Tahran daha etkin su yönetim politikaları benimseyerek ve daha sofistike teknolojiler kullanarak sudan kaynaklanan çevresel ve tarımsal problemlerini daha iyi yönetebilir. Fakat İranlı yetkililer, bunun yerine, kendi etkisiz su kaynakları yönetimi için Türkiye'yi ve diğer komşu ülkeleri suçlamayı seçerek hidro-diplomasiyi hiç de yapıcı olmayan bir şekilde kullanıyor. İran'ın bu şekilde davranmasın, kamuoyunun dikkatini su kaynakları yönetimindeki kendi başarısızlığından uzaklaştırma taktiklerinden biri gibi görünüyor.
İran su konusunda 2017 yılının başından beri bir takım aksiliklerle boğuşuyor. Tahran'ın bu yapıcı olmayan hidro-diplomasisi, bazı İranlı yetkililerin ülkenin bölgedeki ana rakiplerinden Türkiye'yi, İran'ın sudan kaynaklanan çevresel sorunlarıyla ilgili olarak suçlamasıyla Haziran ayından bu yana yeni bir boyut aldı. İranlı yetkililer özellikle Türkiye'nin Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde var olan barajlarını ve planlanan baraj projelerini sorguladı. Bu barajlar, Türkiye'nin çok sektörlü ve entegre bölgesel gelişim stratejisine dayalı, kapsamlı Güneydoğu Anadolu Projesi'nin (GAP) temelini oluşturuyor.
Yaklaşık 20 barajın ve hidroelektrik santralinin inşa edilmesini öngören GAP, bu barajların tam kapasite faaliyete geçtmesiyle, sadece bölgedeki tarım sektörünün kullandığı sulama teknolojilerini modernize ederek değil, aynı zamanda bölgedeki endüstri sektörü için de daha fazla enerji sağlayarak sosyal kalkınmayı desteklemeyi ve bölge insanı için sağlık ve eğitim fırsatlarını iyileştirmeyi amaçlıyor.
İran Enerji Bakanı Hamid Çitçiyan, Haziran ayının başında İran'ın kuzeybatısındaki Huzistan (bölgedeki Araplara göre Ahvaz) eyaletinde meydana gelen kum ve toz fırtınalarını, Türkiye'nin baraj inşaatlarıyla ilişkilendirdi. Çitçiyan bu fırtınaların, Türkiye'nin baraj projeleri nedeniyle Suriye ve Irak'a bıraktığı suyun miktarının azalmasıyla Irak'ta oluşan kurumuş sulak arazilerden kaynaklandığını düşünüyordu.
Daha da önemlisi, İran Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani, Çitçiyan'ın açıklamalarını 3-5 Temmuz 2017 tarihlerinde Tahran'da düzenlenen "Toprağın Çölleşmesiyle ve Toz Fırtınalarıyla Mücadele" adlı uluslararası konferansın açılışında tekrarladı.
İsim vermeden Türkiye'nin Fırat ve Dicle havzalarında daha fazla baraj yapma planlarını eleştiren Ruhani, "çevresel etkilerini değerlendirmeden barajlar inşa eden bu ülkenin" komşu bir ülke olduğunu söyledi. İran Cumhurbaşkanı, bu barajların İran'ın da dahil olduğu bölgede çevreye zarar verdiğini savundu.
Ancak İranlı yetkililerin bu suçlama oyunu diplomasisi, ikna edici kanıtlara dayanmıyor. Zaten İran'ın Huzistan eyaletindeki toz ve kum fırtınalarıyla Türkiye'nin Fırat ve Dicle havzasındaki barajları arasında doğrudan nedensel bir ilişki bulunmuyor. Bir başka deyişle, Türkiye'nin barajlarıyla İran'ın toz ve kum fırtınalarının asıl kaynağı olan çölleşme sorunu arasında bilimsel bir ilişki tespit edilmiş değil.
Bu konudaki literatür, Huzistan eyaletindeki kum ve toz fırtınalarının, bölgede yeni oluşan değil, uzun zamandır var olan çöllerden kaynaklandığını söylüyor. Aslında Türkiye'nin barajlarının faaliyette olduğu son 20-30 yılda (bu şekilde toz ve kum fırtınalarına neden olabilecek) yeni oluşmuş çöller, İran'ın bu kısmında görülmüyor.
Huzistan'daki toz ve kum fırtınalarının yanı sıra, çölleşmenin kaynakları ve niteliklerine dair bilimsel olarak kanıtlanmış nesnel verilerin yokluğunda İran'ın iddiaları, Ortadoğu'daki bölgesel siyasette en önemli rakiplerinden biri olarak gördüğü Türkiye'nin, görece daha etkili su kaynakları yönetimine karşı geliştirilmiş siyasi gerekçeli sübjektif açıklamalar olarak ortaya çıkıyor.
