yitirmeden yeni yönetimin eline geçti. Bir diğer deyişle, İran'da devrim süreci devletin bütün kurumsal yapılarını yıprattı ancak istihbarat örgütünün bütünlüğü korundu. 1980'li yıllara göre oldukça modern ve teknik cihazlarla donatılmış olan İran istihbaratının İran - Irak Savaşı sırasında elde ettiği başarılar hala tam olarak anlaşılabilmiş değil. İran'ın paramiliter güçleri ve Kürt milisler tarafından gerçekleştirilen Kerkük saldırısının sırrı hala çözülemedi örneğin. Kürt milislerin tamamı nasıl gerçekleştiği bilinmeksizin İran istihbaratı tarafından örgütlenmiş, Kürt milisler hala izah edilemeyen bir yol üzerinden silahlandırılmış ve Kerkük'e ani bir baskın gerçekleştirilmişti.

İran istihbaratı SAVAMA*, İran - Irak Savaşı gibi bir istihbarat teşkilatını yeterince yoracak bir meşguliyet içerisindeyken Lübnan'da Hizbullah'ın kuruluş sürecini de koordine etmekteydi. Savaş ekonomisine rağmen Lübnan'daki Şiileri silahlandırıyor ve Lübnan genelinde oldukça güçlü istihbarat hücreleri oluşturuyordu. Aynı dönemde Necef, Kerbela ve Basra'daki Şii havzalarında etkinliğini arttırıyor ve Saddam rejimini içeriden rahatsız ediyordu. Bu kadar komplike harekatların tamamını yürütebilen bir istihbarat teşkilatının, birkaç yıllık bir kurumsal hafızayla Ortadoğu gibi bir kaos merkezin böylesine profesyonel süreçleri yönetebilmesi elbette mümkün değil.

İran'ın "Direniş ekseni" olarak nitelendirdiği yapılanmanın çekirdeği aşağı yukarı bu şartlarda oluşturuldu. İran'ı sadece İran sınırları içerisinde kalarak savunamayacağını öngören yeni rejim, Şiilerin bulunduğu bütün bölgelerde bu şartlarda örgütlendi. 1992 ve 1994 yıllarında Arjantin'deki İsrail hedeflerine, İran ve bağlı kıtalar tarafından düzenlenen iki saldırı, agresif istihbarat operasyonlarının da ilk işaretlerini verdi. Arjantin'de yaşayan Lübnanlı nüfusunun arasına Hizbullah mensupları kolaylıkla sızabiliyor ve İran istihbaratı tarafından belirlenen hedefler okyanus ötesi ülkelerde dahi kolaylıkla vurulabiliyordu. Dünyanın bu "tehdit"le yüzleşmesini sağlayan operasyonlar bugün bütün istihbarat örgütleri tarafından Ortadoğu, Avrupa ve ABD'de yeniden kendisini gösterebilecek tehditler olarak değerlendiriliyor. Çünkü Şii inanç çevreleri, dünyanın bütün ülkelerine çeşitli sorunlardan ötürü göç etmiş durumdalar. Devrimden sonra İranlı Şiiler, Lübnan iç savaşı döneminde Lübnanlı Şiiler, İran - Irak Savaşı sırasında Iraklı Şiiler ve Suudi Arabistan'ın politikalarından ötürü Arap yarımadası Şiileri, son otuz yılda yaygın olarak Batılı ülkelere sığındılar.

Büyük fotoğraf, İran istihbaratının küresel yapılanmasını tam olarak hala gösteremiyor. Ancak fotoğrafın sadece görünen kısmı dahi çeyrek asırdan beri fiilen hiçbir savaşa girmeyen İran'ın stratejik güç kazanımını göstermeye yetiyor. Bundan yirmi yıl önce sadece Lübnan'da geniş tabanlı bir milis güce sahip olan İran, artık Lübnan'ın dişe dokunur tek silahlı gücüne hükmediyor. Yine İranlı yetkililerin ifadesine göre, Suriye krizini İran kendi dış politikası açısından fırsata çevirdi ve artık Suriye'de de "Suriye Hizbullahı" olarak tanımladıkları yeni bir askeri teşkilat oluşturdular. Bu askeri teşkilatın izlerini Suriye sahasında da rahatlıkla görmek mümkün. Suriye'nin kuzeyinde Fua, Nubbul, Zehra gibi yerleşim birimlerinin tamamı bu örgütün kontrolünde ve Suriye Ordusu'nun bu bölgelerde herhangi bir rolü yok. Ayrıca Lazkiye, Şam'ın Seyyide Zeynep bölgesi, Humus'un Kuseyr bölgesi ve İdlib'in bazı bölümleri de tamamen bu yeni ordunun kontrolünde. Sadece yazılı kaynaklardan değil saha kaynaklarından da konuyu incelendiğinde açıkça görülüyor ki İran'ın artık Suriye'de belki Lübnan'dakinden daha da güçlü bir ordusu var.

