Kalın, TRT World Research Center ve Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi (MEDAM) tarafından Conrad Otel'de düzenlenen "100 Yıl Sonra: Cihan Harbi" uluslararası panelinin açılışındaki konuşmasında, yaşanan dönemi birçok açıdan "unutkanlık çağı" olarak niteledi.
"Kolektif olarak geçmişi hatırlamadan, kolektif hafızamızı tazelemeden bugünü anlayamayacağımızı, geleceği inşa edemeyeceğimizi vurgulamak istiyorum." diyen Kalın, tarihin hiçbir zaman sadece geçmişte yaşanan hadiselerle ilgili bir olay olmadığını anlattı.
Kalın, "Tarih, bugünü anlamak yarını inşa etmek için var olan bir çalışma alanıdır. Unutkanlık çağından kastım nedir? Bugün hepimizin her gün maruz kaldığı, binlerce, onbinlerce malumat bombardımanı karşısında biz bırakın 100 yıl öncesini 500 yıl öncesini, bir yıl öncesini 5 yıl öncesini 10 yıl öncesini bile doğru dürüst hatırlayamayan, doğru dürüst analiz edemeyen kitleler haline getirilmek isteniyoruz adeta. Buna adeta bir reaksiyon olarak bugün popüler tarih tekrar yaygınlaşmaya başladı. Küreselleşmenin belki getirdiği olumsuz neticelerden bir tanesi kolektif hafızanın giderek zayıflaması. Ama yeni çalışmalarla biz dünü ve bugünü anlamaya devam etmek zorundayız. Gadamer'in (Hans-Georg) söylediği çok önemli bir noktayı paylaşmak isterim; kendisi 'tarih dilde ve düşüncede yaşamaya devam eder' der. Kullandığınız bir kelime, tarihi bir hadise, bir tarihi olay, referans aslında geçmişi hep bugün kullandığımız dilde, düşünce dünyamızda canlı tutmaya devam eder." diye konuştu.
Birinci Dünya Savaşı'nın bütün savaşları bitireceği var sayılan bir savaş olduğunu, ancak bitmediği gibi yeni savaşlara yeni kapılar araladığını dile getiren Kalın, şunları söyledi:
"Çok geçmeden İkinci Dünya Savaşı yaşandı. Hemen ardından soğuk savaş dönemi başladı. Soğuk savaş döneminin sona ermesiyle yeşeren küresel barış, adalet, huzur ve istikrar umutları yine yerle bir oldu. Bugüne kadar devam eden savaşlar, soykırımlar, iç savaşlar, sınır savaşları, silahlanma, nükleer silahlanma ve uzayıp giden bu liste bir türlü kurulamayan bu küresel düzenin ürettiği maliyetler hakkında bize bir fikir veriyor. Bu yüzyılın belki en önemli neticelerinden bir tanesi de aydınlanmanın vadettiği modern, rasyonel, özgür ve fonksiyonel birey toplum modelinin köklü şekilde sorgulanması oldu. Çünkü aydınlanma, insanlığın tarihinde yeni bir evrenin başladığını, burada artık rasyonel bireylerin, özgür toplumların kendilerine yeni bir yol haritası çizeceği varsayımı ve vaadiyle hareket etmişti. Fakat çok kısa süre sonra Avrupa kolonyalizminin neticeleri, iki dünya savaşı, sanayileşme, sanayi devriminin ürettiği adaletsizlikler, gelir eşitsizliğinin giderek büyümesi, zenginle fakir arasındaki uçurumun giderek artması, bütün bunların yarattığı anlamsızlık krizi aydınlanmanın temel vaatlerinin ciddi bir şekilde sorgulanmasına neden oldu. Bugün bu sorgulama devam ediyor, devam da etmeli."
