Dolar

34,3465

Euro

37,4070

Altın

3.015,39

Bist

8.663,88

Medeniyet Tarihimizin Öğretilmesi

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-12-04 10:43:40

Medeniyet Tarihimizin Öğretilmesi
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da seçkin bir öğretmenler topluluğuna yaptığım konuşma “altı asırlık Osmanlı tarihinde hemen hemen hiç mucit yetişmemiştir” mealinde bir cümle sarfettim.

Daha sonra doğru olup olmadığını sorup, varsa bana mucitleri saymalarını istedim. Sayılan mucit sayısı beşi ya buldu ya da bulmadı.

Gördüğünüz gibi “altı asır üç kıtada hakimiyet süren Osmanlı bilim adına hemen hemen hiçbir şey yapmamıştır” şeklindeki değerlendirmeme de itiraz eden olmadı.

Can sıkıcı ama çok da şaşırtıcı bir durum değildi bu benim için.

Çünkü bize ilkokuldan bu yana öğretilen temel şeylerden birisi de “biz asker milletiz”, “at üstünde doğar at üstünde ölürüz” tarzı militarist yaklaşımlardı.

Şuuraltı beslenme bu şekilde olduğu için başka bir şeyin beklenmemesi de belki normaldir. Hiç şüphesiz Türk tarihi pek çok savaşa sahne olmuştur çeşitli tarihlerde çeşitli sebeplerle. Ancak bu sadece Türk milleti için değil, aynı çağlarda yaşayan pek çok topluluk için kaçınılması mümkün olmayan bir durumdur.

Savaşlar bazen ilmi gelişmelere mani olsa da zaman zaman da özellikle silahlarla ilgili konularda ilmi gelişmeleri teşvik edici bir rol oynamıştır. Ama genel olarak bir yandan savaşlar sürerken diğer yandan da ilmi faaliyetler ve eğitim faaliyetleri de devam etmiştir.

Türklerin İslam’ı din olarak kabul etmelerinden sonra Abbasi devleti içinde önemli mevkilere gelmeleri ve hemen arkasından Selçuklu Devleti’ni kurmaları onlar için yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu dönemde Anadolu’ya giren Türkler, zaman içinde tüm bölgeye hakim olmuşlar ve Moğol istilasının ardından Beylikler dönemini yaşamaya başlamışlardır.

Gerek Selçuklular döneminde gerekse Anadolu Selçuklu Beylikleri döneminde ilmi faaliyetler açısından çok önemli gelişmeler olmuştur. Bir yandan El-Cezerî gibi bir dahi mucit yetişirken diğer yandan da astonomi, matematik ve tıp gibi pek çok alanda önemli gelişmeler yaşanmıştır.

Osmanlı Beyliğinin kurulmasından hemen sonra açılan medreselere ve tıp kurumlarına diğer beyliklerden ve İslam devletlerinden çok sayıda ilim adamı Osmanlı topraklarına akın etmiş ve pek çok kıymetli ilmi faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Özellikle İstanbul’un fethinden sonra İstanbul, Bursa ve Konya gibi şehirler önemli ilim merkezleri haline gelmiş ve pek çok yeni ilmi gelişmeye sahne olmuştur.

Bir yandan dışarıdan gelen ilim adamları ilmi ortamı canlandırırken, diğer yandan da içeride pek çok yeni bilim adamı yetişmiştir.
Hemen her alanda pek çok ilmi gelişmeye imza atılırken devletin sınırları üç kıtaya yayılmıştır. Ancak devletin gerek siyasi gerekse ilmi etkisi sınırlarının çok ötesine geçmiştir. Bir yandan Osmanlı bilim adamları ve sanatkarlar ihtiyacı olan ülkelere gidip oralara ilim ve sanatlarını taşırlarken, diğer yandan da tersi bir durum söz konusu idi.

İstanbul’un fethinden önce Urban gibi bir Macar asıllı bir top dökümcüsü İstanbul’a gelirken, Endülüs’ün düşmesinden sonra çok sayıda Yahudi asıllı tabip ve ilim adamı Osmanlı topraklarına gelip yerleşmiştir.

Mısır’ın ve bazı İran şehirlerinin fethinden sonra da çok sayıda ilim amı ve sanatkar İstanbul’a ve diğer Osmanlı şehirlerine yerleşmişler ve buralarda ilmini ve sanatlarını devam ettirip arzu edenlere de öğretmişlerdir. Pek çok ilmi yeniliğe ve icata imza atan bu ilim adamlarının ne yazık ki ne isimleri ne de icatları veyahut ilmi katkıları yeteri kadar bilinmektedir.

