'Kahire tarzı Kur'an dinliyoruz'
Hafız-bestekar Dr. Sarı:- 'Biz bugün Kur'an okuyan kardeşlerimizden Arap hafız ve karilerinin edalarını, sedalarını dinliyoruz. Bizim yerli hafızlarımızdan esinlenen, onların nağmeleriyle Kur'an'ı aksettiren kardeşimiz yok gibi. Yüzde 80 oranında Kahire tarzı Kur'an dinliyoruz'- 'Kur'an-ı Kerim, bizim medeniyetimizin temel semavi kitabıdır. Kur'an-ı Kerim'den biz edebiyatımızla, şiirimiz

Oluşturma Tarihi: 2017-06-07 11:51:15

Güncelleme Tarihi: 2017-06-07 11:51:15

MÜCAHİT TÜRETKEN - Hafız-bestekar ve Kur'an-ı Kerim hocası Dr. Mehmet Ali Sarı, Kur'an-ı Kerim tilavetinde Kahire ve İstanbul ekollerinin bulunduğunu belirterek, "Maalesef bizim ekolümüz büyük bir inkıtaa uğradı ve uzun yıllar okunamadı. Bizim yerli hafızlarımızdan esinlenen, onların nağmeleriyle Kur'an'ı aksettiren kardeşimiz yok gibi. Yüzde 80 oranında Kahire tarzı Kur'an dinliyoruz." dedi.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde uzun yıllar çok sayıda öğrenci yetiştiren ve halen 29 Mayıs Üniversitesi'nde ders vermeye devam eden Sarı, AA muhabirine, Kur'an eğitimi, jürisinde yer aldığı Kur'an-ı Kerim'i Güzel Okuma Yarışması ve ezan ile ilgili açıklamalarda bulundu.

Çocukluğu ve ilk gençlik dönemlerinin yokluk içerisinde geçtiğini ifade eden Sarı, ancak tüm sıkıntılara rağmen mutlu ve hayata karşı azimli olduğunu belirtti.

-"İlkokul hocam, bana Kur'an eğitimi verdiği öğrenilince aramıza büyük bir mesafe koydu"

Hatıralarını, Timaş tarafından yayınlanan "Beyoğlu'nda Bir Hafız" isimli eserinde anlatan Sarı, ilk Kur'an eğitimini ilkokul hocasından aldığını belirterek, şöyle konuştu:

"Bolu'nun Seben ilçesinin Tepe köyünde ilkokulu bitirdim. İlkokul hocam, 1933'te açılıp geri kapatılan İmam Hatip Okulu ve Dar'ul Hilafe medreselerinden mezun bir insandı. Ben ilk eğitimi ondan aldım. İlkokul hocam, bana Kur'an eğitimi verdiği öğrenilince aramıza büyük bir mesafe koydu. O dönemler sıkıntılıydı ve Kur'an eğitimi yasaktı. Hele bir eğitimcinin Kur'an okutması, din adına bir şeyler söylemesi, onun resmi hayatına mal olurdu. Sonrasında ise köyümüzün hocasından devam ettim hafızlığıma. Memleketteki eğitimimin ardından, 1947'nin sonbaharında 14 yaşında İstanbul'a gelip Beyoğlu'ndaki Ağa Camisine yerleştim. Eğitimim için o dönemde şehirdeki tek Kur'an Kursu'nun hocası hafız Hasan Akkuş'a müracaat ettim. Bir yandan çalışıp bir yandan okudum. İmam Hatip Lisesi'nin ardından Yüksek İslam Enstitüsü'ne gittim ve o dönemlerde konservatuvar eğitimi aldım."

Bugün Türkiye'de Kur'an kurslarının önceki dönemlere göre çok daha iyi ve kaliteli olduğu değerlendirmesinde bulunan Sarı, "Ellerinde çok iyi kaynak kitaplar var. Hocalar daha donanımlı ve öğrencilere yaklaşımları konusunda güzel bir formasyon eğitiminden geçiyorlar. Fiziki imkanlar açısından da Kur'an kursları çok temiz, nezih ortamlarda bulunuyor. Biz cami bitişiklerinde, karanlık izbe yerlerde çok zor şartlarda okuduk Kur'an-ı Kerim'i. Oysa bugün gördüğüm kurslar çok kaliteli." diye konuştu.