Tarihin bir asırdan fazla zamandır Avrupa merkezci bir bakış açısından okutulduğunu ifade eden Kalın, şöyle devam etti:
"Bize tarih 100 yıldan fazla bir süredir Avrupa merkezci bir perspektiften okutuldu. Hala biz tarihi okurken Avrupa merkezcilikten, onun tortularından ve zihin kalıplarından kurtulabilmiş değiliz. Öyle ki bugün herhangi ortalama vatandaşa sorduğumuz zaman size anlatacakları tarihin akışıyla ilgili şeyler büyük ölçüde Avrupa merkezci tarih perspektifini yansıtacaktır. 'Tarih, düşünce, bilim, sanat, demokrasi, mantık nerede başladı?' diye sorduğunuzda genellikle size kadim Yunan'da, Atina şehir devleti ve etrafında başladığı, oradan bütün dünyaya yayıldığı söylenecektir. Tarihin ana aksının hep Batı eksenli aktığı, diğer toplumların ve medeniyetlerin, Çin, Hint, Afrika, İslam medeniyeti gibi medeniyetlerin de bu akışa arada bir girip çıkan, aslında birer detay olduğu ya da dipnot olduğu fikri ana çerçevesiyle size aktarılacaktır. Biz bugün bile hala Avrupa merkezci tarih perspektifinden bütünüyle kurtulabilmiş değiliz. Birinci Dünya Savaşını analiz ederken ya da anlatırken hala aynı kalıplar içerisinde düşünmeye devam ediyoruz."
İbrahim Kalın, "Biz kendi hikayemizi anlatabilmek zorundayız. Kendi hikayesinin farkında olmayan milletlerin bir gelecek inşa etmesi mümkün değildir. Biz kendi hikayemizi unuttuk. Biz masalı olan bir milletin evlatlarıyız. Biz masalları, hikayeleri, kıssaları destanları, efsaneleri olan bir coğrafyanın evlatlarıyız. Burada hikaye, kıssa, masal derken sadece zihinlerimizde ürettiğimiz gerçek olmayan, hakikat dışı şeylerden bahsetmiyorum. Burada yaşanmış tecrübelerin akıl ve gönül süzgecinden geçirilerek bir hikaye haline getirilmesinden bahsediyorum. Bu hikayelerimizi unuttuğumuz için biz hikaye anlatma sanatını da unuttuk. Eskilerin 'tahkiye sanatı' dediği bir şeyi hikaye olarak anlatma yeteneğimizi de büyük oranda yitirdik. Bu boşluğu da nasıl dolduruyoruz? Modern tüketim kültürünün, kapitalizmin, iletişim çağının ürettiği semboller ve kahramanlar üzerinden bu boşluğu telafi etmeye çalışıyoruz. Süpermen'ler, He-man'ler, şunlar bunlar üzerinden yeni kahramanlar yeni hikayeler üretmeye çalışıyoruz. Halbuki bizim kendi tarihimizde anlatacak çok önemli hikayelerimiz var." ifadelerini kullandı.
100 yıl sonra da bu hikayelerin anlatılmaya devam edilmesinin önemli olduğuna işaret eden Kalın, "Bir milleti sevmek, bir coğrafyayı sevmek, bir millete ve coğrafyaya ait olmak o milletin ve coğrafyanın tarihine ait olmak demektir. Onun hikayesine ortak olmak demektir. Ancak bu hikayeyi sahiplendiğimiz ve zenginleştirdiğimiz oranda biz kendimizi o tarihe, o coğrafyaya ait hissedebiliriz." değerlendirmesini yaptı.
