TİMETÜRK | HABER MERKEZİ
Türkiye'de sol çevrelerin ekseriyeti 1970'den beri Suriye'de yönetimi elinde bulunduran BAAS Partisi'nin 2011 yılından beri halkına karşı verdiği savaşı "Emperyalizme karşı" savaş olarak görmekte. Elbette bu konuda sadece Türkiye'deki sol çevreleri zikrederek konuyu geçmek yeterli değil. Aynı şekilde "Üçüncü yol" bildirisini yayınlanan İslamcıların içerisinde de Beşar Esed'e karşı yürütülen mücadelenin "Emperyalizm" adına olduğunu düşünenler var. Ancak Alisa Mufrec'in hikayesi daha çok Beşar Esed'i bir "anti-emperyalist halk kahramanı" olarak gören sol çevreleri düşünmeye sevk etmeli.
Sosyalist - Aktivist Alisa Mufrec'in kaleminden BAAS zindanlarının hikayesi:
2011'in ilk baharıyla birlikte Beşar Esed diktatörlüğüne karşı yüz binlerce insan demokrasi ve özgürlük talebiyle sokaklara çıktı. Rejimin bu gösterilere verdiği cevap 1970'ten beri bütün siyasal gösterilere verdiği cevaptan farksız değildi. Süresiz gözaltılar, işkenceler ve cezaevinde kaybolmalar...
Sosyalist - Aktivist Alisa Mufrec'in kaleminden BAAS zindanlarının hikayesi:
2011'in ilk baharıyla birlikte Beşar Esed diktatörlüğüne karşı yüz binlerce insan demokrasi ve özgürlük talebiyle sokaklara çıktı. Rejimin bu gösterilere verdiği cevap 1970'ten beri bütün siyasal gösterilere verdiği cevaptan farksız değildi. Süresiz gözaltılar, işkenceler ve cezaevinde kaybolmalar...
Şam'ın Germana bölgesinde Arapça öğretmeni olarak çalışıyordum eşimle birlikte. İkimiz de onlarca yıldır baskı altında tutulan sol eğilimli muhalif bir partinin aktivistleriydik. Aynı zamanda ben kadınların özgürlüğü için çalışan . "Suriyeli Kadınların Yurttaşlık Hakları" isimli bir organizasyonun da kurucusuyum. Devrimin başından bu yana aktif olan bu organizasyonla, Suriyeli kadınların ekonomik imkanlarının iyileştirilmesi, barışın sağlanması ve silahlı gruplar arasındaki çatışmaların bitirilmesi amacıyla çalışan küçük bir organizasyonduk. İlk tutuklanışım 2011 Temmuz'unun yirminci gününe tekabül eder. Altı aktivistle birlikte barışçıl bir gösteride gözaltına alındık, yumruklandık, darp edildik ve Beşar Esed ailesine bağlı Şebbihalar tarafından vücutlarımıza elektrik verildi. Rejim bu şebbiha milislerine gösterileri bastırması için açık çek vermişti ve istediklerini yapabiliyorlardı. Daha sonra Şebbihalar bizi gizli servise bağlı polislere teslim etti. Polis güçlerine teslim edilmeden önce de fiziksel şiddetle yüzleştik. Daha sonra gizli polis bizi "Suçlu Güvenlik Birimi"nde on iki boyunca gözaltında tuttu. Mahkemeye çıkarıldık ve kefaletle serbest bırakıldık. Daha sonra her ne kadar mahkeme bizi aynı olayla ilgili ikinci defa mahkemeye çağrdı.Gitmedik ve daha sonrasında davanın düştüğünü öğrendik.
2012 yılına doğru Şam'da güvenlik durumu kötüleşmeye başladı ve rejimin taktikleri daha da şiddetlendi. 200.000'i aşkın insan gözaltında tutuldu ki bunların pek çoğunu kadınlar ve çocuklar oluşturmaktaydı. 2013 yılının 30 Aralık günü tekrar tutuklandım. Birleşmiş Milletlerin kadınlar ve çocuklarla ilgili bir programına katılmak için vize birimine başvurmuştum. Aynı günlerde kocam için de bir arama kararı vardı ancak ben ikinci kez gözaltına alındığımda kocam saklanmayı başardı. Bu dönemde işime de son verildi.
