Hakan Atilla'yı içeride yatıran uyduruk belgeleri, Hüseyin Korkmaz adlı firari FETÖ'cü polis FBI'ya vermişti. Karşılığında, 50 bin dolar “kira yardımı” (!) almıştı.
Hüseyin Korkmaz (annesinin ifadesiyle) “Fetih Marşı'yla büyütülmüştü, vatanına ihanet etmez”di... Ama etti... Hem de en büyük ihaneti etti.
Hakan Atilla bugün ülkesinde “kahramanlar” gibi karşılanıyor ama Hüseyin Korkmaz ve refikleri, ABD'de “fareler” gibi gizleniyor.
Bu bilgiler ışığında bir kez daha bakalım:
Hakan Atilla üzerinden “küreselleştirilmek” istenen 17/25 Aralık kumpası, darbe miymiş, değil miymiş?
İki kere iki dört: 17/25 Aralık kumpası Amerika tarafından kurgulandı ve sahneye konuldu.
Bu iş için de kendilerine “Hizmet hareketi” adını veren casusluk şebekesi kullanıldı.
İlk seri gözaltılar, matbuatın bir bölümü tarafından, “yolsuzluk operasyonu” diye lanse edilmişti.
Bunun, “yolsuzluk” susturuculu bir darbe girişimi olduğunu matbuat biliyordu, CHP biliyordu, CIA ve Pentagon'un hizmetine koşulmuş sümüklü müntesipler biliyordu, Amerikan Büyükelçisi Ricciardone biliyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha ilk saniyeden biliyordu, yasa dışı dinlemeleri işaretle bunun bir “yolsuzluk operasyonu” olmadığını, hükümeti devirmeye yönelik bir yargı girişimi olduğunu söylüyordu ama dinletemiyordu. “Dava arkadaşları” bile dinlemiyordu, dinlemek istemiyordu, “Benim bir şeyden korkum yok, telefonumu dinlerlerse dinlesinler” diyorlardı. Hatta “Bakanlar yargıya gitsin, aklanıp gelsinler” diyorlardı ve FETÖ muhasarasındaki Anayasa Mahkemesi'ni işaret ediyorlardı.
Ricciardone, “Uyardık, dikkate almadılar. Bir imparatorluğun çöküşünü seyretmeye hazır olun” demişti.
İran'la ticareti kastediyordu.
Mahut ambargoyu delmiş onlarca Amerikan firması ortada dururken, Ricciardone Türkiye'yi işaret ediyordu, BM kararına dönüşmemiş ve hiçbir zaman bağlayıcılığı olmayan karşılıksız ambargo kararından dolayı Türkiye'yi suçluyordu.
Bu beyanını sonradan yalanladı, “Ben böyle bir şey söylemedim” dedi ama bunu söylemişti. Hem de gazetecilerin huzurunda söylemişti. Ve sonuçtan emin bir dille konuşmuştu.
Sonuçtan emin olan bir odak daha vardı:
CHP...
Başbakan Erdoğan'ın (o dönemde Başbakandı) yakında ülkeyi terk edeceğini söylüyorlardı.
Helikopterine atlayacak, refakatindeki binlerce ton altınla Malezya'ya kaçacaktı.
Daha fazlası vardı. “Büyük turp” heybedeydi.
Bir gün bu da ortaya çıkacak, görün bakalım neler olacaktı. Dibine kadar yolsuzluğa batmış Erdoğan'ı artık kaçmak da kurtaramayacaktı. Malezya'dan getirtilecek; hem yolsuzluktan, hem de “savaş suçlusu” olarak uluslararası mahkemelerde yargılanacaktı.
Gördük...
Heybeden çıkan büyük turpu gördük.
Hemen arkasından “MİT TIR'ları operasyonu” sahneye konuldu ve darbede ikinci faza geçildi.
Bu arada, bir şeyi daha gördük:
CHP, “olacaklar” konusunda Amerika ve sümüklü CIA çetesi tarafından bilgilendirilmişti. Kemal Kılıçdaroğlu, 17/25 Aralık girişiminden bir hafta kadar önce Amerika'ya gitmiş, sümüklü CIA çetesinin elemanlarıyla görüşmüştü. Onlardan, operasyonun detayı hakkında bilgiler almıştı ve bunun verdiği güvenle konuşuyordu. MİT TIR'ları operasyonuyla ilgili görüntüleri de (çünkü “izledim” demişti), Zaman gazetesinin firarî genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı'dan almıştı.
FETÖ “içeride” başaramayınca, iş asıl patron ABD'ye ihale edildi.
Hakan Atilla'dan sonra, bilmem ki bazıları, özellikle “Benim bir şeyden korkum yok, bakanlar Yüce Divan'da aklanıp gelsinler” diyenler (parti kurma hazırlığındaki arkadaşlar), buradan bir hisse çıkaracaklar mı?