Balkanlar'da yeni sosyolojiyle birlikte, siyasal, teolojik, kültürel ve radikal bir paradigma değişimi yaşanıyor. Türkiye bu değişim karşısında tarihsel tecrübesi ve birikimiyle yeni Balkan politikalarını bir an evvel ortaya koymalıdır.
Balkanlarda Risk Analizi Zorunluluğu
Balkan toprakları, eski Yugoslavya'yı oluşturan Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Makedonya'nın yanı sıra Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Türkiye'yi kapsamaktadır. Birçok kültürün iç içe geçtiği coğrafya, batıdan doğuya, Katolik, Ortodoks ve Müslüman nüfusu barındırıyor.
Balkanlar'da 1990'larla birlikte başlayan savaşlar, Yugoslavya'nın dağılmasına yol açan süreci ve “Yeni Balkan konsepti”ni beraberinde getirerek bölgede yedi yeni ülkenin doğmasına neden oldu. Yugoslavya'nın dağılması ile Avrupa Birliği (AB) ve NATO'nun Batı Balkanlar'da kurmaya çalıştığı yeni paradigma, siyasal, askerî, ekonomik ve dinî anlamda ciddi değişimlere neden oldu. Balkan ülkeleri, AB ve NATO üyeliği sürecinde yüzünü Batı'ya döndü. Balkan toplumunda genç ve yetişkin kuşaklar için Avrupa, bir cazibe merkezi olarak görülüyor. Bu da Müslüman Balkan toplumlarının yeni jenerasyonunda yaşanacak muhtemel sosyo-kültürel kopuşların risk analizlerini yapma zorunluluğunu beraberinde getiriyor. Selçuklu ve Osmanlı'dan bu yana tüm siyasal süreçlerde en etkin nüfuzun sahibi olan Balkan Müslümanlarının 700 yıllık tarihi serencamının geldiği yer, ciddi bir kırılmaya gebe.
Türkmen Toplulukları
Balkanlar'da Osmanlı hâkimiyetinin altyapısını, Osmanlı'dan önce bölgeye yerleşen Türkmen oymakları ve tarikat erbabı hazırladı. 1263'te Sarı Saltuk öncülüğündeki Türkmen topluluklarının Üsküdar'dan Dobruca'ya geçişi ve Sarı Saltuk'un Balkanlar'daki faaliyetleri, Balkanların İslamlaşması ve coğrafyada Türk nüfusun yayılmasının en önemli nedenlerinden biriydi. Tarihçiler, Osmanoğulları Beyliği'nin egemenlik alanını genişletmesi ve Avrupa içlerine kadar yayılmasının Balkan Müslümanlığını kalıcı hâle getirdiğini, ancak bölgedeki ilk Müslüman-Türk yerleşiminin Sarı Saltuk'un yolculuğu ile başladığını özellikle belirtir. Tarikat erbabı, henüz Osmanlı bölgeye gelmeden önce mescit, mektep, kervansaray kültürünü buralarda başlattı ve bölge halklarının güvenini kazandı. Osmanlı'nın bölgede gerçekleştirdiği fetihler sürecinde ve sonrasında Anadolu'daki Türkmen boylarından bir kısmı Balkanlara yerleşmeye başladı.
Türkmenler Anadolu'dan Balkanlara, din, dil, âdet ve görenekleriyle beraber geldiler. Fetihler ve Osmanlı'nın bölgedeki hoşgörüsüyle Balkan halkları İslam'ı tanımaya başladı ve Boşnak ve Arnavutlar arasında İslam hızla yayıldı. 18'inci yüzyıldan itibaren başlayan savaşlar ve Osmanlı'nın çöküşü, Balkanlar'daki Müslüman nüfusun bir kısmının katledilmesine ve büyük bir kısmının Anadolu'ya göçe zorlanmasına sebep oldu. Bugün, Balkanlar'da geçmişin bütün acı hatıralarına rağmen hâlâ Osmanlı/İslam kültürünün izlerini görebilmek mümkün. Günümüzde Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Romanya, Arnavutluk ve Bosna-Hersek'te yaşayan Müslüman toplumlar ve Türklerin zor da olsa millî ve manevi kimliklerini korumaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Ancak Yugoslavya'nın ardından ortaya yedi devletin çıkması ve AB'nin Balkanlar'daki politikaları, burada yaşayan Müslüman toplumların sosyo-kültürel sorunlarını çözümsüz ve belirsiz bir gelecekle karşı karşıya bıraktı. Kuzey Makedonya'da, Kosova'da, Romanya'da, Yunanistan'da ayakta kalmaya çalışan Türk azınlıklar ya da Bulgaristan'da iktidar ortağı olacak kadar nüfusa sahip olan Türklerin yarınla ilgili endişelerini giderecek bir güç yok. Uzun yıllar Sırpların baskılarına karşı direniş gösteren Boşnak, Arnavut ve diğer azınlık Müslümanlar hâlâ uluslararası topluluğun desteğine muhtaç.