Gözaltında olmanın en kötü yanı gözaltında ne kadar tutulacağını bilememenizdi. Ayrıca her an ölümle yüz yüzeydik çünkü her gün mahkumlar işkenceyle öldürülebiliyordu. Hayatta kaldığım için kendimi şanslı hissediyorum doğal olarak. Dış dünyayla hiçbir bağlantımız olmadığını ve avukatlarımızla görüşemediğimizi de eklemeliyim. Bir aydan daha fazla süre otuzdan fazla kadınla aynı hücreyi paylaştım. Hepsi farklı suçlamalardan ötürü hücredeydi. Kimisi rejim kuşatmasındaki bölgelere yönelik yardım faaliyetlerinden ötürü, kimisi de muhaliflerle akrabalıklarından ya da asılsız istihbarat raporlarından ötürü tutukluydular. Birlikte kaldığımız hücre hepsi hepsi beş metrekarelik havalandırmasız soğuk bir odaydı ve işkence de mahpus hayatımızın rutinleri arasındaydı. Esed'in zindanlarında kalanlar bu rutini iyi hatırlayacaklardır. Esed'in zindanlarında kırk farklı işkence tekniği uygulanabiliyor. Mahkumları kollarından tavana asma, elektrik verme, dayak,vücuda çivi çakma ve sigara söndürme bu günlük rutinin acı parçalarıydılar. İşkenceye uğrayanların çığlıklarından ötürü neredeyse aklımı kaybedecektim. Aynı zamanda komşu hücrede altmışı aşkın erkek vardı ve haklarında herhangi bir resmi hüküm yoktu. Buna rağmen gardiyanlara göre teröristtik ve her gün dayak yiyorduk.
Bazen bulunduğumuz hücrenin nüfusu azalıyordu ancak bu tahliyelerden dolayı değil işkenceye uğrayıp hayatını kaybedenlerin olmasından dolayıydı..Ancak boşalan yerler hemen doluyordu. Bazı durumlarda işkenceye uğrayanlara yapılan en büyük işkence, işkence sonucu hayatını kaybedenlerin cesetleriyle birlikte yatmaya zorlanmaktı. Hayatta kalanların da vücutlarında bulundukları ortamdan kaynaklanan deri hastalıkları da dahil olmak üzere pek çok yara vardı. Ağır fiziksel işkenceye uğramadığım için kendimi talihli sayabilirdim. Öyle ki bir doktor asılsız bir şekilde Suriye Ordusu'ndan bir askerin kaçırılmasına yardım ettiği suçlamasıyla saçlarından tavana asıldı. Bedeni suyun içindeyken de vücuduna elektrik veriliyordu. Bilincini kaybedene kadar devam etti.
Saatlerce, günlerce, gecelerce süren sorgulardan ötürü depresif bir ruh hali içerisindeydik. Gözlerimiz kapalı, ellerimiz kelepçeli bir halde sorgu odalarına sürükleniyorduk. Sorgucu defalarca beni tokatlıyor ve hakkımdaki asılsız iddiaların yazılı olduğu bir kağıdı imzalamamı emrediyordu. Kırk gün süren ikinci gözaltının sonunda güvenlik birimlerine bağlı başka bir merkeze nakledildim. Ta ki hükümet güçleriyle muhalifler arasındaki bir müzakere başlayana kadar orada tutuldum ki o müzakereler sonucu serbest bırakılacak kadar şanslıydım. Bu "müzakereler" genelde şöyle şekilleniyordu: Rejim bir bölgeyi muhasara altına alıyor ve silahlı direnişçileri bir yerleşim biriminde sıkıştırıp o beldede açlık başlayana kadar bu muhasarayı kaldırmıyordu. Halk arasında açlık baş gösterince de buradaki askeri direniş unsurları halkın içinde bulunduğu sıkıntıyı giderebilmek adına rejim lehine tavizlerin verildiği müzakereleri yapmak durumunda kalıyorlardı.Zaman zaman bu müzakereler sonucunda bazen rejim zindanlarında kalanlar takas ediliyorlardı. Ben de bu süreçte takas edilenlerdendim.
Dışarı çıktığımda kocamın iki çocuğumuzla birlikte Lübnan sınırına kaçmayı başardığını öğrendim. Salıverildikten sonra da Şam'da ikamet etmek zorunda bırakılmıştım ve bunun üzerine bir de seyahat yasağı almıştım. Suriye hukuku kadınların haklarını tanımadığı için bu süreçte çocuklarımın velayetinden de mahrum bırakıldım. Nihayetinde bir yargıç bana geçici seyahat izni verdi ve Beyrut'a gidip ilgili makamlardan sığınma talebinde bulundum. Ancak çocuklarım eğitim hakkından mahrumdu ve ben de artık işsizdim.
Gözaltında olmanın en kötü yanı gözaltında ne kadar tutulacağını bilememenizdi. Ayrıca her an ölümle yüz yüzeydik çünkü her gün mahkumlar işkenceyle öldürülebiliyordu. Hayatta kaldığım için kendimi şanslı hissediyorum doğal olarak. Dış dünyayla hiçbir bağlantımız olmadığını ve avukatlarımızla görüşemediğimizi de eklemeliyim. Bir aydan daha fazla süre otuzdan fazla kadınla aynı hücreyi paylaştım. Hepsi farklı suçlamalardan ötürü hücredeydi. Kimisi rejim kuşatmasındaki bölgelere yönelik yardım faaliyetlerinden ötürü, kimisi de muhaliflerle akrabalıklarından ya da asılsız istihbarat raporlarından ötürü tutukluydular. Birlikte kaldığımız hücre hepsi hepsi beş metrekarelik havalandırmasız soğuk bir odaydı ve işkence de mahpus hayatımızın rutinleri arasındaydı. Esed'in zindanlarında kalanlar bu rutini iyi hatırlayacaklardır. Esed'in zindanlarında kırk farklı işkence tekniği uygulanabiliyor. Mahkumları kollarından tavana asma, elektrik verme, dayak,vücuda çivi çakma ve sigara söndürme bu günlük rutinin acı parçalarıydılar. İşkenceye uğrayanların çığlıklarından ötürü neredeyse aklımı kaybedecektim. Aynı zamanda komşu hücrede altmışı aşkın erkek vardı ve haklarında herhangi bir resmi hüküm yoktu. Buna rağmen gardiyanlara göre teröristtik ve her gün dayak yiyorduk.
