Suudi Arabistan'ın 47 alimi idam etmesi ile Suud-İran arasında gittikçe tırmanan kriz, iki ülke öncülüğünde Sünni-Şii ekseninde yeni bir gerilim hattının tetiklendiğine işaret ediyor. Amerika Suriye meselesinde hedeflediği siyasi amaçlarına ulaşamadıkça, katliamların sürdürülebilir gerekçesi olabilecek yeni fay hatlarını harekete geçiriyor. Sykes-Picot haritasını değiştirecek dalga oluşmadan dalga kıran oluşturma stratejisi: mezhepçilik, bölgecilik ve etnik unsurları/fay hatlarını harekete geçirmeyi içeriyor. Batı son yüzyılda şekillendirdiği jeopolitiği altüst edecek biçimde gelen dalgayı kırarak bizi, bizim kanlarımızla çizeceği sınırlar içine hapsedeceği yeni Sykes-Picot haritası planlıyor.
Bilindiği gibi Amerika Irak'ı üçe bölme planı çerçevesinde, etnik ve mezhebi (Şii, Sünni ve Kürt) fay hatlarını harekete geçirmişti. Saddam'ın Şiileri ve Kürtleri tenfir ettiren mezhepçi politikalarının oluşturduğu öfke rüzgarını yelkenine alarak işgal ettiği Irak'ta, Kürt etnik varlığının temsilcileri Amerikan askerlerini güllerle karşılamış, Irak'ın en büyük Şii Lideri Ayetullah Sistani, dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'den aldığı 200 milyon dolar karşılığında, işgale direnmeme fetvası vermiş, ABD'nin Bağdat'a atadığı sömürge valisi Paul Bremer'in ilk elini sıkan Ahmedi Necat olmuştu. Buna paralel Sünni Irak'ın işgali sırasında yine Sünni olan Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri topraklarını Amerikan askerlerine açmış, bir başka Sünni ülke Türkiye, bir verip üç alma hülyasıyla üslerinden Amerikan uçaklarının Irak'ı bombalamasına izin vermişti.
Dememiz o ki bu ülkelerin politikalarını ne Sünnilik ne de Şiilik belirlemez. Bırakın Sünnilik ve Şiilik mezheplerini bu mezheplerin içinden çıktığı din, istisnasız tüm İslam beldelerinde siyasetten ayrılmıştır. Bu ülkelerin bazılarının yöneticilerinin sakallı ve sarıklı olmaları, bazılarının beş vakit namaz kılıp oruç tutmaları, bazılarının bayrağında Kelime-i Tevhid'in olması siyasetlerini dine dayandırdıkları anlamına gelmez.
İran anayasasına göre Farisi ve Şii olmayan Cumhurbaşkanlığına aday dahi olamaz. Buna göre tüm Şii inancının ve edebiyatının dayandığı Hz. Ali bugün hayatta olsa ve İran vatandaşı olsa Cumhurbaşkanı olamazdı. Çünkü Hz. Ali Farisi ve Şii değildi. Evinde Veda Hutbesi bulunan mektep görmemiş sıradan bir Müslüman bile Arap'ın Aceme, Acem'in Arap'a hiçbir üstünlüğünün olmadığı, Allah katında üstünlüğün takvada olduğunu bilir. İslam'ın bu temel ilkesini anayasasında ihlal etmiş bir ülkenin İslami niteliğinden söz edilebilir mi?
