İsrail'in 1956'daki ABD, İngiltere ve Fransa destekli Mısır saldırı ile Arap İsrail Savaşı başlar. Savaş sürerken SSCB, Arap İsrail Savaşı'nı başlatan ülkeleri tehdit ederek Ortadoğu'ya asker göndereceğini açıklar. Sovyetlerin tehdidi işe yarar Amerika'nın devreye girmesi ile savaş sona erer.
Bu savaş özellikle Arap dünyası başta olmak üzere İslam Dünyası'nda ABD'nin itibarını yerle bir eder ve otoritesi sarsılır. Ortadoğu'da meydana gelen yeni durum üzerine gelişen Sovyet ataklarından ve oluşan boşluğun SSCB tarafından doldurulması endişesine kapılan ABD Başkanı Dwight Eisenhower, 5 Ocak 1957'de kongreye Ortadoğu ile ilgili bir mesaj gönderir ve bu mesaj, 9 Mart 1957'de kongre de kabul edilerek yasalaştırılır. Bu yeni politika/yasa 'Eisenhower Doktrini' olarak anılır.
Doktrin, başkana özetle şu yetkileri verir: 'Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Ortadoğu ülkelerine ekonomik ve askeri yardım yapmak. Bu ülkelerin istemeleri şartıyla, Komünizmin kontrolü altında bulunan bir ülkeden gelecek açık silahlı saldırılar karşısında, Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması.'
Savaş sonrası dengeler iyiden iyiye bozulmuştur. Dengeler büyük oranda Sovyetler Birliği lehine değişmiştir. Başkan Eisenhower, Sovyetler Birliği ile Suriye arasındaki askerî ve ideolojik yakınlaşmayı önlemeye kararlıdır.
ABD bu doktrinle Ortadoğu'da artan Sovyet nüfusunu kırmak iddiasındadır. Komünist tehdide karşı direnmeleri için Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik yardım sözünün yanı sıra bölgede İngiltere ve Fransa'nın da yerini almasını da öngörür. Ancak bu doktrin Lübnan ve Irak dışında hiçbir Arap ülkesinin ilgisini çekmez. Lübnan'ın ardından Pakistan, Irak, Yunanistan ve Türkiye daha sonra ise Afganistan, Libya, Tunus, Fas ve İsrail doktrinin kabul eder.
Suriye ve Mısır başta olmak üzere bazı ülkeler ise projeye tamamen karşı çıkarlar. Bu ülkeler bölge sorunlarının bölge ülkelerince çözülmesi gerektiğini ve ABD'nin müdahalesini onaylamadıklarını açıklamışlarsa da ABD, Eisenhower görüşünde ısrar eder ve 1957-58'de Ortadoğu krizinde Lübnan'a doğrudan asker çıkartarak müdahale eder. Bu doktrinin onaylayan Türkiye'ye askeri ambargo, Libya'ya hava saldırıları, Irak ve Afganistan ise ABD işgaline maruz kalır.
Ankara'nın 21 Mart 1957'de doktrini kabul ettiğini açıklamasından bir gün sonra ABD ile Türkiye arasında Eisenhower Doktrini'nin ötesine geçen ortak bir bildiri yayınlanır. Yine aynı gün ABD Bağdat Paktı'na katılma kararı alır. Bununla da yetinmeyen Ankara (DP iktidarı), ABD ve İngiltere'nin bölgedeki tüm çalışmalarını 'kayıtsız şartsız desteklediği' açıklar.
Bu doktrin öncesinde 12 Mart 1947'de Başkan Truman'ın 'Sovyet Komünizmi' tehlikesi altındaki ülkelere yardım edilmesini için Truman Doktrini yayınlanmış, 1949'da ise Marshall yardımı süreci başlatılmıştı. 1947'de başlayan süreçten on yıl geçmesine rağmen Menderes Hükümeti'nin hala sözde ekonomik ve askeri yardımlardan medet umması acı dolu günlere mahkûm edilmesinin sürecini de başlatmış olur.
Tarihten ibret almayan Başbakan Adnan Menderes, yönettiği ülkesini ABD'nin askeri ve ekonomik yardımları ile kalkındırmayı ümit etmekle kalmaz, Eisenhower Doktrini sayesinde Ortadoğu'nun da siyasi istikrara kavuşacağı inancı tamdır. Muhalefet partisi CHP ise DP ile arasındaki tüm gerginlik ve düşmanlığa rağmen Menderes'in Eisenhower Doktrini konusundaki kararına tam destek verir.
Bu süreç -hala tam anlamıyla onarılamayan yaralara neden olacaktır- te kardeşler birbirine (Arap-Türk) girerken, Türkiye dost olarak ABD'yi seçer. Söz konusu süreç, tüm komşularla olan kırgınlığı kavgaya dönüştürür.
Menderes'in 1952'deki NATO'ya girişi, hiçbir sorunumuz olmayan Kore'de ABD hatırına savaşmamıza ve binlerce askerimizi kaybetmemize neden olur. ?Kim bilir? Belki de Menderes bu masumların arkada kalanlarının âhını canı ile ödemek zorunda kalmıştır? Bu kurt kapanı, Menderes'inde sonuna getirmekle kalmaz, bugün içinden çıkılmaz hal alan Nato eliyle kurulup beslenen Özel Harp Dairesi'nin ürünü Ergenekon sürecinin de başlamasını sağlar.
