Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezinde düzenlenen 4. Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumu'nda konuştu. Erdoğan, vatandaşın devletten korktuğu, ürktüğü atmosferin yerine, 15 Temmuz darbe teşebbüsünde olduğu gibi devletini canı pahasına sahiplendiği bir iklimin oluşturulduğuna dikkat çekti. Türkiye'de artık vatandaşına tepeden bakan, ceberut bir yönetim anlayışı değil, vatandaşına hizmetkar olan bir yönetim anlayışının olduğunu vurgulayan Erdoğan, "Bir tek vatandaşımızın dahi devlet kapısından boynu bükük, kalbi kırık, haksızlığa uğradığı düşüncesiyle ayrılmasına gönlümüz razı olmaz. Biz kökeni, dini, mezhebi, dünya görüşü ve yaşam tarzı ne olursa olsun, bu ülkenin her bir vatandaşının eşit olduğuna, eşit haklara sahip olduğuna inanıyor ve bunun mücadelesini veriyoruz. Elbette hedeflediğimize tamamen ulaştığımız, her açıdan mükemmel bir yerde olduğumuz iddiasında değilim. Bunun uzun ve zahmetli bir süreç olduğunun farkındayız ama tüm sıkıntılara rağmen hayata geçirdiğimiz reformların, bizi ideallerimize bir adım daha yaklaştırdığını biliyoruz. 15 Temmuz gecesi yaşananlar bu tespitlerimizin haklılığını ortaya koymuştur. Diğer tüm farklılıklarını bir kenara bırakarak 80 milyonun tamamı o gece devletine sahip çıkmıştır. 40 yıldır devlete sızan, hizmet, eğitim diyerek milletin malını, rızkını, çocuklarını gasp eden bir çete 80 milyonun direnişi sayesinde hezimete uğramıştır. O gece milletimiz tarihe nakşolan bir demokrasi destanını kanıyla, canıyla yazmıştır. Şimdi bu örgütün devlet kurumlarından tasfiyesine yönelik kararlı adımlar atıyoruz. Tüm zorluğuna rağmen bu süreci hukuk içinde sürdüreceğiz. Aynı şekilde örgütün devletimize ve toplumsal yapımıza verdiği tahribatın izlerini temizlemeye çalışıyoruz. Bunun yanında puslu havada avlanmaktan hoşlanan, tüm umudunu krize ve kaosa bağlamış eski Türkiye artıklarının oyunlarıyla da uğraşıyoruz. FETÖ'nun ve vesayet odaklarının kalıntılarının tamamının tasfiye edilmesiyle Türkiye'nin yolu ve bahtı daha da açılacaktır. Bu süreçte Kamu Denetçiliği Kurumumuza da önemli görevler düşüyor. Kuruluş aşamasında yaşanan sıkıntıya rağmen bugün Kamu Denetçiliği Kurumu milletimize büyük hizmetler veriyor. Son 5 yılda kurumumuza yapılan başvurular, ombudsmanlık mekanizmasının doldurduğu boşluğun tespiti açısından önemli bir göstergedir. Bugüne kadar yapılan başvuru sayısı 25 bine yaklaştı. Bunlardan 23 binden fazlası incelendi ve neticelendirildi. Yapılan başvurular ile ilgili verilen kararlara uyma oranı yüzde 42'dir. 2013 yılında bu rakam yüzde 27'dir. Her geçen gün kurumun etkinliğinin arttığını görüyoruz ancak bu seviyeleri yeterli görmüyoruz. Şahsımın, hükümetimizin ve meclisimizin de desteği ile bu oranı ülkemize yaraşır seviyelere taşıyacağımıza inanıyorum" diye konuştu.
Sempozyumun temasının göç ve mülteciler olarak belirlenmesini isabetli bulduğunu belirten Erdoğan, "Sadece ülkemiz değil, Asya'dan Avrupa'ya, Afrika'dan Amerika'ya kadar dünyanın hemen her bölgesi göç ve mülteciler meselesiyle yüzleşiyor. Az önce perdede izledik. Mültecilerin konumunu izledik. Çocukları gördük. Onların nasıl sefaletler yaşadığını gördük. Bunlara İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin gereği hep birlikte sahip çıkmamızın gereğine inanıyorum. Güçlü olan ülkelerin bu konuda duyarlı olmadığını ifade etmek isterim. Avrupa ülkeleri başta olmak üzere güncel siyasetin ana konusunu göçmenler ile ilgili tartışmalar oluşturuyor. Tartışma güzel ama problemi çözmeye gelince sadece seyrediyorlar. Her ne kadar göç ve mülteciler konusu devletlerin ve uluslar arası örgütlerin gündeminde üst sıralarda yer alıyor olsa da, meselenin daha çok güvenlik ekseninde tartışıldığını görüyoruz. Ne yazık ki sorunun insani, toplumsal, hukuki ve vicdani boyutu gündeme getirilmiyor. Kuşkusuz yaşanan terör saldırılarının ciddi etkisi bulunuyor" açıklamasında bulundu.