Kur'an-ı Kerim'in üç türlü okunduğunu dile getiren Sarı, şunları kaydetti:

"Birisi, gündüz namazlarında olduğu gibi içimizden okuruz. Peygamberimiz böyle okumuş. İkincisi, akşam, yatsı ve sabah namazlarında ve namaz dışında olduğu gibi sesli şekilde okunur. Yani Kur'an'ın lafızları seslendirilir. Üçüncüsü ise 'Ey insanlar', 'Rabbimize karşı saygılı olunuz' gibi hitabet şeklindedir. Bu hitabet şekli pek kullanılmaz Kur'an-ı Kerim'de. En fazla kullanılan seslendirme usulüdür. Peygamberimizin de bu şekilde seslendirdiğine dair kayıtlar vardır kaynak eserlerde. Hazreti Peygamber'den övgü alan Ebu Musa el Eşari ve Salim Mevla Ebu Huzeyfe gibi eshab-ı kiramdan çok güzel Kur'an-ı Kerim okuyanlar var. Bu sonrakilerin, öncekilerden aldığı bir gelenek olarak bize kadar intikal etmiştir."

- "Maalesef bizim ekolümüz büyük bir kesintiye uğradı"

Kur'an'ın tilavetinde dünyada iki ekolün bulunduğunu belirten Dr. Sarı, bunların Kahire ve İstanbul ekolleri olduğunu söyledi.

Her iki ekolün özelliklerinden bahseden Sarı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kahire tarzı seslendirmeye Arap nağmeleri olduğu için arabesk de diyebiliriz. İstanbul ekolünde ise bizim kendi coğrafyamızda, asırların ince süzgecinden geçerek incelmiş, bize has zengin ses ve özel nağmelerle Kur'an-ı Kerim okunmuştur. Hafız Ali Üsküdarlı, İstanbul tavrının üstadı idi. Hafız Esad Gerede, Hafız Ahmet Bolulu, Enderunlu İsmail Hakkı Efendi, Hafız Necati Efendi gibi çok meşhur isimler vardı. Sadettin Kaynak ve Münir Nurettin Selçuk gibi isimler, o dönemlerde bu işe fazla önem verilmeyince musikiye, bestekarlığa ve icracılığa yöneldiler. Maalesef bizim ekolümüz büyük bir kesintiye uğradı ve uzun yıllar okunamadı. Hocalar kenarda bucakta gizli saklı şekilde eğitim vermeye çalıştılar. Yaklaşık 50 senelik fetret devri nedeniyle böyle oldu. Bu sebeple Kahire usulü, tüm dünyaya hakim oldu. Biz bugün Kur'an okuyan kardeşlerimizden, Arap hafız ve karilerinin edalarını, sedalarını dinliyoruz. Bizim yerli hafızlarımızdan esinlenen, onların nağmeleriyle Kur'an'ı aksettiren kardeşimiz yok gibi. Yüzde 80 oranında Kahire tarzı Kur'an dinliyoruz."

- "Format benzeyebilir ama bizim niyetimiz farklı"

TRT ekranlarında yayınlanan, Kur'an-ı Kerim'i Güzel Okuma Yarışması jürisinde yer alan Sarı, teklif geldiğinde bunu bir hizmet olarak gördüğü için kabul ettiğini söyledi.

Çok seyredilen bir televizyon kanalında, Kur'an faaliyetini müspet bulduğunu ifade eden Sarı, programla ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:

"Kur'an-ı Kerim, bizim medeniyetimizin temel semavi kitabıdır. Kur'an-ı Kerim'den biz edebiyatımızla, şiirimizle, camimizle, düğünümüzle, doğumumuzla, ölümümüzle hep beraber yaşayıp onun etkilerinden hiç ayrılmamışız. Bunu biraz daha canlandırmak, topluma yaklaştırmak, bilhassa gençlerin, bu konulardan haberdar edilmesi yolunda bir faaliyet olarak görüyorum. Bu sebeple çok önemli görüyorum programı. İnsanlar Kur'an dinliyorlar. Adını sanını duymadığımız, Kars'tan, Ardahan'dan, Kütahya'dan, Türkiye'nin birçok bölgesinden gelen gençlerimizin, güzel seslerini dinliyoruz. Bir eğitim almamış, internetten iyi sesleri dinleyerek, kendi meraklarıyla bir yere kadar gelmiş bu gençlerimizi değerlendirmeye çalışıyoruz. Haddi zatında notlar veriyoruz ama bu sadece Kur'an-ı okuyuşlarını değerlendirme babındadır. Alakalarına göre bakarsak, bütün kardeşlerimize 100'er puan vermemiz gerekir. Dördüncü de beşinci de olsa Kur'an-ı Kerim'i tilavet etmede o seviyelere kadar gelmek zordur. Tabii bu yarışma formatı olduğu için bir not verip, sıralama yapmamız gerekiyor."

Programın şarkı yarışmalarına benzediği yönündeki eleştirilere de cevap veren Sarı, "Dünyada her şey bir taklittir. Gökteki helikopter, böcekleri taklit ederek yapılmıştır. Giyimde de otomotivde de birçok şeyde bu böyledir. Biz burada farklı bir taklit yapıyoruz. Format benzeyebilir ama bizim niyetimiz de amacımız da farklı." ifadelerini kullandı.

