Aslında bugün Cezayir sokaklarının insan seli manzaraları eşliğinde duyulan "5. döneme hayır" tepkisinin ilk habercisi, 4 Mayıs 2017 tarihinde yapılan parlamento seçimleriydi. Halk her ne kadar bu seçimler yapılırken sokağa çıkarak seçim sürecini protesto etmek yolunu seçmemiş olsa da, yönetime duydukları tepkiyi sandığa gitmeyerek, kontrollü bir boykotla daha o günlerde ortaya koymasını bilmişti. Hükümet seçime katılım oranını yüzde 38 olarak açıklarken birçok siyasi gözlemciye göre katılım bunun çok daha altında gerçekleşmişti. Bu durum, ülke insanında siyasete olan inancın zayıfladığını, derin bir umutsuzluk duygusu oluştuğunu gösteriyordu. Ülke daha o zamandan, yakın gelecekte yapılacak olan devlet başkanlığı seçimlerine odaklanmıştı. "Çok hasta" olduğu söylenen mevcut başkan Abdülaziz Buteflika'nın 5. kez devlet başkanlığına aday olacağı belliydi. Fakat iç savaş travmasının halkta yol açtığı derin itaat duygusunun da bir sınırı olduğu hissediliyordu.
Abdülaziz Buteflika'nın 5. dönem için adaylığını açıkladığı Şubat ayı başından beri, yaklaşık bir aydır gittikçe hız ve yoğunluk kazanan gösterilerin bir siyasi önderlik tarafından sevk ve idare edilmediği ortada. Halk spontane olarak kendi tepkisini ortaya koymada bir oy birliği sağlamış görünüyor. Göstericiler taleplerini kabul edebilecek gerçek bir siyasi güç bulamadığı için onları siyasi bir teklife dönüştürebilmiş değiller. Şu ana kadar gösterilerde ciddi bir taşkınlık yaşanmadı ve olaylar terörize olmadı. Fakat Buteflika'nın adaylığının hâlâ geçerli olması ve bu konuda rejimde herhangi bir değişikliğin olmaması, halkın infialinin yatışmasını, tansiyonunun düşmesini engelliyor.
Bu gösterilerde tepki gösterilen Buteflika'nın şahsı da değil aslında. Buteflika ülke tarihinde kurucu kadroya yetişmiş, son derece saygın bir kişi. Halkın asıl tepkisi, uzun zamandır ileri derecelere varan hastalığı nedeniyle devlet işlerini yürütemez duruma gelmesi nedeniyle, onun ardında duran oligarşik yapıya yöneliyor. 45 milyonun üzerinde genç, dinamik bir nüfusa sahip olan Cezayir, zengin petrol ve doğalgaz yataklarının yanı sıra, Akdeniz boyunca uzanan iki bin kilometrelik sahilleri ve sahra çölünün eşsiz güzellikleriyle de büyük bir turizm potansiyelini taşıyor. Bu zengin turizm potansiyeline rağmen, ülkeyi dış dünyadan yalıtılmış olarak tutma anlayışının egemen olduğu bir politika, bu imkanları da ülke insanı için bir kazanç kapısı olmaktan çıkarıyor. 2013 yılından beri ülke yönetimine egemen olan asker-sivil bürokratik oligarşinin bu ekonomik imkanları (sınırlı bir kesime dağıtmak yerine) halka yaymaması, petrol sektörü dışında yeni iş ve istihdam alanlarının hâlâ çok zayıf olması ve yolsuzlukların ayyuka çıktığı bir yapı görünümünün halkta egemen olması, bardağı taşıran son damlalar olarak okunabilir. 100 kilometrelik bir seyahat esnasında iki ya da üç defa kontrol noktalarında durdurulan Cezayirliler henüz birkaç yıl önce bunun kendi güvenlikleri için olduğunu, teröristlerin ve radikal grupların verebileceği zararı önlemek için yapılan bu uygulamaların kendilerine hiç de rahatsız edici gelmediğini ifade ediyorlarken, bugün o bariyerlerin ve kontrol noktalarının kendi geleceklerini onlardan çaldığına hükmedebiliyorlar.
