'Şiddetin kaynağı din değildir'
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elik:- 'Din kaynaklı şiddet gibi birtakım güncel sorunlar, Allah'ın bütün mahlukatın yaratıcısı Rab, en büyük müşterek değer olarak algılanmamasından neşet ediyor. Şiddetin kaynağı din değildir' - 'Kur'an Allah'ı ortak değer olarak sunar. Eğer orada müşterekliği yakalayabilirseniz bu hayatınızın diğer safhalarına yansır'- 'Din

Oluşturma Tarihi: 2017-04-26 13:15:08

Güncelleme Tarihi: 2017-04-26 13:15:08

ORHAN GÜVEL - Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Elik, "Din kaynaklı şiddet gibi birtakım güncel sorunlar, Allah'ın bütün mahlukatın yaratıcısı Rab, en büyük müşterek değer olarak algılanmamasından neşet ediyor. Toplumda görmezden gelinen, psikolojik sosyolojik ihtiyaçları giderilmeyen, dünya sofrasından yeterince pay almayan fert ve topluluklar potansiyel şiddet kaynağı oluşturuyor." dedi.

Din-şiddet ilişkisi bağlamında AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Elik, şiddetin tamamıyla din üzerinden yorumlanmasının doğru olmadığını, en azından eksik kalacağını ifade ederek, "Bunun sosyo-ekonomik, kültürel birçok sebebi var. Bir insan şahsi ihtiyaçlarını ne kadar karşılarsa, toplum içinde ne kadar rağbet görürse, maddi manevi açıdan ne kadar huzur içinde olursa topluma o kadar yararlı olur. Bireyin şiddete yönelmesinde dinden ziyade maddi manevi ihtiyaçlarından mahrum bırakılması yatıyor. Şiddetin kaynağı din değildir." diye konuştu.

Toplumun, bir ferdi veya topluluğu, temel ihtiyaçlarından mahrum ederek onu adeta kayıt dışına itmesinin birçok olumsuzluğa kapı araladığını belirten Elik, şöyle konuştu:

"Din kaynaklı şiddet gibi birtakım güncel sorunlar, Allah'ın bütün mahlukatın yaratıcısı Rab, en büyük müşterek değer olarak algılanmamasından neşet ediyor. Toplumda görmezden gelinen, psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçları giderilmeyen, dünya sofrasından yeterince pay almayan fert ve topluluklar potansiyel şiddet kaynağı oluşturuyor. Gözlemlerimiz var. Yurt dışında ülkemizden giden bazı insanları gördük. Bunlar kamu görevlisiyken yani itibar ve kaybedecek çok şeyi varken, birlikten, beraberlikten, kardeşlikten bahsediyor ancak -istisnaları hariç- yürüttüğü vazifeden ayrıldığı zaman marjinal, radikal denebilecek durumlara yönelebiliyorlar."

- "Toplumun ferde olan borcundan başlanmalı"

Kur'an-ı Kerim'in konu hakkında takip ettiği usule değinen Prof. Dr. Elik, şöyle devam etti:

"Kur'an insana önce nimetlerin sunulmasını sonra ondan beklentilere girilmesini öngörür. Zira güçlü ve etkin olan toplumdur. Günümüzde meseleye böyle yaklaşılmıyor. Biz fertten, topluma bir şeyler vermesini, ortamı elverişli hale getirmeden ondan iyi insan olmasını bekliyoruz ve aykırı davranışlarına yönelik ceza yaklaşımımız önceliklidir. Bir suç söz konusu olduğunda bunun arka planına inmiyoruz. Kur'an'dan esinlenerek söylüyorum, önce insana nimetler, imkanlar sunacaksınız daha sonra ondan beklentileriniz olacak. Cenab-ı Hak, insanı yaratıyor, akıl nimeti veriyor, tabiatın bütün nimetlerini önüne serdikten sonra sorumlu tutuyor. Dolayısıyla bence buradan başlamak lazım. Yani toplumun ferde olan borcundan, görevinden başlamak lazım ki sonrasında o fertten istenen şeyler alınabilsin. Bazı yıkıcı mihraklar, ne yapılırsa yapılsın başka türlü kodlanmış, ihtiyaçları karşılansa dahi şiddete yönelebiliyor. Bu dediklerim normal, ortalama insan içindir."