Rahmetli tarihçi Kemal Karpat, Balkan coğrafyasında “10-11 milyon civarında Müslüman yaşadığını, bunun da toplam nüfusun yüzde 18'ine tekabül ettiğini söylemişti. Arnavutluk'ta Müslüman Arnavutlar yüzde 70'le, Bosna Hersek'te Boşnaklar yüzde 40'la, Kosova'da da Arnavutlar yüzde 90'la çoğunluğu oluşturuyor. Bu ülkelerden sadece Kosova'da 20 bin civarında küçük bir Türk azınlık var. Makedonya'da ise Türklerin sayısı 100-150 bin kadar ve toplam nüfusun yüzde 4'ünü oluşturuyor. Buradaki Arnavutlar ise nüfusun yüzde 25'i. Romanya'da 110 bin, Yunanistan'da 140 bin Türk yaşıyor. Türklerin en yoğun olduğu ülke ise Bulgaristan. 7 milyonluk toplam nüfusun yüzde 10'a yakını Türk. Sayıları 300 bine yaklaşan Müslüman Pomaklar ile 350 binden fazla Romanlar bu orana dâhil değil. Onlarla birlikte ülkedeki Müslüman nüfus, Kemal Karpat'a göre “1,5 milyondan fazla”. Sırbistan ve Karadağ'da ise Boşnak, Arnavutların oluşturduğu azınlıklar var.
Batı'nın Balkanlar'a İlgisi
Osmanlı'nın yıkılışı, Yeni Dünya Düzeni, Yugoslavya dönemi ve Soğuk Savaş, Türkiye ile Balkanlar arasında kalın duvarların örülmesine sebep oldu. Müslüman toplumların dinî ve kültürel değerleri, bu süreçte tahrip oldu. Balkan Müslümanlarıyla tekrar bir araya gelme fırsatını Yugoslavya'nın dağılmasıyla bulduk, ancak bu fırsatı maalesef etkili ve faydalı bir zemine oturtamadık. Balkan halkları, Batı dünyasının da çok yakın ilgi odağı haline geldi ve kısa sürede AB ve NATO şemsiyesi altında Batı'nın siyasi ve ekonomik yörüngesine oturtuldu. Batı dünyasının Doğu Avrupa ve Balkanlar'daki siyasi, ticari, sosyal ve kültürel politikaları sadece askerî güvenlik ile açıklanamaz. Bakir topraklar, genç insan kaynağı açısından da Balkanlar cazip bir bölge.
Bosna'da yaşanan katliam sonrasında zoraki bir barış anlaşması olan Dayton ile birlikte ABD ve Avrupa, Müslüman toplumların yoğun yaşadığı Bosna'nın, ardından Kosova ve Arnavutluk'un üzerinde siyasi ağırlıklarını hissettirdiler. Bölgenin ekonomik kaynaklarını yönlendirdiler ve “entegrasyonun” tüm kontrolünü ellerine geçirdiler. Bölgenin diğer dinlere mensup halklarını, yaşlı Avrupa'yı gençleştirmek için direkt AB üyeliği ile tamamen kontrol altına almış oldular. AB, çok kısa sürede Balkanlar ve Doğu Bloku ülkelerini üyelik sürecine alarak bölge ülkeleri üzerinde sosyo-kültürel cazibe ve etki alanı oluşturdu.
Bölgenin en büyük problemi işsizlik. Balkan gençleri Avrupa'ya neredeyse zorunlu göç ediyor. Bosna, Kosova, Makedonya ve Arnavutluk'ta yaşayan Müslüman genç nüfusun Avrupa'ya göç etmesi bir kültür asimilasyonunun da habercisi. Türkiye'nin ise Balkan Müslümanları üzerinde son 30 yılda geliştirmeye çalıştığı sosyo-kültürel ve diplomatik açılımların bir bölümü FETÖ'nün sektesine uğradı. İyi niyetli çabalar ise yüzeysel kurumlar üzerinden yürütülmeye çalışılıyor. Bunların Balkanlar'da yaşayan Müslüman halkların siyasi, kültürel, sosyal ihtiyaçlarına beklenen ölçüde cevap verdiğini söyleyemeyiz. Balkan Müslümanları ile daha uzun vadeli, kamu ve sivil toplum kurumları üzerinden uzun soluklu projelerle stratejik ilişkilerin yeniden düzenlenerek hayata geçirilmesi gerekiyor.
