Çelik, AK Parti Genel Merkezi'nde, Genel Başkan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlığında yapılan AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısı devam ederken, gazetecilere açıklamalarda bulundu, sorularını yanıtladı.
Bir basın mensubunun, "Çözüm Süreci'nde HDP ve İmralı'nın muhatap alınmayacağına dair bilgiler var. Bu doğru mudur? Bundan sonra Doğu'daki sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderleriyle görüşmeler olacak ve bir Barış Ofisi oluşturulacak ifadesi yansıdı kamuoyuna. Bu ne kadar gerçeği yansıtıyor" sorusu üzerine Çelik, Türkiye'deki sürecin daha önce "Çözüm Süreci", şimdi de "Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci" olarak adlandırıldığını, "Barış Süreci" ifadesinin kullanılmadığını söyledi.
"Barış" kelimesinin doğru kullanılması gerektiğine işaret eden Çelik, "İki tane etnik unsur veya halklar arasında ya da bir takım sosyolojik gruplar arasındaki çatışmanın ifadesi olarak kullanılır bu, adına da barış süreci denilebilir. Burada daha çok PKK ile meşru devlet otoritesini iki eşit taraf gibi gösteren bir dil kullanılıyor. Bazı siyasilerden çok sık duyuyoruz. Bu kelime doğru bir kelime değil. 'Barış Süreci' dediğiniz zaman meşru devlet otoritesiyle bir terör örgütünü aynı eşit kefeye koymuş oluyorlar bu siyasiler ve bu şekilde bir barıştan bahsediyorlar. Sanki iki tane meşru taraf var ve bu iki meşru taraf bir araya gelecek, bu konuyu çözecek gibi. Meşru devlet otoritesi ile terör örgütü aynı kefede değerlendirilemez, o sebeple sürecin adına herhangi bir şekilde 'Barış Süreci' denilemez" diye konuştu.
Süreçle ilgili daha önceki uygulamalardan sapma olmadığını vurgulayan Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bazıları Türkiye'de sadece eski güvenlikçi politikalarla bu işin çözülmesi gerektiği konusunda ısrarcı oldular. Bu güvenlikçi politikaları dayatmanın, AK Parti'ye dönük eleştirilerin arkasında hep o vesayetçi siyasi ortamın yeniden diriltilmesi çabası vardı. Bunun karşısında birileri de Çözüm Süreci'ni, Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci'ni kamu otoritesinin zayıflaması, kamu otoritesinin, kamu düzeninin, güven ortamının ortadan kalkması gibi algılayıp, istismar etmeye çalıştılar. Daha önce de söyledik, kamu düzeni ve Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci birbirinin alternatifi değildir.
Türkiye'de ret, inkar ve asimilasyon politikaları AK Parti döneminde bitmiştir. Hiç kimsenin bundan sonra 'Ben silahla şu hak mücadelesinin peşindeyim. Siyasal katılım hakları engellendiği için silaha sarıldım ya da dilim yasaklandığı için silaha sarıldım veya demokratik haklarım gasbedildiğini için silaha sarıldım' gibi geçmişte de geçerliliği olmayan, bugün asla söz konusu olmayan bir gerekçe üretmemesi gerekir. Bundan sonrasında da aynı şekilde vatandaşlarımızla, sadece Kürt vatandaşlarımızla da değil tüm kesimlerden vatandaşlarımızla bu sorunun çözümü, bu sorunun nihai bir çerçeveye ulaşması için gereken görüşmeleri yapacağız.
Sorunuzun İmralı ile ilgili kısmı, o istihbarat örgütünün veya güvenlik güçlerinin istediği zaman görüşebileceği, ihtiyaç duyduğunda değerlendirebileceği bir konudur. Herhangi bir şekilde siyasilerin görüşmesi söz konusu değil, daha önce de ifade ettiğimiz gibi. İhtiyaç duyulursa devletin güvenliği açısından ya da devletin çıkarları açısından bu görüşme yapılır."
- "Siyasi manivela gibi kullanıyorlar"
Çelik, HDP'nin muhataplığı kendilerine indirgemek istediğine işaret ederek, "Böyle bir şey yok arkadaşlar. Bu çerçevedeki tüm siyasi partiler, konuyla ilgili söyleyecek sözü olan bütün siyasi partiler, aşiret liderleri, din adamları, bütün sosyolojik unsurlar, bütün sivil toplum örgütleri muhataptır. Öteden beri bunu yapmaya çalıştık. HDP, çok enteresandır, Suriye'deki PYD de aynı şeyi yapmaya çalışıyor, bırakın başka unsurları, başta Kürt unsurları bile dışlayan, sadece Kürtler, Kürt vatandaşlarımız adına konuşma hakkı kendilerindeymiş gibi bir yaklaşım sergiliyorlar" diye konuştu.