- "Kur'an-ı Kerim'in tarihe yönelik bazı ayetleri doğrudan bugüne gelmiş gibi algılanmamalı"

"Şiddetin dini açıdan değerlendirmesine gelince bu konuda iki temel neden olduğu kanaatindeyim" diyen Elik, şunları söyledi:

"Birincisi, Kur'an'ın tarihe yönelik bazı ayetlerini, tarihte ilk muhataplarına söylenmiş ayetlerini Müslümanlar bugün doğrudan kendilerine gelmiş gibi algılıyor. Mesela 'onları bulduğunuz, yakaladığınız yerde öldürün' diye çevrilebilecek Kur'an ifadeleri var. Birey bunu okuyunca görev telakki ediyor. 'Madem Allah bunu emrediyor. Benim de bunu yapmam lazım' diyor. Bu anlayışla bazı yıkıcı örgütler de türüyor ve dünyanın huzuru kaçıyor. Halbuki bu ayetler kime geldi? Bağlamı nedir? Niçin ve ne zaman geldi? ve benzeri arka planını bilirsek bu ayetlerin Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasında yapılan Hudeybiye anlaşmasına işaret ettiğini anlarız. Bu bir barış anlaşmasıdır. İki taraf da birbirine saldırmayacaktır. Bu anlaşmayı bozuyor Mekke müşrikleri, üstelik Müslümanlara saldırıyor. Bunun üzerine Kur'an diyor ki: 'Onlar size saldırdı. Onlar başlattı savaşı, o halde kendinizi savunun.' 'O halde onları yakaladığınız yerde öldürün' ifadesi anlaşmayı ihlal eden Mekke müşriklerini kapsıyor. Bugün kalkıp bütün insanları içine alacak şekilde 'kendi dininizden, kendi inancınızdan olmayanları yakaladığınız yerde öldürün' gibi bir anlayış olursa ve bütün din mensupları bu düşüncede olursa işte bu dünyanın felaketi olur."

- "Bütün Müslüman toplumları mutlak doğru kabul ediyoruz"

İslami ilimler alanında çalışan ilim adamlarına bu konuda büyük sorumluluk düştüğünü hatırlatan Elik, "Ulemanın çok mutfak çalışması yapması lazım. Bugün 300 civarında Kur'an çevirisi insanların elinde ve birçoğunda açıklama yapılmadan "onları yakaladığınız yerde öldürün" gibi ifadeler yer alıyor. Ayeti böyle çevirirseniz arka planını anlatmazsanız, bazıları bunu görev telakki eder. İkinci olarak 15 asırlık İslam tarihindeki bütün Müslüman toplumları mutlak doğru kabul ediyoruz. 'Onlar ne derse doğrudur, bizim için de geçerlidir, onlar ne yapmışsa biz de yapmalıyız, onlar hangi fikirleri ileri sürmüşse İslamı temsil eder' şeklinde kabuller var. Bu doğru değil. Her toplum, Kur'an ve sünnetten istifade ederek kendi durumlarına göre çözümler üretmiş. Bunlar bizim için birer tecrübe niteliğindedir." görüşünü dile getirdi.

-"Meallerde kelime çevirisinden ziyade anlam üzerinde durulmalı"

"İndirildiği Dönemin Işığında Kur'an Tefsiri" (Tevhit Mesajı) isimli meal-tefsir çalışması hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Hasan Elik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bugünün insanı artık 15-20 cilt tefsir çevirisi okuyacak durumda değil. 300 civarında lafzi çeviri var elimizde. Onlar da büyük bir hizmet gördü aslında. Her çalışma aşama aşama gelişir. Hiçbir çalışma nihai değildir. Mealler de böyle. Bu konuda kalem oynatmış ilim erbabına teşekkür borcumuz var. Ancak bugün için çevreden edindiğimiz intiba, meallerde daha çok kelimelerin çevirisi, Arapça'dan Türkçe'ye aktarılışı üzerinde duruluyordu. Anlam üzerinde yeterince durulmuyordu. İşte biz bunun üzerine tefsir çalışmasına başladık. İndirildiği dönem demek Kur'an'ın muayyen bir hayatın içinde doğduğuna işaret ediyor. Halbuki biz Kur'an'ı yaşadığımız dönemde inmiş gibi anlamaya çalışıyoruz. Bazen müminlere gelen, bazen de uyarı için inkarcılara gelen ayetlere kendimizi doğrudan muhatap kılıyoruz. Doğrudan bize hitap ediyormuş gibi. İbn Abbas 'Kur'an'ı anlamanın yolu, metnin içine girmekten ziyade Kur'an'ın dışındaki atmosferi bilmektir' diyor. Kur'an'ın inişi ne zaman tamamlandıysa, manası da o dönemde tamamlanmıştır. Biz Kur'an'ın metni üzerinde tasarruf yapamayız. Oynayamayız. Kendi kendimize anlam veremeyiz. Kur'an metninden, doğrudan güncel olaylara çözüm olmaz. Ancak indiği dönemdeki metin üzerine yapılacak yorumdan, tevilden dolaylı çözüm üretilebilir. Bu sağlıklı olur. Eskiden Kur'an okunmadığından şikayet edilirdi. Şu anda Kur'an'ın nasıl okunacağı, nasıl anlaşılacağı önemli bir konu haline geldi."