Kurumsal faaliyetlerin, bölge insanlarının uzun vadeli siyasi, kültürel ve ekonomik sorunlarına beklenen cevabı veremiyor. Balkanlar'daki kamu diplomasisi görevini yürüten TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Maarif okulları, YTB, Anadolu Ajansı gibi kurumların yaşanan bölgesel değişimlere paralel proaktif yaklaşımda olması gerekiyor. Balkanların, siyaset, akademi, ilahiyat, ekonomi, eğitim ve sivil toplum kurumları ile sürdürülebilir kalkınma ve işbirliği programlarımızda maalesef istediğimiz başarıyı elde edemiyoruz. Yeni ve radikal kararlara ihtiyacımız var. Türkiye'nin Balkanlar'da yeni siyasi rakibi olan ve Balkan ülkeleriyle etkin bir işbirliği geliştirmek için 30 yılı aşkın süredir sessiz ancak stratejik adımlar atan İsrail'in siyasi ve diplomatik hamlelerini yakından izlemek gerekiyor.
“Kutsal Kartal”ın Ülkesi
Avrupa ve ABD, Balkanlar'daki milyonlarca Müslüman üzerinde yeni, alternatif ve ılımlı bir ekol üzerinde çalışıyor. Oysa orası “Kutsal Kartal”ın ülkesidir. Kutsal Kartal, modern zamanlarda da Roma-Cermen geleneğinin siyasi, kültürel ve iktisadi baskısı altında. Kadim marifetin temsilcisi olma özelliğini yeniden kazanabilmesi, geleneğin yeniden izah edilmesiyle mümkün olabilir. Türkistan, Horasan, Azerbaycan, Rum ve Rumeli hattında cari olan marifetin en uçtaki iki temsilcisinden birisi olan Albanların, Kutsal Kartal ülkesinin halkı olmayı ve Roma-Cermen baskısının ne anlama geldiğini konuşmaya başlaması, konunun geniş bir zemine yayılmasını sağlayacaktır.
Şimdi Arnavutluk'ta bir Bektaşi mikro-devleti kurulmaya çalışılıyor. Geçen Eylül ayında Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, BM Genel Kurulu'ndaki konuşmasında, Tiran'da Vatikan benzeri mikro bir Bektaşi devleti kurmak için hazırlıklara başladıklarını açıkladı. Tiran'da Vatikan'ın dörtte biri büyüklükte bir yer tahsis edilecek devlet için kanun çıkarılacak. Devletin sınırları, pasaportu olacak, tepesinde ise Arnavut Bektaşilerinin lideri Baba Mondi oturacak. Rama'nın devletle İslam'ın hoşgörülü yüzünü dünyaya göstermek istediklerini söylemesi, hem bölgedeki Müslüman toplumlarda hem de Türkiye Alevi-Bektaşi topluluklarında büyük tartışmalara sebep oldu.
Modern dönem Arnavutluk'unun odağında Bektaşiler vardır ve Bektaşiler, yeni devletin siyasi kadrolarında olmak bir yana, devletin de çerçevesini oluşturmaktadır. Bundan dolayı komünistler gelinceye kadar Bektaşiler, sadece Arnavutluk'un düşünce, dinî ve sosyal yapısında değil bütün Osmanlı'da etkiliydiler. Mısır'dan Yunanistan'a, Irak'tan İstanbul'a, çok geniş bir sahada Bektaşi tekkelerinde Arnavutlar etkiliydi ve yeni siyasi akımlar içerisinde de yer aldılar. Sadece siyasi faaliyetlerde değil düşünce, kültür ve edebiyatta da öncüydüler. 1925'te tekke ve zaviyelerin kapatılmasının nedenlerinden biri de Bektaşi tekkelerinin Osmanlı sahasındaki etkileriydi. Arnavutluk'ta Bektaşi ülkesi kurulması, Hacı Bektaş Veli Tekkesi olmadan bir anlam taşımıyor. Fakat Bektaşi Tekkesi adımı bir yandan da Lozan Antlaşması'nın delinmesi anlamına gelmektedir. Bektaşiliği, yüzyıllar önce getirdiğimiz Balkanlar'da koruyamadık. Bugün Bektaşilik ABD ve İsrail'in kontrolünde siyasi bir aparat haline geldi.
Bektaşilik, ötekilere sevginin, tahammülün, sabrın, hoşgörünün simgesidir. Bu kadim inanç kültürünün orijinal kodlarına dönmesi için bilimsel bir ortak akla ihtiyaç var. Burada özellikle ilahiyat akademiyasına büyük bir görev düşmektedir. Coğrafyada 700 yıllık mazisi olan Türkiye'ye karşı siyasal ve fiziki “çevreleme harekâtını” hafife almamak gerekiyor. Balkanlar'da yeni sosyolojiyle birlikte, siyasal, teolojik, kültürel ve radikal bir paradigma değişimi yaşanıyor. Türkiye bu değişim karşısında tarihsel tecrübesi ve birikimiyle yeni Balkan politikalarını bir an evvel ortaya koymalıdır.
Kaynak: Perspektif