Dolar

32,5004

Euro

34,6901

Altın

2.496,45

Bist

9.693,46

Mezhebi dinleştirmekle dini mezhepleştirmek arasında

Vahdet gazetesi yazarı Ebubekir Sifil, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İran ziyaretinde ve dönüşte yaptığı açıklamaları köşesinde değerlendirdi. İşte Ebubekir Sifil'in yazısı:

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-04-17 13:58:58

Mezhebi dinleştirmekle dini mezhepleştirmek arasında

Sa­yın Cum­hur­baş­ka­nı­‘nın İran dö­nü­şü Kut­lu Do­ğum Haf­ta­sı açı­lış prog­ra­mın­da­ki ko­nuş­ma­sın­da kul­lan­dı­ğı bir kı­sım ifa­de­ler İs­la­mî has­sa­si­yet sa­hi­bi ka­mu­oyun­da fark­lı de­ğer­len­dir­me­le­re yol aç­tı. İl­mî so­rum­lu­luk ge­re­ği bu me­se­le hak­kın­da doğ­ru bil­di­ği­mi söy­le­mek du­ru­mun­da­yım. Ön­ce kı­sa­ca ne de­di­ği­ne ba­ka­lım, ar­dın­dan dü­şün­ce­le­ri­mi pay­la­şa­yım:

“Al­la­h’­ın sa­lat ve se­la­mı, efen­di­miz, reh­be­ri­miz, can­lar ca­nı Mu­ham­med Mus­ta­fa­’-nın ve Ehl-i Bey­ti­nin üze­ri­ne ol­sun. Al­la­h’­ın se­la­mı As­hab-ı Ki­ra­m’­ın ve 14 asır­dır tüm in­san­lı­ğı ay­dın­la­tan tüm alim­le­rin, ev­li­ya­la­rın, gö­nül in­san­la­rı­nın üze­ri­ne ol­sun. (…) Bi­zim Sün­nî­lik di­ye bir di­ni­miz yok­tur. Bi­zim Şi­a di­ye bir di­ni­miz yok­tur. Bi­zim tek di­ni­miz İs­la­m’­dır. Mez­he­bi­ni din edin­miş olan­lar­la ba­şı­mız dert­te. (…) DE­AŞ gi­bi te­rör ör­güt­le­ri­nin yol aç­tı­ğı tah­ri­bat İs­lam düş­man­la­rı­nın ça­ba­la­rı­nı da­hi ge­ri­de bı­ra­ka­cak dü­ze­ye ulaş­mış du­rum­da­…”

Sa­yın Cum­hur­baş­ka­nı­‘nın kas­tı bel­li ki, Müs­lü­man­la­rın yek­vü­cut ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni vur­gu­la­mak, dün­ya­da İs­la­m’­ın yan­lış/kö­tü al­gı­lan­ma­sı­na yol aça­cak olu­şum­la­ra dik­kat çek­mek, mez­he­bî ai­di­yet­le­ri di­nî ai­di­yet­le­rin önü­ne ge­çir­me­nin yan­lış­lı­ğı­nı di­le ge­tir­mek, özel­lik­le bu­gü­nün dün­ya­sın­da bir­bi­ri­ne düş­man grup­la­ra bö­lü­nüp bir­bi­riy­le mü­ca­de­le et­me­nin Müs­lü­man­la­ra za­rar­dan baş­ka bir şey ge­tir­me­ye­ce­ği ger­çe­ği­nin al­tı­nı çiz­mek.

Üm­met ara­sın­da iti­ka­dî fır­ka­laş­ma ol­gu­su­nun ta­ri­hi ilk asır­la­ra ka­dar gi­der ve her fır­ka­nın elin­de, ken­di ka­bul­le­ri­ni mut­lak­laş­tı­rır­ken da­yan­dı­ğı de­lil­ler var­dır. Di­n’­in, bu du­ru­mun oluş­tur­du­ğu gö­re­ce­li­li­ğe/iza­fi­li­ğe kur­ban edil­me­si­nin önü­ne geç­mek için bir sı­nır be­lir­le­mek ge­re­kir. Bu sı­nı­rı “za­rû­rât-ı dî­niy­ye­” oluş­tu­rur; “Di­n’­den ol­du­ğu za­ru­ret­le sa­bit olan hu­sus­la­r” ya­ni. Din içi iti­ka­dî ay­rış­ma­la­rın to­le­re edi­le­bi­le­ce­ği alan, bu sı­nı­rın için­de bu­lu­nan alan­dır. Bu sı­nı­rın dı­şı­na ta­şıl­dı­ğı za­man Di­n’­in te­mel sa­bi­te­le­ri ih­lal edil­miş olur ki, hiç­bir din böy­le bir şe­yi onay­la­maz. Onay­lar­sa, sa­bi­te­le­ri­ni/ha­kiy­ye­ti­ni tar­tış­ma­ya biz­zat ken­di eliy­le aç­mış olur.