- "Bazı ayetler şiddet eylemlerine referans kabul ediliyor"

"Kur'an barış üzerinde durur tüm şiddete yönelik vurgular savunma amaçlıdır. Hiçbir ayet bir başkasının inancını gerekçe göstererek savaş başlatmanıza, şiddet kullanmanıza müsaade etmez" diyen Elik, "Belirli konjonktürde doğmuş ilişkileri bugün değişik pozisyonda olan bizler kendi hayatımız için de gerekli görürsek bu bizi boğar, halbuki onların döneminde devlet ve toplumlar arasında savaş fikri egemendi. Bu anlamda, bazı ayetler şiddet eylemlerine referans kabul ediliyor. Bunlar üzerinde durmak lazım, din eğitimi müfredatları gözden geçirilmeli, yaşadığımız hayatı esas almak lazım. Dönemsel değerlendirmeleri genel, evrensel değerler gibi kabul etme yanılgısına düşmemeli." değerlendirmesinde bulundu.

- "Tevhid Allah'ın ve insanlığın birliğidir"

Prof. Dr. Hasan Elik, İslam'ın muhtaç, korunmaya ihtiyaç duyan insan için olduğunu hatırlatarak, "İnsan eksenli din" isimli çalışmasında ibadetleri bu bakış açısıyla ele aldığını belirtti.

"Tarihte birçok din Tanrı eksenlidir. İlahlar kurban istiyor, gazaba geldi, ilahlar şunu istiyor" vb. insanı dikkate almayan inanışlar hakimdi" diyen Elik, İslam'ın Kur'an'daki ilah telakkisinin farkının tam anlaşılmadığını söyledi.

Prof. Dr. Elik, konuşmasına şöyle devam etti:

"Kur'an'ın temel mesajı tevhid inancıdır. Tevhid nedir, Allah'ın ve insanlığın birliğidir. Yani Allah'ın tekelleştirilmemesidir. Allah adına birilerinin başkalarına zulmetmemesidir. Biz sadece Allah'ın birliği üzerinde duruyoruz. Halbuki Allah'ın birliği, insanlığın birliğinden koparılamaz. Koptuğu zaman bir tarafta Allah adına konuşanlar, öbür tarafta insan adına konuşanlar çıkar. Hak veya halk adına mücadeleler başlar. Din algımızı yeni baştan insan eksenli, ferdin Rabbiyle doğrudan temas kuracağı şekilde düzenlenmeye ihtiyaç var. Vasıtalı din algıları tarihte çok, Lat'ı vardı, Menat'ı vardı, Uzza'sı vardı. Kur'an'ın salık verdiği olmazsa olmaz dediği şey, vasıtasız doğrudan Allah'la bağ kurmaktır."

- "Allah birilerinin özel Rabbi değildir"

Kur'an'da Allah'ın herkese eşit derecede yakın olduğunun vurgulandığını ifade eden Prof. Dr. Hasan Elik, "Allah birilerinin özel Rabbi, değeri değildir. Kur'an Allah'ı ortak değer olarak sunar. Bu Al-i İmran suresi 64. ayette beyan ediliyor. İnsanlar arasındaki en büyük müşterek değer yaratıcıdır. Eğer orada müşterekliği yakalayabilirseniz bu hayatınızın diğer safhalarına da yansır. Burada ayrılırsanız benim ilahım senin ilahın derseniz Kur'an buna tefrika diyor, bunu yaptığınız zaman iş ayrımcılığa, bölünmelere gidecektir. Her vakit namazda Fatiha suresini okuyoruz. Alemlerin Rabbi, insanlığın Rabbi diyoruz. Bazı yorumcular Nas suresinin ilk ayetinde geçen "De ki insanların Rabbine sığınırım" ifadesine istinaden 'bazı insanlar Allah'ın sadece kendi Rableri olduğunu iddia ediyorlardı, Kur'an ise onun tüm insanlığın Rabbi olduğunu ilan etti' diyor. Allah herkesin Rabbidir, kimsenin tekelinde değildir. Belki bugün din kaynaklı şiddet gibi birtakım güncel sorunlar, Allah'ın bütün mahlukatın yaratıcısı, Rabbi yani müşterek değer olarak olarak algılanmamasından neşet ediyor." diye konuştu.