İslam'ın kötü bir numunesi olarak, sadece yoksullara özgü olacak biçimde, şeriatın ceza hükümlerini tatbik eden bir ülkenin Sünni olduğu söylenebilir mi? Sünni kaynaklarda Rasul (s.a.v.)'in “İnsanlar şu üç şeyde ortaktır; su, mera ve ateş” hadisini tatbik etmek yerine İslami nassların ümmetin ortak mülkiyetine tahsis ettiği servetleri işgalci, sömürgeci ülkelere peşkeş çeken bir ülkenin Sünni olduğu söylenebilir mi? Amerikan kuklası Mısır darbecisi Sisi'yi 12 milyar dolarla finanse etmesinde görüldüğü gibi, ümmetin servetlerini yine onun katillerini finanse etmek için seferber eden Suud'a bunu Sünniliği mi emrediyordu? Bunların Amerikan mezhebine mensup olduklarına dair sayısız örnek verebiliriz. Buyurun, Enver Aşki.. Kral Selman ' ın müsteşarı. Bakın ne diyor. "Suudi Arabistan, Arap ülkelerinin İsrail'le birlikte yaşamasını arzuluyor." Halklarının inanç ve düşüncelerine en temel hak arayışlarına varlıklarını tehdit eden terör muamelesi yaparken terör devleti İsrail ile birlikte yaşamayı düşünebiliyorlar. Şimdi bütün bunları onlara Sünnilik mi emrediyor? Yoksa Şeytanları (Amerika) mı? Suriye'de beşyüzbine yakın Müslümanı katlederken İran'a bu vahşeti Şiiliği mi emrediyordu? Yoksa ‘Büyük Şeytan'ları mı?
“Türkiye ve Türk halkı İsrail'in dostudur” ya da “İsrail'in bize bizim İsrail'e ihtiyacımız var” diyen Türkiye yöneticilerine bu sözlerini Sünnilik mi söyletiyor? Terör perdelemesi ile aslında İslam'la savaşan, son on yılda milyonlarca kardeşimizin kanına elini bulamış Amerikan liderliğindeki koalisyona katılan ve topraklarını katliam makinelerine açan, boğazlarından Rus gemilerinin geçişine izin veren Türkiye'nin Sünniliği mi yoksa emperyal devletlerin “Uluslararası Düzen” dedikleri siyasi dengelere bağlı olması mı? Demem o ki bu devletlerin hiçbirisi ne Sünni ne de Şii'dir. Bu devletler Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde, ümmetimizin bir anlık gaflet anında “gecekondu”rulmuş devletlerdir. Bunların hepsi on dokuzuncu yüzyılın başında “millet-devlet” konsepti içinde oluşturulmuş laik, modern ulus devletlerdir. Bu devletler halklarının dini olan İslam'ı onların vicdanlarına hapsettiklerinde ve devletten ayırdıklarında, siyasetlerini halklarının dininden ve mezhebinden koparmış ve siyasal olarak Batı mezhebinin ictihatlarına bağlamış devletlerdir.
Ne Suud Sünniliği ne de İran Şiiliği temsil edemez. Bu iki ülkenin yöneticileri de Amerikan kuklası olup aralarındaki farklılık sadece “ictihad” farklılığıdır. Yani onları birbirinden ayıran mezhepleri değil, efendilerine hizmette ictihad farklılığıdır. Bölgeye yerleştirildiği günden beri işgalci İsrail vahşetine, Amerika ve İngiltere'nin bu bölgedeki katliam ve cürümlerine karşı kurulmamış ittifakı “terör” maskesi altında Suriye devrimine karşı kuran, topraklarını ümmetimizin katillerine açan Suud nasıl Amerikan mezhebinin stratejik öncelikleri (jeopolitik çıkarları ve İsrail'in güvenliği) doğrultusunda hareket ediyorsa, 40 küsur yıldır Golan tepelerini işgal eden ve Aksa'nın hürmetini çiğneyen, Müslüman kadınların izzeti harimini kirleten İsrail'e bir tek kurşun sıkmayan Suriye rejimi ve destekçisi İran da Amerikan (Büyük Şeytan)'ın stratejik öncelikleri doğrultusunda hareket etmektedir. Yemen'de, önce İngilizler (İhvan'ın büyük halk gösterileri karşısında rejimi güvence altına almak) adına Şii Husi milisleri destekleyen Suud, Amerikancı Selman'ın Kral olmasıyla birlikte “Kararlılık Fırtınası Operasyon”unu başlatmıştı. Şimdi Suud Şii mi Sünni mi?