Dünyanın tanıdığı Mimar Sinan’ın sadece üç beş camisini bilinmekte ancak mimariye yaptığı orijinal katkıları bilememekteyiz. Önümüzdeki sene Unesco tarafından Piri Reis yılı ilan edilmesine rağmen ne Piri Reis’i ne de ilmi katkılarını bilmiyoruz. Pek çok kişi Ali Kuşçu’nun adını bile bilmezken en büyük ilim adamlarımızdan birisi olan ve daha önce bu köşede konu edindiğimiz Takiyüddin Rasıd’ın Beyoğlu’nda bir rasathane kurduğunu kaç kişi biliyor?

Daha pek çok isim sayılabilir ilmi açıdan önemli faaliyetler yapmış ve eser vermiş olan. Sadece Süleymaniye kütüphanesinde yüz binden fazla yazma eser bulunmaktadır ve bunların içinde neler olduğunu bile tam olarak bilmiyoruz. Uluslar arası platformda medeniyetler kaynaşması ve tanıması konusunda var olabilmemiz için kendi geçmişimizi ve değerlerimizi çok iyi bilmemiz lazım.
Savaşa giden bir komutanın elinde ne kadar top, tüfek, tank vs. bilmemesi, ne kadar garip bir durum ise, bizim de geçmişteki başarıları ve ilmi gelişmeleri bilmememiz ondan daha gariptir. Medeniyetler arası ilişkilerde, kendi medeniyetimizin ortaya koyduğu değerlerin bilinmemesi, bilinenlerin de güçlü bir şekilde ortaya konulmaması bizi son derece güç bir duruma düşürmektedir. Yaklaşık bir sene önce (27 Aralık 2011) Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulunun 23. Toplantısının açılış konuşmasında şunları ifade etmişti:
“Hiçbir icat, hiçbir keşif, hiçbir buluş, kendiliğinden neşet etmemiş; sadece tesadüflere, sadece tevafuklara, sadece araştırmalara dayanmamış; insanlığın uzun yıllar boyunca elde ettiği birikimlerin bir neticesi, bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Harezmi’yi, Cezeri’yi, Ali Kuşçu’yu, Piri Reis’i, El-Kindi’yi, Gazali’yi, Farabi’yi, Akşemseddin’i zikretmeden, isimlerini anmadan bilim tarihi yazılamaz.

Astronomi denildiğinde akla sadece Kopernik’in gelmesi, Ali Kuşçu’ya haksızlıktır.

Fizik denildiğinde, Newton kadar Cabir Bin Hayyan’ı anmamak, aleni bir ayrımcılıktır.

Kan dolaşımı, anestezi, verem, katarakt ameliyatı, mikrop kavramı, bizim medeniyetimizin isimleri anılmadan, onların bilime katkıları zikredilmeden izah edilemez.”

Konuşmasının devamında “Bilim ve bilgi, hiç tartışmasız insanlığın ortak mirasıdır.” diyerek bizim de ortak dünya medeniyetinde yerimiz olduğuna işaret etmiştir. Ancak Fas’tan Çin’e kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürmüş olan ve İslam medeniyeti içinde çok mühim bir yere sahip olan bizlerin buluş ve katıklarımızın derli toplu bir şekilde ortaya çıkartılması lazım gelir. Bunun için yeni yapılacak orta öğretim ders müfredatı içinde bu konuların mutlaka ele alınması gerekir.

Bunun için ayrı bir ders konulması yerine, derslerin içerisinde ilgili konuların anlatılması en doğrusu olandır. Kimya dersinde Cabir b. Hayyan’dan, matematikte Harizmi’den, astronomide Ali Kuşçu’dan ve tıp dersinde İbn Sina’dan, Zehravi’den ve Şerefeddin Sabuncuoğlu’ndan bahsetmek onların ortaya koydukları bilimin anlaşılması açısından daha isabetli olur.
Medeniyetimizin hakkı ile bilinmesi, kendine güvenen ve geçmişinden dolayısıyla kendinden emin bir neslin yetişmesini sağlayacaktır. Kendi özgüvenini kazanmış bir neslin, eski başarıları tekrar etmesi ve daha ileriye taşıması muhakkaktır.



SON VİDEO HABER

Esenyurt'ta DEM'liler bölücü sloganlarla yürüdü

Haber Ara