Dolar

34,5686

Euro

36,2243

Altın

2.986,94

Bist

9.367,77

Sınır dışı tehdidi AB'den gelseydi...

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-04-08 07:40:00

Sınır dışı tehdidi AB'den gelseydi...

Nisan Ermeni halkı için ayların en zalimidir; her yıl bu zamanda süregiden bir trajedinin ve aşağılanmanın acısını yaşamak zorunda kalırlar. Trajedi, Osmanlı Müslüman halifeliğin atalarını kitleler halinde yok etmesini anmaktır;
devletin planladığı bu toplu katliam kampanyası Nisan 1915’te başlamıştı. Aşağılanmaysa her yıl Türk yetkililerin bu korkunç olayların yaşandığını ya da cinayetlerin ‘soykırım’ teşkil ettiğini rahatça inkâr ettiğini duymaktır.
Teknik ve akademik manada, soykırım kelimesi aslında burada uygun düşmüyor, zira lügatımıza
ancak 1943’te girdi. (Kavram Raphael Lemkin adlı bir akademisyen tarafından ortaya atıldı. Lemkin, o daha da korkunç yılda, ırkçılıkla kan dökme şehveti arasındaki kesişimi ifade eden hukuki bir kavram bulmayı istemiş ve Ermenistan’ı o dönem Polonya’da yaşananlar için örnek olarak almıştı.) 

Ermeni mirası silindi
Bense ABD’nin o dönemki Türkiye büyükelçisi Henry Morgenthau’nun kullandığı kavramı tercih ediyorum. Konsolosluk görevlilerinin bilhassa Harput ve Van’daki vahim olaylara dair kendisine anlattıklarını Washington’a rapor eden büyükelçi, şu çarpıcı ifadeyi kullanmıştı: ‘Irk imhası’. Morgenthau’nun kendi içinde yeterince korkunç olan ifadesi, sonrasında Ermenilerin hayatına dair bütün izlerin, Ermeni kiliselerinin, kütüphanelerinin ve kurumlarının yerle bir edilmesinden resmi Türk haritalarının ve ders kitaplarının vaktiyle Ermenistan diye bir yer olduğunu inkâr etmek için pervasızca değiştirilmesine kadar silinmesini içermiyordu.
Bu yıl ABD Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi ve İsveç parlamentosu, katliama gerçek adını koymaya karar veren ve sayıları giderek artan siyasi kurumlar arasındaki yerlerini aldı. Türkiye Başbakanı ve İslamcı iktidar partisinin lideri Tayyip Erdoğan’ın bu kararlara cevaben yaptığı açıklamaysa şuydu: “Bakın benim ülkemde, 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama 100 binini ülkemizde şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu 100 binine hadi siz de memleketinize diyeceğim, bunu yapacağım. Niye? Benim vatandaşım değil bunlar. Ülkemde de tutmak zorunda değilim.”
Bu olağanüstü tehdit, köhnemiş bir kasabadaki aptalca bir toplantıda savrulmadı. Britanya’da, 17 Mart’ta, BBC’nin Türkçe servisine verilen bir mülakatta dile getirildi. Türkiye’nin bir numaralı devlet adamının ne demeye çalıştığı açıkça ortada: Demokratik meclisler Ermenilerin 20. asırda etnik temizliğe maruz bırakıldığını ağızlarına alma cüretini gösterirlerse, bu temizliği 21. asırda şahsen tamamlarım!
Nereden başlamalı? AB’nin, ki bu birliğe üyelik Türkiye’nin ilan ettiği bir hedef, dört bir köşesinde çok sayıda Türk ‘misafir işçilere’ rastlanabilir. Avrupalı bir başbakan bütün Türklerin kitlesel olarak sınırdışı edilmesini istese, dünya buna nasıl tepki verirdi? Ancak Erdoğan’ın yabancı düşmanı demagojisi Washington veya Brüksel’den en ufak bir kınama almadı. Erdoğan komşu Ermenistan’dan gelen ve ‘idare edilen’ ekonomik mültecilerin sayısını muhtemelen abarttı, fakat zihninde böyle bir sayı tutuyor olması ve hayatta kalan bir avuç Türkiyeli Ermeni’nin de sayısını hesaplaması ilginç değil mi?
Bu çıkış, Erdoğan’ın dengesiz bir kişiliği olduğuna dair zaten güçlü olan kanıyı daha da kuvvetlendiriyor. Ocak 2009’da Davos’ta, Arap Birliği genel sekreteri ve İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’le birlikte katıldığı bir panelde kıyameti koparmış, mosmor bir suratla kendisini sakinleştirmeye çalışan moderatörün kolunu sıkıca tutmuştu. O olayda, İsraillilerin Gazze’de ‘insan öldürmeyi’ iyi bildiğini haykırmıştı - doğru olabilir, fakat yaşananlar kendisi açısından en iyi ihtimalle bir çekememezliği açığa vuruyor gibi görünüyor. Konuştuğum Türk milliyetçileri de Erdoğan’ın kontrolden çıktığını, zira moderatörlük yapan Washington Post yazarı David Ignatius’un Ermeni kökenli olmasından hoşlanmadığını söylüyor. Bundan kısa süre sonra Türkiye’deki NATO zirvesin-de Erdoğan, eski Danimarka başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in ittifakın yeni başkanı seçilmesi önerisi karşısında bir başka öfke nöbeti geçirdi. Bu olayda da Erdoğan’ın besbelli ki pamuk ipliğine bağlı itidalini yitirmesine yol açan şey, Danimarka’da yayımlanan Hz. Muhammed karikatürleriydi.

