Çınar, "Gülen cemaatine hizmet eden birisi olmadığını" belirterek başladığı ifadesinde, Zirve Yayınevi'ndeki cinayetler işlendikten sonra bu cinayetleri gerçekleştirdiğini düşündüğü kişilere karşı resmi ve gayriresmi tepkileri gösterdiğini ileri sürdü.
Olaydan sonra hazırladığı ihbarname mektubunu Malatya'ya gönderilmek üzere 2010 yılında dönemin Tarsus Cumhuriyet Başsavcısına ilettiğini iddia eden Çınar, ihbarnamesini başsavcının İstanbul'a Zekeriya Öz'e göndermesi üzerine Zirve Yayınevi cinayetlerine ilişkin davanın "Ergenekon davası"na bağlanacağını anladığını belirtti.
Yanındaki delil mahiyetindeki bilgileri ve flash belleği de aynı başsavcı ile görüşerek İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne teslim ettiğini öne süren Çınar, şu iddialarda bulundu:
"İstanbul Terörle Mücadele Şubesinde ifade verirken, ifademde Gülen cemaati aleyhine herhangi bir cümle sarf etsem TEM şube hemen üzerime baskı kuruyordu. Gülen cemaatine hiç laf ettirmiyorlardı. Yine ifadem sırasında işlerine gelmeyen doğru cümleleri sarf ettiğimde bana 'seni sorgu odasına alırız, orada senden istediğimiz beyanları alırız' şeklinde söz söyleyerek baskı kurdular. Bunu yapmalarındaki tek amaç ellerindeki tüm dosyaları yalan dolanla Ergenekon'a bağlamaktı. Bunun içerisinde Zirve Yayınevi cinayeti de vardır. Buradaki tek amaç paralel yapı olarak adlandırılan Gülen cemaatinin bu dosyalar üzerinden operasyon yapmasıdır."
"Zirve Yayınevi cinayeti kapsamında da Gülen cemaatinin oluşturduğu sahte belgelerle delil yaratılmıştır." iddiasında bulunan Çınar, dosya kapsamında yüzlerce belgenin bu şekilde olduğunu öne sürdü.
Çınar, HSYK müfettişine verdiği ifadede, "Şunu açıkça söyleyebilirim ki Zirve Yayınevi cinayetinin işlenmesinde de Gülen cemaatinin rolü vardır. Bu işin içinde olan Gülen cemaati, kendisini bir şekilde bu işten sıyırdı. Cemaati de bu işten sıyıran Zekeriya Öz ve ekibidir. Tüm ihale, Ergenekon'a kaldı." iddialarına yer verdi.