Eisenhower Doktrini'nin sahibi Başkan Dwight Eisenhower adına 1954'de Eisenhower Vakfı kurulur. Vakıf tüm dünyada ABD Büyükelçilikleri kanalıyla seçilen siyasal ve toplumsal alanlarda etkin olmaya aday başarılı gençlere burs vermesiyle tanınıyor. Burs verilecek adaylar ABD'ye davet ediliyor ve gerekli tüm harcamalarının yanı sıra 'Çok Uluslu Program' bursu adıyla burslar verir.
Eisenhower Vakfı'nın başkanlığını gelenek olarak hep bir önceki ABD Başkanı yürütse de gelenek bozularak Başkanı Colin Powell oluyor. Türkiye Temsilcisi ise Radikal'den Murat Yetkin'dir. Yetkin'de Eisenhower bursu ile ABD'ye gider. Yetkin Radikal'de yazısında bunu kabul eder. Rahmi Koç ise halen Eisenhower Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesidir.
Ebu Mason'da bu sürecin ve Eisenhower Vakfı'nın ürünüdür. Morisson Süleyman, Masonlarla ilişkilerini bu sayede geliştirir ve bu vakıfla ilişkisini şu şekilde anlatır; ?Burada karşılaştığımız herkes bize dostça davrandı. Cömertçe deneyimlerinden yararlanmamıza izin verdiler. Eisenhower Burs Programı bize ne istiyorsak verdi. Kiminle istiyorsak onunla görüştük. Amerika bizim için zengin bir hazine, Eisenhower ?Burs Programı ise onun anahtarıydı.?
Eisenhower Vakfı'nda burs verenle alanlar birbirlerini tanıma olanağına kavuşurlar. Oya Berberoğlu bu dayanışmayı; 'Bu tanış durumu ileriki dönem hayatlarında müthiş kolaylıklar sağlıyor. Gittikleri ülkelerde kapılar hemen açılıyor?' diyerek üstü kapalı olarak anlatıyor.
Şimdiye kadar dünyada 2500 dolayında kişi Eisenhower burs alarak birbirlerini tanıma fırsatı yakalamışlar. Bazı bursiyerlerin siyasete girdikten sonra ümit vermesi üzerine seçildiği ve ülkemizde de bunu Demirel dışında başka örneklerinin de olduğunu unutmamak gerekiyor
Bu vakıftan burs alan ilk yabancı Demirel'dir. Türkiye'de Süleyman Sami Demirel'in yanı sıra Nezir Kırdar, Veli Aytekin, Ethem Uz, Vedat Mehmet Ayker, Şükrü Kaya, Eski TRT Genel Müdürü Şaban Karataş, Cemil Cahit Yalgın, Mehmet Nejat Akın, Erol Akleman, Atilla Aybay, Kemal Özinönü, Fethullah Özelçi, Duran Taraklı, Eski DPT Akın İzmirlioğlu, Erdal Kabatepe, Faruk Seyrek, Engin Ural, Okan Karagözoğlu, Eski Enerji Bakanlığı Müsteşarı Yurdakul Yiğitgüden, Atıf Akdaş, Yılmaz Argüden, Aydın Ayan, Sedef Baykal, Nazan Bilgel, Murat Diren, Prof Dr Nilüfer Narlı, Onur Karabacak, Yüksel Türkili, Deniz Ünal, İsmail Üstel, Ömer Karahan, Leyla Çelikel, Cüneyt Sezgin, Tuğraberk Usul, İsmail Cem'in kızı İpek Cem, Gazeteci Murat Yetkin vb'lerin yanı sıra vefat eden Mahmut Şevket Sipahi, Eşref Erkmen, Serbülent Bingöl, Enver Ediger gibi isimlerde bu vakıftan burs alanlardır.
Bursiyerlerden Cüneyt Sezgin Eisenhower bursunu 'Bu bir eğitim değil, tamamıyla iletişim bursu' olarak tanımlıyor ve ekliyor 'inanılmaz bir erişim güçleri var.' Çelik, 'Mülakatta sorulan sorular ne üzerineydi?' sorusuna 'Alanımla ilgili soruların yanı sıra, belirli sorunlar üzerine görüşlerimi istediler. Bir de ilerde gelmeyi hedeflediğim noktalar üzerine soru sordular. Çünkü bir amaçları da, mümkün olduğunca geniş ufuklu kişileri seçip gelecekte vakıf çalışmalarına etki gücünü artırmak. Bunun yanında, insani ve Türkiye ile ilgili sorular da vardı' diye yanıtlıyor ve yine ekliyor 'Sayın Demirel'in de hâlâ bu olayda faal olarak görev alması Türkiye'nin şansını artırıyor.'
Özetle ABD'lilerin gözlüğüyle düşünen, hisseden ve ABD çıkarlarıyla çelişmeyecek siyasetler güdecek insanları yetiştirmek olan Eisenhower Vakfı, 100'ü aşkın ülkede faaliyet gösteriyor. Bu gruba her yıl 25 farklı ülkeden birer kişi ekleniyor. Yeni katılımcılar ABD'de eğitimlere tabi tutuluyor. Program üyesi 4 devlet başkanı ve 100'den fazla hükümet üyesi var. Vakıf bütçesi ülkelerin ve büyük şirketlerin bağışlarından karşılıyor(muş). Burs alan kişinin eşi de program kapsamına alınıyor. Enişteniz sizi niye öperse bu vakıfta bu yüzden öpüyor.
Bu konuya 'Ebu Mason' özelinde devam edeceğiz.