Suudi Arabistan Maliye Bakanı Muhammed el-Cedan, Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu tarafından organize edilen Uluslararası Finans Sektörü Forumu'nda konuştu.
İran'da Suudi Arabistan yatırımları için bir fırsat oluştuğunu belirten Cedan, bu yatırımların başlamasının önünde herhangi bir sorun görmediğini dile getirdi.
Tahran ile yapılan anlaşmaya bağlılıklarının altını çizen Cedan, Suudi Arabistan makamlarının bölgenin istikrara kavuşması, halkların ihtiyaçlarının karşılanması, yatırımlar ve refahı sağlama adımları kapsamında bu anlaşmaya imza attığına işaret etti.
"İRAN BİZE KOMŞU BİR ÜLKE VE YÜZLERCE YIL DAHA BÖYLE KALACAK"
Tahran-Riyad anlaşmasının ardından ülkesinin İran'da yatırımlarının hızla gerçekleşebileceğini kaydeden Suudi Arabistanlı Bakan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İran bize komşu bir ülke ve yüzlerce yıl daha böyle kalacak. Yatırım, kalkınma ve ekonomik alanlar başta olmak üzere İran ile ilişkileri normalleştirme konusunda hiçbir engel görmüyorum. Bizim ve İran'ın istikrara ihtiyacı var."
İRAN-SUUDİ ARABİSTAN İLİŞKİLERİ
Suudi Arabistan'da 2 Ocak 2016'da aralarında Şii din adamı Nimr el-Nimr'in de bulunduğu 47 kişi "terör" suçlamasıyla idam edilmişti.
İdamlara tepki gösteren İranlı yetkililerin peş peşe yaptığı açıklamaların ardından Suudi Arabistan'ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed kentindeki konsolosluk binaları İran'daki göstericiler tarafından ateşe verilmişti.
Mart 2015'te başlayan Yemen'deki kriz nedeniyle zaten gergin olan iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler tamamen kesilmişti.
İran ve Suudi Arabistanlı yetkililer, Nisan 2021'de Bağdat'ta doğrudan görüşmeler yapmak üzere bir araya gelmiş ve Irak'ın arabuluculuğundaki görüşmeler daha sonra da devam etmişti.
Riyad ve Tahran, 7 yıl aradan sonra Pekin'de Çinli yetkililerin aracılığıyla 10 Mart'ta diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması konusunda anlaşmaya varmıştı. ‘Suudi Arabistan savaş bataklığından çıkmak istiyor'
Bölgedeki gelişmelerle ilgili Sputnik Türkçe'ye açıklamalarda bulunan Ortadoğu, Avrasya ve Asya-Pasifik Platformu (ODAP) Direktörü ve İstanbul Gelişim Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ali Semin, “Suudi Arabistan ile İran'ın bölgesel olarak ezeli bir güç rekabeti var” diyerek iki gücün yakınlaşma sürecini şöyle değerlendirdi:
“Suudi Arabistan 2015'ten beri Yemen'e başlattığı bir operasyon sonucunda ciddi bir savaşla karşı karşıya bulunuyor. Ve bu savaşın kazananları yok. Yemen savaşında dolaylı yoldan İran ve Suudi Arabistan savaşı olduğunun da altını çizmek istiyorum. Bu kazananı olmayan savaşın Suudi Arabistan'a milyarlarca dolarlık bir maliyeti de var. Suudi Arabistan, bir 2030 vizyonuna hazırlanıyor. Ve ülkenin petrole, enerjiye bağımlı bir ekonomi olmasından çıkıp insan sermayesine ve petrol dışındaki milli gelirin çeşitlendirilmesine dayalı olması için 2030 vizyonu çok önem taşıyor. Bunun gerçekleştirilmesi için bölgesel ve iç dinamikler de güvenik boyutu da önem taşıyor. Suudi Arabistan'ın İran'la bu normalleşmeyi Yemen'den dolayı yaptığını düşünüyorum. Yemen'deki savaşın sonlanmasını istiyor.”
Dr. Semin, “Suudi Arabistan bu savaş bataklığından çıkmak istiyor. Ancak geride federatif bir Yemen kalabilir. Muhtemelen üniter yapısını koruyamaz. Yemen, 1990'dan önce nasıl cumhuriyet olmadan önce iki yönetimle yönetiliyordu, şimdi de bu şekilde olabilir. Bir başka seçenek de Lübnan'da olduğu gibi Şiilere bakanlık, başkan yardımcılığı gibi görevler verilerek üniter ortak bir yönetim kurulabilir” diye de ekledi.
“İsrail'in hedefinde Suudi Arabistan'la normalleşme vardı. Suudi Arabistan'ın da İsrail ile normalleşme için Filistin sorununda iki devletli çözüm, 1967 sınırlarına geri dönülmesi, göç ettirilen Filistinlilerin güvenli geri dönüşü gibi şartları var. İsrail bunları kabul etmeden Suudi Arabistan ile normalleşme olmaz. Ancak İsrail, İran'a karşı mücadelesini Suudi Arabistan ile birlikte yürütmeyi planlıyordu. Bu yüzden İran-Suudi Arabistan normalleşmesinin İsrail'i çok ciddi anlamda rahatsız ettiğini söyleyebiliriz.” ‘Artık ABD yok, Çin var, Rusya var'
“Artık bölgede bir gerçek var. Artık Amerika Birleşik Devletleri yok. Rusya var, Çin de var. Çin üçgen diplomasi masasını kurarak bu krizin çözümünde rol aldı. Çin'in başlangıçta ekonomik yatırım üzerinden bir küresel güç olma eğilim vardı. Ancak artık Çin'in sadece ekonomik ve ticari yani yatırım üzerinden odaklı bir küresel güç olma potansiyelinin zayıf olacağı yönünde bir kanaat oluşuyor. Çünkü uluslararası sistemde ekonomi tabii ki önemli ancak askeri ve diplomatik gücünüzün de yüksek olması lazım. Askeriyle diplomatik güç caydırıcı güçlerdir, ekonomik güç ise yumuşak güçtür. Bunun için Çin de son zamanlarda Asya-Pasifik başta olmak üzere Ortadoğu'da hatta Ukrayna'da da bu güçleri devreye sokuyor. Yani Çin artık küresel güç olmak için diplomatik hamlelerini de ön plana çıkaracak, askeri hamlelerini de ön plana çıkacak diyebiliriz. Ancak askeri güç anlamında ABD'nin yaptığı gibi gelip Ortadoğu'da üs kurmayı değil teknoloji transferini de içeren silah satışlarını kastediyorum. Artık Çin'in de bölgesel ve küresel sorunlarda aktif bir diplomatik yani tarafsız, aktif bir diplomasi yürüteceğini söylemek lazım.”