İnkâr yeni suçlara yol açıyor
Süregiden inkâr bizzat Türkiye’de vahim kültürel ve siyasi sonuçlara yol açıyor. Ülkenin en ünlü romancısı Orhan Pamuk, Tükiye’nin Ermenistan’ın yok edilmesinde rol oynadığını kabul ettiği için 2005’te mahkeme önüne çıkarıldı. Nobel Ödülü’nü kazanmamış olsaydı, tıpkı Murat Belge gibi önde gelen ve cesur entelektüeller gibi, başı epey ağrıyabilirdi. Türkiyeli Ermeni editör Hrant Dink, ki o da geçmişin tartışılmasını yasaklayan kanunlara dayanılarak yargılanmıştı, sokak ortasında, cinayetin sonrasında sevinçle gülen ve sırtını sıvazlayan polislerin arasında fotoğrafı çekilecek olan bir suikastçı tarafından vurulup öldürüldü.
Bir başka deyişle, ilk suç kendisinin üzerini örtmeye yönelik bütün çabalara baskın çıkıyor. Ve inkâr, devam eden ikincil suçları gerekli kılıyor. 1955’te İstanbul’da meydana gelen devlet destekli bir ‘pogrom’da, binlerce Yahudi, Rum ve diğer kafirlerin yanı sıra kentin kalan Ermenilerinin de çoğu saldırıya uğramıştı. Devlet tarafından kodlanan zorunlu Türklük kavramı, ülkenin muazzam büyüklükteki Kürt nüfusunun haklarını inkâr etmenin ve dillerini ortadan kaldırmanın yanı sıra, AB’nin demokratik bir üyesi olan Kıbrıs’ta silahlı bir yerleşimci ve işgalci
kolonisi yaratmak için kullanıldı.

Ölülerin çığlığı durmayacak
Dolayısıyla, Türkiye için dehşet verici kişilik bozukluklarından mustarip bir başbakana sahip olmak sadece felaket anlamına gelmiyor. Bu şartlar altında, Erdoğan’ın büyük ülkesi AB üyesi veya güvenilir bir NATO üyesi olmayı
hiçbir zaman umut edemez. Ve tarih açıkgözlüdür: Ermenistan’ın ölüleri çığlık atmaktan hiç vazgeçmeyecektir. Onlar adına biz de vazgeçmemeliyiz.
Bırakın, diğer parlamentolar ve kongreler Ermenistan’ı tartışıp onun hakkındaki gerçeği ararken, Türkiye’nin değişken lideri istediği gibi köpürsün. Ortadaki tuhaf gerçek hâlâ şu: Bu sorunu tartışması gereken tek parlamentonun, yani Türkiye meclisinin, bunu yapması kendi yasaları tarafından yasaklanıyor. Hal böyleyken, Türkler kendilerinden beklenen özrü sunana dek, bu işi onlar yerine biz yapacağız ve bunun için özür de dilemeyeceğiz. (ABD merkezli internet sitesi SLate, 5 Nisan 2010)

Radikal

Haber Ara