Bu tutumun demokratik siyaset açısından uygun olmadığını, bütün bir sosyolojiyi temsil etmenin her zaman zayıf bir iddia olduğunu, süreçlere de katkı sağlamadığını ifade eden Çelik, şöyle devam etti:
"Bu süreçleri bir siyasi manivela gibi kullanıp, belli bir siyasi çıkar üretmeye dönük yaklaşımlardır bunlar. Bizim öteden beri yaklaşımımız aynıdır. O çerçevede baktığımızda, bizim ana olarak gördüğümüz şey şudur, bütün kesimler muhataptır. İşin esası vatandaşlarımızın kimlik haklarının daha da kuvvetlendirilmesidir, bunun ötesinde de Türkiye'nin içindeki silahlı unsurların ülke topraklarının dışına çıkması, silahlarını bırakmasıdır. O silahlar gömülecek, üzerine beton dökülecek. Türkiye'de 'Ben silahla şu amaca erişmek istiyorum' diyenin erişeceği hiçbir amaç yok, bu yol kapalıdır. Meşru bir şekilde güvenlik güçleri gereken karşılığı vermektedir ve bu devam edecektir. Hiç kimse, herhangi bir aşamada, meşru güvenlik güçlerinin ülke topraklarını, demokrasimizi tehdit eden bu unsurlara karşı operasyonlar yapılırken, ortaya devlet ile PKK'yı eşit gösterecek şekilde 'barış' kelimesini atmasın."
Asker ve polislerin şehit edildiğini, sivillerin zarar gördüğünü, buna karşı operasyonlar sürerken de birilerinin "çatışmasızlık, eylemsizlik" gibi ifadeler ortaya attığını belirten Çelik, "Devlete silah sıkma ya da tetiğe ara verme hakkı diye bir şey söz konusu olamaz. Belinizdeki silah devlet, toplum, demokrasi, hukuk devleti, bu toplumun gelecek beklentileri için tehditse tabii ki meşru güvenlik güçleri de buna cevap vereceklerdir. Sorduğunuz ofis konusuyla ilgili bir değerlendirmem, bilgim yok" dedi.
- "Siyasi paket yoksa tek başına operasyonlar bir şey ifade etmez"
Çelik, DAEŞ'e karşı ABD ile ortak bir kara operasyonunun gündemde olup olmadığının sorulması üzerine de, DAEŞ'e karşı kara operasyonu da dahil bütün seçeneklerin değerlendirilebileceğini ancak Suriye'deki duruma bütün olarak yaklaşılması gerektiğine dikkati çekti.
Suriye'deki tek sorunun DAEŞ terör örgütü olarak ele alınamayacağını, ülkede başka terör örgütlerinin bulunduğunu, terör örgütlerinin ülkeye yerleşmesine yol açan Esad rejiminin oluşturduğu bir ortam da olduğunu ifade eden Çelik, şunları kaydetti:
"Belli bir siyasi paketin içinde bu askeri operasyonlara bakmak lazım. Eğer sizin belli bir siyasi çözümlemeniz, siyasi paketiniz yoksa belli bir siyasi çözüm çerçevesine sahip değilseniz tek başına operasyonlar bir şey ifade etmez. Dolayısıyla burada DAİŞ'e, YPG'ye, Esad rejiminin orada yaptığı katliamlara karşı kararlılık sadece Türkiye'nin değil Türkiye ile birlikte uluslararası koalisyonun meselesi olması gerekir. Ne tek başına DAİŞ'e ne YPG'ye ne Esad rejimine dönük olarak atılacak adımlar birbirinden bağımsız değerlendirilmemeli, Türkiye'nin atacağı adımlar da uluslararası koalisyondan bağımsız değerlendirilmemelidir. Ama Türkiye burada, cımbızla sadece DAİŞ terör örgütünün çekilmesi değil, DAİŞ terör örgütü, YPG, oradaki bir çok irili ufaklı terör örgütü ve Esad rejiminin devlet terörü şeklinde ortaya koyduğu terör faaliyetlerine de ortak bir şekilde karşı durulması şeklinde geniş bir hassasiyete sahiptir."
(Bitti)