Bazen bulunduğumuz hücrenin nüfusu azalıyordu ancak bu tahliyelerden dolayı değil işkenceye uğrayıp hayatını kaybedenlerin olmasından dolayıydı..Ancak boşalan yerler hemen doluyordu. Bazı durumlarda işkenceye uğrayanlara yapılan en büyük işkence, işkence sonucu hayatını kaybedenlerin cesetleriyle birlikte yatmaya zorlanmaktı. Hayatta kalanların da vücutlarında bulundukları ortamdan kaynaklanan deri hastalıkları da dahil olmak üzere pek çok yara vardı. Ağır fiziksel işkenceye uğramadığım için kendimi talihli sayabilirdim. Öyle ki bir doktor asılsız bir şekilde Suriye Ordusu'ndan bir askerin kaçırılmasına yardım ettiği suçlamasıyla saçlarından tavana asıldı. Bedeni suyun içindeyken de vücuduna elektrik veriliyordu. Bilincini kaybedene kadar devam etti.
Saatlerce, günlerce, gecelerce süren sorgulardan ötürü depresif bir ruh hali içerisindeydik. Gözlerimiz kapalı, ellerimiz kelepçeli bir halde sorgu odalarına sürükleniyorduk. Sorgucu defalarca beni tokatlıyor ve hakkımdaki asılsız iddiaların yazılı olduğu bir kağıdı imzalamamı emrediyordu. Kırk gün süren ikinci gözaltının sonunda güvenlik birimlerine bağlı başka bir merkeze nakledildim. Ta ki hükümet güçleriyle muhalifler arasındaki bir müzakere başlayana kadar orada tutuldum ki o müzakereler sonucu serbest bırakılacak kadar şanslıydım. Bu "müzakereler" genelde şöyle şekilleniyordu: Rejim bir bölgeyi muhasara altına alıyor ve silahlı direnişçileri bir yerleşim biriminde sıkıştırıp o beldede açlık başlayana kadar bu muhasarayı kaldırmıyordu. Halk arasında açlık baş gösterince de buradaki askeri direniş unsurları halkın içinde bulunduğu sıkıntıyı giderebilmek adına rejim lehine tavizlerin verildiği müzakereleri yapmak durumunda kalıyorlardı.Zaman zaman bu müzakereler sonucunda bazen rejim zindanlarında kalanlar takas ediliyorlardı. Ben de bu süreçte takas edilenlerdendim.
Dışarı çıktığımda kocamın iki çocuğumuzla birlikte Lübnan sınırına kaçmayı başardığını öğrendim. Salıverildikten sonra da Şam'da ikamet etmek zorunda bırakılmıştım ve bunun üzerine bir de seyahat yasağı almıştım. Suriye hukuku kadınların haklarını tanımadığı için bu süreçte çocuklarımın velayetinden de mahrum bırakıldım. Nihayetinde bir yargıç bana geçici seyahat izni verdi ve Beyrut'a gidip ilgili makamlardan sığınma talebinde bulundum. Ancak çocuklarım eğitim hakkından mahrumdu ve ben de artık işsizdim.
Esed'in zindanlarını gören ve bu acıyı yaşayan insanlar artık uluslararası toplumu Suriye zindanlarındaki felaketlerden haberdar etmeliler. Uluslararası toplum bu zalimane baskıyı yaşayan insanların sesiyle yüzleşmeli. Uluslararası toplum da artık rejim ve muhalifleri aynı masaya oturtmalı ve sorunun müzakereyle çözülmesini temin etmeli. Bu müzakere için karşılıklı cinayetlerin durdurulması ön şart olmalı. Öte yandan uluslararası gözlemciler de Suriye zindanlarına girmeli ve oradaki mahkumların yaşadığı şartları gözlemleyebilmeliler. Eğer fırsat bulabilirsem ölümcül çatışmalara rağmen ülkeme dönmek istiyorum. Aynı zamanda bu müzakerelerin sonuçlanması ve kendi haklarını da alabilmek adına Suriye kadınları da masada olmalı...
Bu metin Suriyeli sosyalist - aktivist Alisa Mufrec tarafından New York Times için 'Inside Syria's jail' başlığıyla kaleme alınmıştır ve TİMETÜRK tarafından Türkçe'ye aktarılmıştır. Alisa Mufrec, hayatına halen Lübnan'da bir mülteci olarak devam etmektedir.