Türkiye, uluslararası işleyişe ve anlayışa açık hale gelmiştir. Seçimlerde bunu açıkça görmek mümkündür. Seçim sadece iç problemlere nasıl çare bulunur ve iç hizmetler nasıl yürütülür ile yürümüyor.
Dış dünyayla irtibat nasıl sağlanır, hangi ülke hangi partiyi daha fazla kayırır, hangi ülke hangi partinin iktidara gelmesini istemez.
Bu seçimde bir adım daha ileri gidildi hangi parti ne kadar oy alması gerektiği ölçüsü de getirildi.
Şimdiye kadar iktidarda olanlara hükm ediyorlardı, perde arkasında pazarlıklar yaparak sahneye öyle çıkıyorlardı elan ise artık halka hükm etmeye ve halkı yönlendirmeye çalışıyorlar. Artık aracıya tefeciye gerek duymuyorlar.
Doğrudan nasıl bir iktidar istediklerini beyan ediveriyorlar.
Dün bu pazarlıkta kârlı çıkanlar bugün bunu ülkeye müdahele olarak adlandırıyorlar ve uluslararası bir lobi faaliyeti olarak anlatmaya kalkışıyorlar. Birileri derse ki, sizi desteklediklerinde adı başkaydı bugün adı başka mı oldu? Verecekleri cevap tatminkar olamaz.
CHP-MHP-BDP bu seçimde ortaklaşa hareket ettiler, sonuç ne olur göreceğiz. Lakin bundan sonra Türkiye’de normalleşmeye müsaade etmek istemeyenler bir cephe oluşturacaklar, uluslararası destek de sağlayacaklar ve Türkiye’nin bölgede ve dünyada edindiği yeri gerileteceklerdir.
Türkiye’nin tarihiyle barışması, komşularıyla “o” problemli bir siyaset yürütmek istemesi , ülkesinin insanına insanca muamele etmesi zinde güçleri rahatsız etmiş ve o çevrelere bel bağlayanları incitmiştir. Onlara göre ayaklar baş olmuş, köylüler idareci olmuşlardır.
İki ana mesele olan İslam ve Kürtlük bu seçimde İslam unuturularak Kürtlük siyaseti çok öne çıktı.
Anlaşılan on yıllar Kürtlük meselesini bu ülke insanı konuşacaktır. Dikkatten kaçan bir hususa değinmek faydalı olacaktır; Altan Tan, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Şerafettin Elçi gibi zevatın Kürtlük hareketine duhulu bir plan gereği olduğu izlenimini veriyor. Çok derinlerde birileri gelecekte Kürtlük davasını yönlendirecek ve şimdiki gidiş istikametinden saptıracaktır.
Eski sol hareketlerin nasıl evrildiğini geçmişle azıcık ilgilenenler bilir. Bu dünyanın ve de Türkiye’nin bir sahibi(!) vardır kimse kimseye mülkünü bedeva vermez.
Yeni gelişmekte olan terutaze partilerimiz de buna dikkat etmelidirler.
İslamî hassasiyetlere gelince bizi iktidarda görüyorlar daha ne istiyorsunuz diyorlar. 'İHL'li bir başbakan, hanımı örtülü bir cumhurbaşkanı, namaz kılan bir meclis başkanı, daha ne istiyorsunuz' diyorlar.
Dersek ki: 'Faizsiz ekonomi istiyoruz.'
Derler ki: 'Paranın dini imanı olmaz.'
'Müslümanlığı anlatmak istiyoruz, emr-i bilmaruf neh-yi anilmünker yapmak istiyoruz' dersek derler ki: 'Dinî milliyetçilik olmaz.'
'Fuhşa, zinaya, içkiye karşıyız' dersek derler ki; 'Türkiye’de sadece siz yaşamıyorsunuz. İçme, zina da etme olur biter.'
'Çocuklarımız ahlaksızlaştırılıyor, kötü ortamlar oluşuyor buna engel olun' dersek, 'devlet sizin ahlak zabıtanız mı derler. Çocuğunu kendin eğit.'
'Eğitim müessesesi kuracağız' dersek, derler ki; 'Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun müfredat okutacaksınız.'
'Biz dinimizi rahat yaşamak istiyoruz, Kur’an’ın ve Sünnetin öngürdüğü bir hayat nizamı istiyoruz' dersek, derler ki; 'siz dine dayalı bir devlet istiyorsunuz bu olmaz. Ama çok ısrarlı iseniz buyur Suud’a gidin sizi tutan mı var' derler?
Peki ya dersek ki; 'biz kula kulluk etmeyiz ve Allah’ın hükmü dışında hüküm tanımayız, ya bunu sağlarsınız veya (....).' O zaman acaba bize ne cevap verecekler?
Bize de bir APO(!) mı lazım acaba?