Batı'daki belli odakların ve ırkçı grupların mülteciler ile terör olayları arasında bir paralellik kurmaya çalıştığına dikkat çeken Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:
"Mülteci ve göç konusunun sadece güvenlik parantezinde değerlendirilmesi insanlık vicdanında çok büyük yaralar açacaktır. Bu sorunu ortaya çıkaran insanların evlerini, yurtlarını, sevdiklerini terk etmeye zorlayan saikleri ortaya koymamız şarttır. Ortada hiçbir sebep yokken hiç kimse derme çatma botlarla kendini, ailesini, evlatlarını azgın dalgaların arasına atmaz. Sahil Güvenlik Komutanlığımız son 2 yılda 130 bin göçmeni denizlerde boğulmaktan kurtarıp ülkemize getirmiştir. Yaşanan onca trajediye rağmen milyonlarca insan bu tehlikeyi göze alıyorsa ortada üzerinde oturulup düşünülmesi gereken ciddi bir sorun vardır. Şuan da, Suriye ve Iraklı olarak 3 milyon mülteciyi ülkemizde barındırıyoruz. Şuana kadar yaptığımız harcama 26 milyar doları bulmuştur. Ne yazık ki, ne Avrupa ne de Birleşmiş Milletler Mülteciler Konseyi verdiği sözde durmuştur. Verseler de vermeseler de biz silahlardan kaçan, varil bombalarından kaçan bu insanları evimizde misafir etmeye devam edeceğiz. Bunu insani bir görev telakki ediyoruz. Onlar bombalardan kaçarken, onlara Batı tel örgüler ile kapısını kaparken aynı şeyi biz yapamayız. Aylan bebekleri ölüme götüren nedenlerin tespitini yapmadan, bu meselenin çözümü için yapılacakları doğru bir şekilde tayin edemeyiz. Bu açıdan bilhassa sempozyumdaki sunumların, tartışma başlıklarının belirlenmesinde kamu kurumları yanında, insani yardım kuruluşlarının da katkılarının alınmasını çok değerli buluyorum. Bu kurumlarımız insanları göçe zorlayan sebepleri bizzat yerinde görüyorlar. Bu kuruluşların temsilcileri, çocukların umutlarını karartan uçaklara, varil bombaları altında hayata tutunmaya çalışan sivillere, işkencenin her türlüsünün yaşandığı hapishanelere ilk elden şahit oluyorlar. Meselenin sadece güvenlik ve insani kriz bağlamında ele alınamayacağını en iyi onlar biliyor. Bu noktada onların tartışmalara yapacakları katkıların ve tecrübe paylaşımlarının gerek misafirlerimiz, gerekse Kamu Denetçiliği Kurumumuz açısından kıymetli olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Türkiye, Suriye ve Irak'taki istikrarsızlar sebebiyle göç ve mülteciler meselesiyle son dönemde yoğun bir şekilde yüzleşse de, tarihi bulunduğu coğrafya itibariyle bu konuya asla yabancı değildir. Anadolu bir göçmen yurdudur. 500 yıl önce katliamdan kaçan Musevilerden, Batı Avrupa'daki Hristiyanlara, Çerkezlere kadar tüm ezilenler bu ülkede korunaklı bir çatı bulmuşlardır. Türkiye, mazlumlar için güven yurdudur."
"Fethi Gemuhluoğlu ağabeyimizin ifadesiyle burası göze sezdirmeden gözyaşı silen dostların ülkesidir" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bizim milletimiz din, dil, etnik ayrım gözetmeden kapısına gelen herkesi bağrına basmış, sofrasına bir tabakta onlar için koymuştur. Biz yaşamanın, ayakta kalmanın yolunun yaşatmaktan geçtiğine, vermenin, paylaşmaktan, bölüşmenin bereketine inanıyoruz. Bu anlayışla 6 yıldır Suriye'den ve Irak'tan gelen komşularımıza sahip çıktık. Onları diktatörlerin, eli kanlı katillerin ve terör örgütlerinin insafına terk etmedik. Gerek ülke içinde gerekse sınır hattında hayata tutunmaya çalışan kardeşlerimiz için tüm imkanlarımızı seferber ettik. Ege'de can kayıplarını önledik. Düzensiz göçü kontrol altına alarak göçmen kaçakçılığı zincirini kırdık. Suriye ve Irak'taki kardeşlerimiz için yaptığımız harcamalar 26 milyar doları buldu. Uluslar arası kuruluşların yaptığı katkı son gelenlerle birlikte Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler olarak 1 milyar 200 milyon dolar civarında. Bugün Türkiye 140'ı aşkın ülkede icra ettiği insani ve kalkınma yardımlarıyla dünyanın en cömert ülkesi payesine sahiptir" ifadelerini kullandı.