Fransa ise 1963 yılına kadar kendi toprağı olarak gördüğü Cezayir'in iç işlerine karışmayan bir görünüm sergilemeye çalışıyor. Seçimlerin emniyetli koşullarda yapılması, insanların yaptığı bu barışçıl gösterilere saygı duyulması yönündeki çağrılar geçtiğimiz hafta Fransa dışişleri bakanlığı tarafından yapılan açıklamada ifade edilse de, Cezayir halkının bu açıklamalara pek güvenmediği söylenebilir. Şu anda doğaçlama şekilde Cezayir'de gerçekleşen bu gösterilerin, Fransa'nın desteğini aldığı takdirde "saygınlık kazanma" ihtimali de var.
- Taraflar ne düşünüyor
Cezayir'de süren bu belirsizlik durumu hakkında siyaset ve kitle önderlerinin birbirinden farklılaşan tavırları bulunuyor. Kimi aktörlere göre, içinde bulunulan bu devlet krizinden çıkmanın en iyi yolu Cezayir anayasasının 102. maddesinin işletilmesi, seçimlerinin düzenleneceği güne kadar Millet Meclisi başkanının devlet başkanı olarak görevlendirilmesi. Daha önce Buteflika'nın karşısına aday olarak da çıkan eski başbakanlardan Ali bin Felis bu öneriyi getirenlerin başında geliyor. Muhalefet partileri, anayasanın 102. maddesinin hükümlerinin uygulanmasını talep eden bir açıklamalar yaparak Cezayir parlamentosunun dağılmasını ve 60 gün içinde cumhurbaşkanlığı seçimlerinin düzenlenmesini istiyorlar.
Öte yandan Buteflika'nın adaylığını destekleyen Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN), Demokratik Ulusal Birlik (RND), Umut için Birlik (TACJ) gibi iktidar partileri, seçimin ilan edildiği gibi 18 Nisan'da yapılmasında ve adaylarının da hâlâ Buteflika olduğunda ısrar ediyorlar.
Son günlerde Buteflika karşıtı olayların hız kazanmasının ardından, Cezayir Savunma Bakan Yardımcısı Ahmed Kayid Salih'in yaptığı açıklama ise son derece önemliydi. Bu açıklamada Salih, 1990'larda yaşanan ve 200 binden fazla kişinin öldüğü iç savaşı hatırlatarak, bu isyan yüzünden ülkede yıllarca acı ve yasın hakim olduğunu ve birilerinin yine bu senaryoyu devreye sokmaya çalıştığına ifade etti. Buteflika'nın adaylığını geri çekmesini talep eden protestolar hakkında yapılan bu ilk resmî yorum, travmatik geçmişe atıf yapması açısından oldukça dikkat çekicidir ve önemsenmelidir.
Gelinen bu aşamada, ülke siyasetine egemen olan iç ve dış aktörlerin, yaşanan bu rejim krizini nasıl aşacaklarına dair henüz bir uzlaşıya vardıkları görülmüyor. Henüz kısa bir süre önce her türlü gösterinin ve yürüyüşün yasak olduğu ülkede halkın her gün sokaklara inmesini ve demokratik ve barışçıl bir şekilde taleplerini dile getiriyor olmasını, yönetimi elinde tutan grupların da iyi analiz etmesi, bu gösterileri geçmiş acılara dönüş olarak okumaması gerekiyor. Zira Cezayir'i 90'lı yıllara geri döndürecek gelişmelerin önünün tıkanmasının tek koşulu, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi krizin uzlaşıyla aşılmasıdır. Cezayir insanı değişim, tam demokrasi ve refah için, "artık söz milletin" mesajını vererek sokakları dolduruyor. Umarız ki dost ve kardeş Cezayir halkı 90'larda yaşadığı iç savaş ortamına bir daha girmez; barış ve huzur içinde, geleceğe emin adımlarla ilerlemeye devam eder.
[Prof. Dr. Mustafa Kemal Şan Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü başkanıdır]