İranlı yetkililerin iddialarının aksine, Türkiye'nin barajları bölgedeki su kaynaklı problemlerin değil, Fırat ve Dicle havzasındaki su yönetiminin karşılaştığı zorluklara getirilen çözümlerin bir parçası olarak beliriyor. Bu barajlar su akışını düzenleyerek, su kaynaklarının tarımsal üretim için en etkili şekilde kullanımını sağlıyor ve Türkiye'nin Fırat ve Dicle havzalarındaki sosyoekonomik kalkınmayı destekliyor.
Barajlar aynı nehirlere kıyısı bulunan Irak ve Suriye'ye, kuru hava koşulları ve kuraklık zamanlarında bile düzenli ve yeterli miktarda su sağlıyor. Bu barajlar, aynı zamanda nehirlerin havzaları aşırı yağış aldığında, nehirlerin geçtiği ülkelerde sel oluşmasını engellemede de önemli bir rol oynuyor.
Bu kuraklık ve sel riskleri göz önüne alındığında Türkiye'nin barajları, hem Irak'ta hem de Suriye'de su yönetimine doğrudan, İran'daki çevresel duruma ise dolaylı olarak olumlu katkıda bulunuyor.
Var olan literatüre göre, İran'ın Huzistan bölgesindeki çevre krizinin ardında yatan neden, Irak'ın eski devlet başkanı Saddam Hüseyin'in Irak'ın güneyindeki bataklığın kurutulması yönündeki radikal politikası gibi görünüyor ki bu da komşu Huzistan bölgesinde toz fırtınalarının yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Buna ek olarak, İran'ın çölleşmesini ve suyla ilgili diğer çevre sorunlarını yoğunlaştıran bazı yapısal faktörler de var. Bunlar arasında, İran'daki yüksek nüfus artış oranının, su tüketimini ve su talebini artırması yer alıyor.
Diğer bir yapısal sorunun ise tarımsal üretkenliği artırmak için su kaynaklarının etkin kullanımını artıracak modern teknolojilere ve sulama projelerine yeterince yatırım yapılmaması olduğu görülüyor. Bu anlamda, İran'ın etkisiz su yönetimi politikaları, İran'ın suyla ilgili çevre sorunlarının kötüleşmesinde belirleyici bir rol oynuyor.
İran'ın Huzistan eyaletinde bozulan çevresel durumu etkileyen sonuncu ama en önemli faktör, bu bölgedeki Karun nehrinin su kaynaklarını İsfahan bölgesindeki Zende Rud nehrine yönlendirmek için bir takım barajlar ve kanallar inşa edilmesi gibi görünüyor. Bu tartışmalı projenin, İran'ın Huzistan bölgesindeki toz ve kum fırtınalarının yanı sıra, toprak çölleşmesine de yol açtığı ifade ediliyor.
Bu son faktöre daha yakından bir göz atmak, İran makamlarının, ülkenin yoğun Arap nüfusa sahip bölgesi olan Huzistan'daki çevre sorunları için, neden Türkiye'deki mevcut barajları ve planlanan baraj projelerini suçladığını açıklamakta çok yararlı olabilir.
Her ne kadar bu konuda ikna edici bir kanıt olmasa da, İran makamlarının yürüttüğü suçlama oyunu diplomasisinin, özellikle Karun nehrinden Zende Rud nehrine uzanan suyun üzerinde, bu bölgenin kırsal kesimlerinde nüfusun çoğunluğunu oluşturan etnik Arapların memnuniyetsizliklerini frenlemeye yarayabileceği iddia edilebilir.
Başka bir deyişle, yerel Arap toplumu içindeki etnik hareketliliği engellemek için suyla ilgili çevresel sorunları kullanma ihtiyacı, İran'ın Fırat ve Dicle nehri havzalarında Türkiye'ye karşı suçlama oyunu diplomasi yürütmesinde rol oynamış olabilir.
Sonuç olarak, İran'ın suçlama oyunu hidro-diplomasisi, İran'ın Türkiye'yle ve diğer komşularıyla olan diplomatik ilişkilerinde sürdürülebilir ve yapıcı bir yaklaşım değil. İran kendi su yönetimi politikalarının modernize edilmesi ve etkinliğinin artırılması yoluyla suyla ilgili çevre sorunlarıyla başa çıkabilir.
Mütercim: Ayşe Aktaş, Zehra Ulucak