"Bizler Suriye'de hamdolsun 3 bini aşkın DEAŞ'lıyı da öldürdük"
Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Şu hususu da üzülerek belirtmek istiyorum; Türkiye'nin çabalarının onda biri maalesef gelişmiş ülkeler tarafından gösterilmemiştir. Her fırsatta ülkemize demokrasi ayarı çeken, hukuk dersi veren ülkeler, Suriye ve Irak gibi bölgelerde en temel insan hakkının ihlal edilmesine niye sessiz kalmıştır. Uluslararası toplum ve kuruluşlar ne yazık ki insani krizlerin çözümünde başarılı bir imtihan verememiştir. Ülkemizin yıllardır ısrarla dile getirdiği terörden arındırılmış güvenli bölge teklifi duymazdan gelinmiştir. İkili yaptığımız görüşmede hep bana söyledikleri gayet güzel bir teklif. 'Hadi o zaman adımı atalım' dediğimde ne yazık ki hep unutturulma politikası güdülmüştür. Suriye'de de, Irak'ta da böyle olmuştur. Ne yazık ki PYD'ye, YPG'ye silah desteğini verenler bu güçlerdir. Hepsinin elimizde belgeleri var. DEAŞ'a silah desteğini veren yine bu güçlerdir. DEAŞ ile mücadeleyi veren biziz. Ama Batı ne diyor, 'Türkiye DEAŞ'a destek veriyor' diyor. Ya DEAŞ'la mücadeleyi veren biziz. Şuanda Suriye'de bizler şehitler verdik, Özgür Suriye Ordusu şehitler verdi. Ama bizler Suriye'de hamdolsun 3 bini aşkın DEAŞ'lıyı da öldürdük. Buna devam edeceğiz. Çünkü bunlar bizim için tehdit oluşturuyor. DEAŞ'ın İslam'la yakından uzaktan alakası yoktur, bunu da bilmenizi istiyorum. Tamamen İslam dışı örgüttür. Bazı dostlar, 'İslami radikalizm, İslami terör' diyor. Lütfen İslam'la terörü kimse yan yana getirmesin. Zira İslam barıştır. Kelime anlamı itibariyle 'silm' kelimesinden gelir, bu da barışı ifade eder ve anlamı itibariyle barış olan bir din, selam olan bir din terörle yan yana getirilemez. Bu çok ciddi bir bizler için operasyondur. Böyle bir operasyonu biz kabul edemeyiz. Bunu bütün dostlara söylüyoruz. Değerli dostlar küreselleşen, giderek büyük köye dönüşen bir dünyada hiç kimse diğerinin sorununa bigâne kalamaz. Acının rengi yoktur. Kaderimiz ve kederimiz ortaktır. Sorunlar görmezden gelinerek çözülemez. Şayet huzur, barış istiyorsak yönümüzü sınırlarımızdan içeri değil, kriz ve çatışmaların olduğu yerlere çevirmeliyiz. Kendi güvenliğimizin, komşularımızın emniyetinden geçtiğini unutmamalıyız."
"Kurulan kanlı sömürü düzeni değiştirilmeden, mülteci ve göç sorunun üstesinden gelinemeyeceğini söylüyoruz"
Son yıllarda yaşanan acı hadiselerin, Halep, Bağdat, Musul yanarken, Antep, Brüksel ve Berlin'in huzur içinde olamayacağını gösterdiğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Yapılması gerekenler bellidir. Akdeniz'in on binlerce mültecinin bedenini yutan büyük bir kabristana dönüşmesini engelleyecek çözümler ortadadır. Biz fedakarlık yapılmadan, yükler paylaşılmadan, kurulan kanlı sömürü düzeni değiştirilmeden, mülteci ve göç sorunun üstesinden gelinemeyeceğini söylüyoruz. Ekonomik çıkarlar adına, çatışmaların körüklendiği, etnik, dini ve mezhebi gerilimlerin tırmandırıldığı politikaların, yaşanan sorunların çaresi olmadığını ifade ediyoruz. Bugün topraklarında 3 milyon mülteci barındıran Türkiye'nin tarihten damıttığı, son 6 yılda yeniden harmanladığı tecrübelerinin son derece kıymetli olduğuna inanıyorum. Aynı şekilde misafirlerimizin kendi ülkelerinde gördükleri yaşadıkları deneyimleri de her açıdan önemsiyorum. Özellikle Afrika ülkelerindeki deneyimleri çok ama çok çok anlamlı buluyorum. Sempozyum boyunca tüm bu tecrübelerin enine boyuna konuşulup, tartışılacağına tüm dünyaya yol gösterecek önerilerin ortaya konacağına inanıyorum" şeklinde konuştu.