- "İstismarın önüne geçmek için Allah tasavvurundan başlamak gerekiyor"

FETÖ örneğinde olduğu üzere cemaat yapılanmalarındaki istismarın önüne geçmek için Allah tasavvurundan başlamak gerektiğinin altını çizen Elik, "Kur'an'ın felsefesi şudur: 'Seni yaratan kimse Rabbin de odur. Yaratmayan Rab olamaz. Yaratmayan ilah olamaz. Medet umduğunuz o varlıkları yaratan da odur. Yüce Allah, biz tüm insanlara eşit seviyedeyiz, hepinize yakınız diyor. Toplumda uzak Allah telakkisi var, Allah uzakta değil. Öyle olunca yaklaştırıcıya da ihtiyaç yok. Uzak Allah inancı şirke götürür. Kişiyi Allah'a yaklaştıracak kendisi dışında, amelleri dışında bir varlık yok." dedi.

- "İnsan ne tapılacak ne de tekfir edilecek varlıktır, insan yaşatılacak varlıktır"

Prof. Dr. Elik, fikir ve ifade hürriyetinin önemine de işaret ederek, şunları dile getirdi:

"Fikir demek farklılık demektir. Tüm insanlık aynı şeyi konuşsa orada fikir olmaz. Fikir bireyseldir. Değerler ise evrenseldir. Değerlerde birleşiriz fikirlerde ayrı olmamız ise gayet doğaldır. O zaman fikir olur, gelişir. Ebu Hanife ve diğer bazı alimlerimiz olmasaydı bugün dini hayatımız çok fakir olurdu. Ne yazık ki insanların yeni fikirlere tahammülü çok az. Onun için bütün tarihte doğuda, batıda büyük düşünürlerin, mucitlerin akıbeti hak etmedikleri şekilde olmuş. Kimisi işkencelere uğramış, hapishanede hayatını sonlandırmış. İmam Malik'in ayakları kırılmış, Medine'de camiye gidemez hale gelmiş. Bunlar tarihi vak'a, bilinmesi ve ders alınması lazım. İlim, fikir, ahlak, sanat ve benzeri tüm alanlarda doğuya da batıya da bugünkü hayatı sunanların öncüleri hep farklı düşünen insanlardır. Ne yazık ki tekfir edilmişler, öldürmüşlerdir bir çoğu. Sonra da türbeleri yapılmıştır. İnsanoğlu böyle işte. Batıda da öldürmüşler sonra heykelini yapmışlardır. İnsan ne tapılacak ne de tekfir edilecek varlıktır, insan yaşatılacak, sözü varsa dinlenilecek varlıktır. Bugün tüm hayatın temelinde dini, sosyal, felsefi ve benzeri hep fikri hayatları olan, önemli insanların eserleri üzerine yaşıyoruz. İnsanlık ağırlıklı olarak tekfir ettiği, katlettiği, damgaladığı öncülerinin miraslarıyla yaşıyor. Fikirlerin doğduğu vakit kıymetini bilmeliyiz. Ne yazık ki insanoğlu bu fikirlerin önemini yüzyıllar sonra anlıyor. İnsan artık dünya ölçeğinde düşünebilmeli, farklı fikirlere saygı duymalı."

- "İyiliği emredip, kötülükten alıkoymak kişinin kendi kendisini düzeltmesidir"

İnsanoğlunun başkalarına nizam verme kudretine sahip olmadığını ifade eden Elik, sözlerini şöyle tamamladı:

"İnsanın kendini düzeltme, ilahi ve kevni nizama uyma yükümlülüğü var. Müslüman birey, nizam vermek değil, ilahi yasalara uygun yaşamakla yükümlüdür. Kur'an'da iyiliği emretme ayetleri var. 'İyiliği emredin, kötülükten sakındırın' diye çevriliyor. Aslında o ayetlere baktığımız zaman kişinin kendi hayatını marufa göre düzenlemesi, kötülükten uzak kalması, yani kendi kendini eğitmesinden bahsettiğini görüyoruz. Bu konuda tefsirimizde Lokman Suresi 17. ayetin dipnotuna bakılabilir. İslam'ın bu meselelere temel bakışı, kişinin kendi kendini eğitmesidir. Başkasını değil. İyiliği emredip, kötülükten alıkoymak, kişinin kendi kendisini düzeltmesidir. İyilik adına kimseye tavsiyede, tebliğde bulunmayacak mıyız peki? İyilik adına iyilik yapacağız sadece. Davranışlarımızla göstereceğiz bunu."