Biz sürekli tekerrür eden bu oyunu yakın tarihimizden biliyoruz. Bugün İslam'la savaşını perdelemek ve jeopolitik çıkarlarını korumak gayesiyle bölge ülkelerini yanına almak için terör kartını kullanan Amerika 80'li yıllarda İran'ın devrim ihraç edeceği yaygarasıyla aynı ülkelerin güvenlik stratejilerini belirliyor, askeri ve siyasi yapıları üzerinde nüfuz oluşturuyordu. Mübarek Mescid-i Haram toprakları üzerinde üsler inşa ediyor, topraklarımızı garnizon haline getiriyordu. İran bu oyunun bir tarafı olarak politikalarına hizmet ettiği ABD ile gizli görüşmelerini sürdürüyor, bütün kirli siyasetini “Büyük Şeytan”la giriştiği polemikle perdeliyordu.
Bugün benzer şekilde terör kartı üzerinden manipüle edilen sözde Sünni “İslam ittifakı” ülkeleri, Suriye'de, yitip gittikten sonra İran ordusunun yerini almaya koşullandırılıyor. Bunun olabilmesi ve bölge halklarınca kabul edilebilir olması için masaya sürülen İşid kartının olgunlaşması ve Suriye kıyamının iyice Şeytanlaştırılması bekleniyordu. Lakin Şam kasabının varil bombaları, İşid bahanesiyle kurulan koalisyonun saldırıları, on binlerce insanın açlıktan ölüme terk edilmesi vb. bütün bunlar, Amerikan jeopolitiğini tehdit eden Suriye halkını kıyamlarından vazgeçiremeyince, kriz büyütülerek, devrimcileri katletmesi için bu ülkeye sokulan İran'la Suud arasında bölgesel çapta bir gerilim meydana getirilmek isteniyor. Bu gerilim mezhep fay hattı üzerinden yürütülerek İran ve Hizbullah milislerinin katliamlarından kurtulmak isteyen Suriye halkının Sünni dünyanın sözde temsilcisi pozisyonuna konumlandırılmış Suud önderliğinde bir Amerikan planına razı edilebileceği umuluyor. Amerika Saddam'a karşı Şii ve Kürt/mezhebi ve etnik öfkenin yarattığı rüzgara yelkenini açarak nasıl strateji ürettiyse, başarısızlıkla sonuçlanan onlarca siyasi planın ardından tıkanıklığı aşmak için, yelkenine rüzgarını alabileceği bir kırılma ve hava akımı yaratmaya çalışıyor. Bu bilindik bir Amerikan rüyası, mezhep meselesi değil! Unutmayalım ki bir manipülasyonda amaçlanan şey manipülasyon aracı olarak kullanılan değil, bilakis onunla ulaşılmak istenen şeydir. Tavşana kaç derken Tazı ' ya tut diyeni görmezsek tarih hep tekrar edecek. İbret alınırsa nâlâ!
Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım, Suudi Arabistan, Büyük Şeytan'ın sağ bacağı ise İran sol bacağıdır. Bu iki ayak takımı devleti hareket ettiren bir tek beyin/ akıl hocası vardır, Amerika. Onlar büyük şeytandan aldıkları akılla bu günlerde idam yarışına giriştiler. Önümüzdeki dönem bu yarışın hızlandığını göreceğiz. Hani Kenan Evren'in dediği gibi. "Soldan idamlık biri geldi mi bekletiyorduk, sağdan biri gelinceye kadar; bir sağdan bir soldan asıyorduk." İki ayak takımı devletten biri "İslam ittifakı" diğeri "vahdet" edebiyatının arkasında mezhebi kriz alanları üretmek için koşullandırılmış misyon devletleridir. Ne İran Şii ne de Suud Sünni'dir. Her ikisi de sömürge artığı laik, ulus devletlerdir. Müslüman olarak bizler cürümleri yakın tarihin sayfalarını karartmış bu her iki devletten her hangi birinin tarafı olamayız. Hacivat ve Karagöz gibi, gölge oyununda sürekli didiştirilen, birbirine karşıtmış gibi oynatılan bu kuklaların çubuklarını perde arkasında tutan bir tek elin olduğunu aklımızdan çıkarmayalım, vesselam..