Esa­sen “fır­ka­laş­ma­” va­kı­asın­da gör­dü­ğü­müz odur ki, Üm­met, hep­si de tar­tış­ma­lı/iza­fî bir kı­sım ge­rek­çe­le­re da­ya­na­rak ken­di ara­sın­da bö­lü­nüp, “meş­ru­iye­t” nok­ta­sın­da bir­bi­rin­den fark­lı ol­ma­yan id­di­alar­la grup­la­ra ay­rıl­mış de­ğil­dir. Va­kı­a şu­dur: Üm­me­t’­in ana göv­de­si Sa­ha­be dö­ne­min­den be­ri var­lı­ğı­nı hep ko­ru­muş, sür­dür­müş­tür. “Fır­ka­laş­ma­”, bu ana göv­de­den za­man için­de şu ve­ya bu ge­rek­çey­le ay­rı­lan­la­rın oluş­tur­du­ğu bir va­kı­adır. Do­la­yı­sıy­la “a­na göv­de­” ile “ay­rı­lan­la­r”­ı ay­nı ke­fe­ye ko­yup ay­nı hi­ta­ba mu­ha­tap et­mek doğ­ru ol­maz.

Hz. Ali (r.a)’ın or­du­sun­day­ken “Ha­kem ola­yı­“na iti­raz­la ken­di­si dı­şın­da­ki bü­tün ta­raf­la­rı tek­fir ede­rek hep­sin­den ay­rı­lan Ha­ri­cî­ler ilk iti­ka­dî ay­rış­ma­nın al­tı­na im­za atan ke­sim ol­du. (Bir sü­re son­ra da ken­di ara­la­rın­da bö­lü­nüp bir­bir­le­ri­ni tek­fir et­ti­ler.)

Bu ay­rış­ma­da Ha­ri­cî­ler mi, yok­sa Üm­me­t’­in ge­ri ka­lan ke­si­mi mi hak­lıy­dı? Bu­gün ar­tık “Ha­ri­cî­li­k” di­ye ak­tü­el bir prob­lem mev­cut ol­ma­dı­ğı için o ya­şa­nan­la­ra “Ha­ri­cî­ler hak­sız­dı­“ teş­hi­si koy­mak­ta te­red­düt et­mi­yo­ruz bel­ki, ama bu ha­di­se­yi tah­lil eder­ken Üm­me­t’­in ge­ri ka­lan ke­si­mi­ni Ha­ri­cî­ler­le ay­nı ke­fe­ye ko­yup “mez­he­bi di­nin önü­ne ge­çir­me­k”­le it­ham et­mek ne ka­dar ger­çek­çi ve hak­ka­ni­yet­li olur?

Ya­hut Ceb­ri­ye­’nin, ku­lun gü­na­hı­nı Al­la­h’­a yük­le­yen-bir kı­sım Eme­vî ida­re­ci­le­ri ta­ra­fın­dan ha­ra­ret­le des­tek­len­miş – gö­rüş­le­ri ko­nu­sun­da bu­gün ra­hat­lık­la be­nim­se­di­ği­miz mah­kûm edi­ci ta­vır ile Cum­hur-u Üm­me­t’­in müs­ta­kim tu­tu­mu­nu ay­nı cüm­le içi­ne yer­leş­ti­rip eti­ket­le­mek ne ka­dar adil olur?.

Sa­yın Cum­hur­baş­ka­nı­‘nın ifa­de­le­ri­ni, kon­jonk­tü­rel ge­liş­me­ler öze­lin­de “si­ya­se­te­n” söy­len­miş söz­ler ola­rak an­la­mak bel­ki müm­kün­dür. An­cak bu söy­le­min – va­kı­ayı yan­sıt­ma­ma­sı bir ya­na- pra­tik­ta IŞİD/DE­AŞ ya da Şi­a’­nın tu­tu­mu­nu de­ğil, Ehl-i Sün­ne­t’­in ai­di­yet bi­lin­ci­ni za­yıf­lat­mak­tan baş­ka bir iş­le­vi ol­ma­ya­ca­ğı açık­tır. Bu ifa­de­le­rin, mil­le­ti ta­rih­sel kök­le­riy­le, “me­de­ni­ye­t” ufuk ve viz­yo­nuy­la ye­ni­den bu­luş­tur­ma yo­lun­da bü­yük me­sa­fe­ler kat et­miş bir ha­re­ke­tin li­de­rin­den su­du­ru­nun an­cak böy­le bir et­ki­si ola­cak­tır.

O met­ni Sa­yın Cum­hur­baş­ka­nı­nın önü­ne ko­yan­lar­dan, böy­le­si has­sas bir me­se­le­de da­ha iyi dü­şü­nül­müş bir me­tin, da­ha bir özen­le se­çil­miş ke­li­me ve ifa­de­ler bek­le­mek hak­kı­mız­dır di­ye dü­şü­nü­yo­rum. O ko­nuş­ma­yı ha­zır­la­yan­lar o söz­le­rin ba­şıy­la so­nu ara­sın­da çe­liş­ki­yi de mi fark ede­me­miş­tir? “Al­la­h’­ın se­la­mı As­hab-ı Ki­ra­m’­ın… üze­ri­ne ol­su­n” cüm­le­si bir ke­sim ba­kı­mın­dan “mez­hep­çi­li­k” yaf­ta­sı­nı hak et­mek için faz­la­sıy­la ye­ter­liy­ken, emi­nim ki Sa­ha­be, Sa­yın Cum­hur­baş­ka­nı için “kır­mı­zı çiz­gi­”dir!

Ne ya­pa­ca­ğız şim­di?

Haber Ara