Dolar

34,3493

Euro

37,4206

Altın

3.015,16

Bist

8.663,88

Türkiye neyse ki rengini belli etti...

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-04-22 02:02:00

Türkiye neyse ki rengini belli etti...
Ayın gözden kaçan en önemli haberi Fransa dışişleri bakanının açıklaması olmalı; Bernard Kouchner Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını artık desteklemediğini söyledi. Gerekçesi basit ve anlaşılır; yanı sıra ABD Başkanı Barack Obama'nın 'tatlı dil' diplomasi okulu için muazzam etkiler yapacak nitelikte.
Strasbourg'da düzenlenen NATO zirvesinde ittifakın Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen'i yeni genel sekreteri sıfatıyla onaylamasının formalite olacağı düşünülmüştü. Fakat Türk heyeti atamayı veto etme tehdidi savurdu. Türkiye'nin karşı çıkışının gerekçeleri epey önemliydi. En önemlisi de, 2005'te Danimarka'da Hz. Muhammed'i hicveden bazı karikatürlerin yayımlanmış olmasıydı. Ülkesine yönelik örgütlü bir şiddet ve boykot kampanyası yürütülmesine ve sözüm ona 'İslami' devletlerden gelen elçi heyetinin talebine karşın Rasmussen tutarlı bir tavırla, Danimarka basınına müdahale etmesini yasaklayan ülke hukukuna uygun hareket etti. Yıllar sonra bu husustaki kızgınlık (kendi anayasası uyarınca 'İslami' bir ülke olmayan) Türkiye'nin NATO zirvesini üye bir ülkenin içişlerine bir kez daha müdahale etme çabasıyla fırsat olarak kullanmasına yol açtı.

Sansür dayatmak istiyor
Türkiye'nin itirazının ikinci gerekçesi de dikkate değer. Bir televizyon kanalı Danimarka topraklarından, Türkiye'de ve başka yerlerdeki Kürtlere yönelik Kürtçe yayın yapıyor. Göründüğü kadarıyla bütün Avrupa hükümetlerinin kendisi gibi pervasız olduğuna inanan Ankara'daki hükümet Danimarka'nın elinden geleni ardına koymayıp kanalı kapatıvermesi konusunda fena halde ısrarlı. Açık toplum ve hukukun üstünlüğü kavramlarında yine gitgelli davranan (kanal Ankara'nın iddia ettiği gibi terörizme sempati besliyorsa, takip edilmesi gereken prosedürler var) Türk yetkilileri, başkalarına istediğini emirle yaptırma çabasında.
Kouchner'in bir söyleşide belirttiği gibi, bütün bunların etkileri son derece ciddi. ?Yapılan baskı karşısında afalladım. Türkiye'nin daha dini bir istikamete, daha zayıf bir laikliğe evrilmesi beni endişelendiriyor? diyordu. Bu meselenin mümkün olan en yumuşak kelimelerle ifadesiydi. Bu Türkiye'deki bir siyasi partinin ülkenin kendi tarihsel laikliğinin altını oyması meselesinden ibaret değil. Türkiye İslamcı ve şovenist politikalarını başka bir Avrupa ülkesine de (ve aslında NATO'ya) dayatmaya çalışıyor. Ve AB'ye kabul edilmeden böyle davranıyorsa, birliğin kurullarında üye sıfatıyla veto yetkisine sahip olursa nasıl davranacağına dair soru işaretleri ortaya çıkıyor.
Tam aksi bir örnek olarak tekrar birleşen federal Almanya gösterilebilir. Bir anda AB'nin en büyük ekonomik gücü haline gelen Almanya kendisini komşularına göre ayarladı ve ?Almanlaşmış Avrupa değil, Avrupalaşmış Almanya? sloganını benimsedi. Türkiye içinse tam tersi geçerli. Birlikleri bir AB üyesinin (Kıbrıs) topraklarının üçte birini işgal altında tutuyor ve şimdi de NATO üyeliğini ortak savunma içinde omuz omuza durduğunu iddia ettiği küçük üyelerden birinin gözünü korkutma çabasıyla suiistimal ediyor. Danimarka'nın Türkiye'deki Kürtleri tanıması konusunda anlaşılmaz tavırlar sergilemeyi sürdürüyor.
Obama NATO zirvesinde yumuşatıcı armağanları masaya koydu ve Türkleri Rasmussen konusundaki vetolarını geri çekmeye ikna etti. Bu anlaşmanın bedeli konusunda farklı iddialar var, fakat önemli bazı görevlerin Türk adaylara ikram edildiği anlaşılıyor. Çok daha önemlisi Fransa dışişleri bakanının önceki tutumunu terk edip şunu söylemesi: ?Avrupa'ya kimin gelip gelmeyeceğine karar vermek Amerikalıların işi değil. Kendi işimizi kendimiz görürüz.? Bu sözleri şöyle okumak da mümkün: Obama'nın 'sakin diplomasisi' Türkleri geçici olarak yatıştırdı, fakat belki de Fransızları kalıcı olarak yabancılaştırdı ve ABD'nin Türkiye'nin AB üyeliğine dair hedefinin gerçekleşmemesi ihtimalini güçlendirdi. Ve Atlantik'in diğer yakasındaki itibarımızı yenileme fikri için çok fazla yatırım yapan bir yönetimden söz ediyoruz. Bunun sadece tatlılıkla yapılamadığı ortada.
Türkiye'nin AB üyeliği meselesinde eskiden her iki teze de dikkat çekerdim. Türkiye'yi kabul etmek ülkenin modernleşmesini sağlayabilir, dışlamaksa öfkeyi ve istikrarsızlığı besleyebilir, hatta yeniden sözüm ona-Atatürkçü bir askeri yönetime yol açabilir. Diğer yandan üyelik durumunda Avrupa'nın sınırları İran ve Irak'a, hassas Kafkaslara dayanacak, böylece Türkiye (şu değişmeyen klişeyi kullanırsak) Doğu'yla Batı arasında 'köprü' olmaktan ziyade, bir tünel haline gelecek.

İslamileşmenin aracısı
Strasbourg krizi bütün resmi açıklığa kavuşturuyor ve bu kadar zamanında uyarıldığımız için zirveye şükretmeliyiz. Türkiye NATO ve AB üyeliğinin bütün imtiyazlarını talep ediyor, fakat aynı zamanda Kıbrıs'ı işgal etmeye, Kürtleri haklarından mahrum bırakmaya ve Ermeni soykırımı konusunda yalan söylemeye
devam etmek istiyor. Hepsinden önemlisi, şu an İslamileşmenin bir aracısı olarak davranma arzusunda ve bir savunma ittifakının vaktini, bir başka üyenin basınını sansürlemeye çalışarak heba etme cüreti gösteriyor! Kouchner söylediklerinde çok haklıydı ve Türk yetkililer üyelik süreçlerinin başarısızlığından dolayı bundan böyle düşmanlarının bitmek bilmez
komplolarını değil, eski dostlarının geç kalmış uyanışını suçlasınlar. (Slate, ABD merkezli internet sitesi, 20 Nisan 2009) Radikal
SON VİDEO HABER

Esenyurt'ta DEM'liler bölücü sloganlarla yürüdü

Haber Ara