- "Bir cami imamında pedagojik formasyon ne kadar bulunabilir?"

Gençlere, çocuklara Kur'an-ı Kerim'i sevdirmek için hocaların pedagojik formasyon eğitimi almaları gerektiğini vurgulayan Sarı, şunları kaydetti:

"Evvela çocuğu tanımak lazım. Kur'an'ın, onun hayatında nasıl bir rol oynayacağını, onun yaşına göre anlatmak lazım. Bu eğitim sürecinin her safhasında teşvik için muhakkak ödüllendirmek gerekir. Bizim zamanımızda hocalarımız biraz serttiler. Ellerinde uzun sopalar vardı, bir şey oldu mu kulaklar çekilirdi. Eski kitaplarda falaka vardı. Bunlar, yakınlaştırmaz uzaklaştırır. Her konuda olduğu gibi evvela sevdirmek lazım. Camilerdeki yaz kurslarında 4 yaşından itibaren çocuklar yaş gruplarına göre değil, topluca ders alıyor, bu yanlış. Oyunla karışık bir eğitim olmalı. Bu olmuyor çünkü yeterli sayıda görevli yok. Cami imamı ve yanına verilen bir görevliden bekleniyor her şey. Kur'an'ı öğretmek bir eğitim işidir. Bir cami imamında pedagojik formasyon ne kadar bulunabilir? Dolayısıyla işe eğiticilerden başlanmalı."

- "Hafız olmak zor, hafız kalmak daha da zor"

Türkiye'de yeterince hafız bulunduğuna işaret eden Sarı, asıl meselenin hafızlığı muhafaza etmek olduğunu vurguladı.

Türkiye'de 120 binin üzerinde hafız olduğunu hatırlatan Sarı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu sayı çok fazla. Herkesin hafız olması gerekmiyor. Hafızlık eğitimi, annenin babanın merakı ile veyahut da çocuğun özentisi ile başlıyor. Kur'an-ı Kerim'in tamamını ezberlemek zor bir iştir. Ben iki yılda hafız oldum. İstisnaları olabilir, 6 ayda bitiren de var. Çocukları akranlarından tamamen koparmadan, ilkokulu bitirdikten sonra hafızlık yapmanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Eğer eğitime bir ara verilecekse bu ilkokuldan sonra olmalı. Hafızlığa başlamak isteyenlere diyorum ki hafız olmak zor, hafız kalmak daha da zor. Hafız olup da hıfzını ter-u taze muhafaza edenlerin sayısı kanaatime göre yüzde 15-20'dir. Yüzde 80'inin 'ha'sı gitmiş 'fız'ı kalmıştır. Çünkü öğretmen oluyor, esnaf oluyor, hayata atılıyor. Kur'an-ı Kerim'i ayda bir defa ezbere okumak lazım. Okumadınız mı buza yazılmış bir yazı gibi uçar gider. O sebeple hafızlığı çok fazla teşvik etmek lüzumlu değil. Kur'an-ı Kerim'de Vedduha'dan aşağı kısa surelerin tamamını, Yasin, Tebareke, Mülk ve Fetih sureleri ile birkaç aşır ezberletip bunların korunmasını teşvik etmek daha doğru olur."

-"Ezanda ben yaptım oldu, yoktur"

Konservatuvar eğitimi olan ve çok sayıda ilahi besteleyen Sarı, bugün bazı müezzinlerin ezanı bir gösteri gibi icra ederek, yanlış yaptıklarını söyledi.

İlahi bir davet olan ezanın herkese seslendiğini, bu yüzden doğru ve güzel okunması gerektiği konusunda uyarıda bulunan Sarı, sözlerini şöyle tamamladı:

"Dinimizin temel cümlelerini içeren ezanlar artık namaza davet özelliğinin de ötesinde İslam'a davet anlamına da gelir. Bu yüzden güzel okunmalıdır. Kötü okunan ezan, kendini dinletmez, güzel okuyan müezzinler de adeta şov yapıyor. Her makamla ezan okunmaz. Ezanlarda icra edilen makamlar rast, beyati, hicaz, hüzzam, segah ve saba makamlarıdır. Ezanda ben yaptım oldu, yoktur. Gelenek ve yakışan önemlidir. Ezan, muhtasar, müfid okunmalı. Yani çok uzun olmaz, kısa okuyacağım diye de ezandan çıkarılmadan okunmalı.
Ayrıca hoparlörlerin sesini çok açıyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığımızın, sesin 80 desibeli aşmaması tavsiyesine uyulmalı. Bugün, evler camilerle iç içe. Bu rahatsızlık verir. Din adına, kimseyi rahatsız etme hürriyetine sahip değiliz."