Şunu kabul etmeliyiz ki bütün bölgesel krizleri kendisi için askeri, siyasi ve coğrafi kazanıma dönüştürmeyi amaçlayan İran istihbaratının gerçekten şaşırtıcı bir örgütlenme hızı var. Elbette doğrudan Ali Hamaney'e bağlı çalışan İran Devrim Muhafızları yapılanmasını da İran'ın gelecek projeksiyonundan ayrı düşünemeyiz. Çünkü İran istihbaratı tarafından teşkilatlanan yapıların genellikle kendi ayakları üzerinde durana kadar doğrudan İran Devrim Muhafızları tarafından yoğun şekilde desteklendiği görülüyor. Yakın geçmişte de İranlılar, Irak'ta süregelen krizi başarılı ve hızlı bir şekilde fırsata dönüştürdüler. Yaklaşık altı ay önce Şii havzaların tamamında gönüllü milisler toplamaya başladılar. Sahadan edinilen bilgiler de İran Devrim Muhafızları'nın Irak'ın üç farklı bölgesinde büyük eğitim kampları kurduğu ve Şii milislere şehir savaşı, sabotaj, gayrinizami savaş ve istihbarat eğitimi verdiğini doğruluyor. Dolayısıyla İran'ın Irak'ta yeni bir orduyu eğittiği gerçeğiyle çok yakında yüzleşeceğiz.

Lübnan, Irak ve Suriye'de üç ayrı orduya sahip bir gücün daha da büyümesine küresel güç odaklarının neden müsamaha gösterdiğini bilmiyoruz. Bu gücün, on beş yıldır "El Kaide" tehdidine odaklanmış batılı istihbarat örgütlerinin kör noktasını teşkil ettiği düşüncesi oldukça yaygın. Batılı istihbarat örgütlerinin insan gücü büyük oranda "El Kaide" tehdidini takip için harcanıyor ve bu da İran'a geniş bir hareket alanı açıyor ki bugün Suriye ve Irak'ta yaşanan da bundan ötesi değil. Eğer taraflar arasında bilmediğimiz bir işbirliği yoksa yani Batılı istihbarat örgütleri İran'a hususi olarak alan açmıyorsa en iyimser tabirle batının doğuyu yine yanlış okuduğu bir dönemden geçiyoruz.

Dört yıl evvel Ortadoğu üzerine hesap yapan güçler için İran'ın bölgesel gücü Lübnan'daki milis güçten ibaret sayılıyordu. Artık bu hesapları yapan güçler, İran'ın Lübnan ve Suriye'deki ordularını ve Irak'ta kurulmakta olan ordusunu da hesaba katmak zorunda. Üstelik bu ordular, dört yıl öncesine göre çok daha iyi silahlanmış durumdalar. Çünkü Rusya'nın yürüttüğü yeni asimetrik savaş, Rus silah teknolojisinin ve silah kaçakçılığı piyasasının imkanlarını İran'ın emrine amade kılıyor.

Yeni Ortadoğu, artık eskisine göre kaosa daha yatkın ve siyasi çözümlerin eskisine göre daha imkansız olduğu bir görünüm arzediyor. Çünkü uzun süredir artık bölgenin tek askeri tehdit unsuru "El Kaide"den ya da bölgenin şımarık kabilesi İsrail'de ibaret değil. Eğer bu tehdit daha çok Müslümanın öldürülmesi için batının bilerek şımarttığı ve hareketlerine izin verdiği bir tehdit değilse o zaman Ortadoğu'da herşeyi yeniden düşünmek gerekiyor. Cesur bir tavır ortaya konulmalı çünkü bir devrim savaşı olarak Suriye ve Yemen'de başlayan mücadele gittikçe kartların açık oynandığı bir mezhep savaşları girdabına doğru sürükleniyor.

Murat Hazine

Haber Ara