Birinci Dünya Savaşı'nın 100 yıl sonra muhasebesinin yapılmasının bugünü ve yarını anlamak açısından büyük önem arz ettiğine işaret eden Kalın, şöyle konuştu:
"Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale harbinden Kut'ül Amare zaferine, Ermeni tehciri kararından, daha dolaylı olarak Medine müdafaasına, Sykes-Picot Anlaşmasına, Ortadoğu'nun haritalarının yeniden çizilmesine kadar bir dizi çok önemli hadiseyi doğrudan etkilemiş, sebep olmuş ya da sonuç olmuş bir dönemdir. Biz genellikle bu hadiseleri analiz ederken, bütün bunların Birinci Dünya Savaşı bağlamında yaşandığını unuturuz. Örneğin; tehcir meselesi. Ermeni meselesi olarak da sıkça gündeme gelen konuyu, yine ortalama bir Batılıya sorduğunuz zaman bu yaşanan hadisenin, alınan bu kararların, yol açtığı sonuçların Birinci Dünya Savaşı'nın olağanüstü şartları içerisinde gerçekleştiğini çoğu kişi bilmez. Halbuki tehcir kararı 1915 ve Birinci Dünya Savaşı'nın birinci yılında, yani Osmanlı Devleti bir yanda Çanakkale ile bir yanda işgallerle, bir yardan Kut'ül Amare ile uğraşırken ki o dönemde kırım ve Balkanlar gitmiş, o kargaşa ve kaos ortamı içerisinde uygulanmış bir politika olarak genellikle unuturuz bunun Birinci Dünya Savaşı bağlamı içinde olduğunu... Bunu niye zikrediyorum? Bugünden geçmişe bakarken belki o günün karar vericilerini, devlet adamlarını, kanaat önderlerini sorgulamak ve yargılamak bize çok kolay gelebilir ama onların içinde bulunduğu şartları hesaba katmadan, adilane ve insaflı değerlendirme yapmak hiçbir zaman mümkün olmaz. Ama asıl önemlisi onların verdiği kararların yol açtığı hatalardan çıkartacağımız dersler açısından bu muhasebeyi bizim her gün yeniden yapmamız gerekiyor."
- Türkiye-Avrupa ilişkileri
Türkiye-Avrupa ilişkilerine de değinen Kalın, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılarak yıkıldığını, bunun yerine Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğunu ifade ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Fakat bu savaşın bitmesi 19. yüzyıl emperyalist planlarının son erdiği anlamına hiçbir zaman gelmedi. Yeni bağımlılık ilişkileri, yeni sömürge ilişkileri kurmak için yeni planlar sürekli hayata geçirildi. Bugün bile yeni sömürge ve bağımlılık ilişkilerinin hala kurulmaya çalışıldığını görüyoruz. Çünkü bugün soğuk savaşın sona ermesinden sonra bir küresel düzen kurulamadı ve mevcut düzen adalet üretmiyor. Mevcut düzen ya da düzensizlik barış üretmiyor, istikrar üretmiyor, eşitlik üretmiyor, huzur üretmiyor. Adalet üzerine kurulu olmayan hiçbir düzenin başarılı ve sürekli olması da mümkün değildir. Bu adaletsizlikler devam ettiği müddetçe de dünyada 'düşük yoğunluklu savaşlar' yaşanmaya devam edecek. Ve maalesef bunun yükünü de büyük oranda bizim coğrafyamız çekiyor. Afrika çekiyor, Kuzey Afrika çekiyor, batılı olmayan toplumlar bunun yükünü büyük oranda çekiyor. Dolayısıyla bir küresel adalet hedefinden bahsedeceksek bunun daha en köklerinden itibaren ele alınıp değerlendirilmesi gerekiyor."
Batı'nın kendisini medeniyetin geldiği son nokta olarak takdim ettiğini ve Avrupa devletlerinin de dünyaya sömürge alanı olarak gördüğünü aktarırken, savaş döneminde Cumhuriyet elitleri ve aydınlarının ciddi bir handikap içerisinde olduğunu ifade eden Kalın, "çarpık Türk modernleşmesinin ürettiği maliyetlere bakıldığında" moderniteyle gelenek, bireyle toplum, şahısla kolektif yapılar, İslam ile Batı, tarihle gelecek arasında sağlıklı ilişkilerin kurulamadığının görüldüğünü söyledi.
(Sürecek)