Mardin Artuklu Üniversitesinden Dr. Necmettin Acar, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerini Analiz Masası için değerlendirdi.
***
Arap Baharı süreciyle bölgesel meselelerde farklı pozisyonları savunan Türkiye ve Suudi Arabistan ilişiklerinde son dönemde yakınlaşma emareleri görülüyor. Geçtiğimiz yıl düzenlenen G-20 zirvesi kapsamında Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Kral Selman arasında gerçekleşen telefon görüşmesi uzun süredir iki ülke arasındaki en yüksek temas olarak ön plana çıkmıştı.[1] Ardından Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Şubat ayında Suudi Arabistan'a resmi bir ziyarette bulunacağını duyurması[2] dikkatleri yeniden iki ülke ilişkililerine çekti.
ABD güvenlik şemsiyesinin zayıflamasıyla ortaya çıkan güvenlik sorunları, "Vizyon 2030" ekonomik hedeflerine ulaşma ve Çin'in "Kuşak Yol İnisiyatifi"nde daha aktif bir rol üstlenme motivasyonu da Suudileri, bölgesel aktörlerle ilişkilerin seviyesini yükseltmeye teşvik ediyor. Geçtiğimiz aylarda Riyad'ın, İran'la diplomatik ve ticari ilişikleri yeniden başlatması bu yönde atılan en önemli adım olarak kayda geçti.
- Türk-Suudi ilişiklerinin seyri
Arap Baharı sürecine kadar nispeten pozitif bir gündemi olan Türk-Suudi ilişikleri, her iki ülkenin Arap Baharı sürecinde farklı bir pozisyona yönelmesiyle önemli ölçüde gerildi. On yılı aşın bir süredir bölgedeki farklı politik vizyonu savunan ve bu süreçte ciddi bir ekonomik ve siyasi maliyet üstlenen Orta Doğu bölgesinin en önemli iki aktörü Türkiye ve Suudi Arabistan'ın bu süreçte önemli ölçüde yorulduğunu söyleyebiliriz. Bugünden baktığımızda her iki aktörün, bölgesel meselelerdeki pozisyonlarında anlamlı bir değişim gözükmemekle birlikte ilişkilerdeki gerginliğin dozunu azaltmak ve ilişiklilerin seviyesini yükseltmek konusunda istekli olduğu görülüyor.
- Yakınlaşmaya yol açan bölgesel ve küresel faktörler
Son dönemde küresel ve bölgesel ölçekte yaşanan çok önemli gelişmeler Türkiye ve Suudi Arabistan'ı birbirine yakınlaştırıyor. ABD güvenlik şemsiyesinin zayıflaması, Çin'in Kuşak ve Yol projesi, ekonomik sorunlar ve bölgesel aktöreler arasındaki ekonomik rekabet iş birliğini teşvik eden en önemli gerekçeler olarak sayılabilir.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere tüm Körfez ülkelerinin rejim güvenliği ve toprak bütünlüğünün sağlanmasında ABD güvenlik garantileri hayati derecede önemli bir husustur. ABD, İkinci Dünya Savaşı'ndan 2010'lu yıllara kadar sağladığı fiili güvenlik garantileriyle bölge ülkelerin güvenliğinin en önemli destekleyicisi olmuştur. Ancak 2010 sonrası dönemde ABD'nin, kaya gazı devrimiyle Körfez enerji kaynaklarına bağımlılığının ortadan kalkması ve "Pivot Asya" stratejisi ile Çin'i çevrelemeye odaklanması, Körfez güvenliğinin sağlanmasında hayati önemde olan ABD fiili güvenlik garantilerinde ciddi bir zayıflamaya yol açmıştır.
İlk olarak; uzun yıllar ABD fiili güvenlik garantileri sayesinde karşı karşıya kaldıkları tehditlerle baş etmede önemli bir güçlük yaşamayan Suudi Arabistan, yeni dönemde kendi güvenliğine yönelik tehditlerle baş etmede alternatif arayışlarına girişti. Yemen'de devam eden savaşın ve İran'ın bölge genlinde Suudilerin korumaya çalıştıkları bölgesel statükoyu tehdit eden faaliyetlerinin ortaya çıkardığı tehditler, alternatif güvenlik arayışlarının en önemli sebepleri... Bu süreçte Riyad, bir taraftan Rusya ve Çin gibi küresel aktörlere yönelirken diğer taraftan Türkiye ve İsrail gibi bölgesel aktörlerle yakın ilişikler kurmak suretiyle oluşan güvenlik boşluğunu doldurmaya çalışmaktadır.
İkinci olarak; Çin'in 2013 yılında geliştirdiği Kuşak ve Yol İnisiyatifi'yle ortaya çıkan "ekonomik koridor", bölgesel aktörleri birbirine yakınlaştıran bir işlev görüyor. Bu anlamda Türkiye'nin Kuşak Yol projesinin orta koridoru üzerinde yer alması, Türk-Suudi ilişkilerini önemli düzeyde etkiliyor. 19. yüzyılın sonlarında geliştirilen Berlin-Bağdat demiryolu güzergahına benzer bir şekilde Basra Körfezi'nden başlayarak Türkiye üzerinden Avrupa'ya uzanan hat, Türkiye'yi Kuşak ve Yol projesine büyük ilgi duyan Suudi Arabistan açısından önemli bir partner haline getiriyor. Türkiye'nin İslamabad-Tahran-İstanbul (İTİ) şeklinde farklı alternatiflerinin de olması, bu projede aktif bir rol oynamak isteyen Riyad'ı Türkiye ile yakın iş birliğine teşvik ediyor.[3]
Son olarak; uzun yıllardır petrol gelirlerine dayanan rantiyer ekonomilerden üretken ve dinamik bir ekonomiye geçmek için büyük çaba harcayan Körfez ülkeleri arasında son dönemde ekonomi alanında önemli bir rekabet ortaya çıktı. Halbuki bu ülkeler Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) bünyesinde uzun yıllar ekonomik entegrasyon hedeflemişlerdi.
Suudi Arabistan'ın "Program HQ", yeni bir havayolu şirketi kurma ve serbest bölgelerden ithal edilen ürünlere gümrük vergisi uygulama gibi politikaları, KİK üyesi ülkelerle girdiği ekonomik rekabet için başvurduğu önemli araçlar olarak ön plana çıkıyor. Bu süreçte özellikle Katar ve Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE) İran ve Türkiye ile yakın ilişkiler üzerinden bölgedeki ekonomik pastadan aldıkları büyük pay, Riyad'ı harekete geçmeye teşvik ediyor. Ayetullah Nimr Bakır el-Nimr'in 2016 yılındaki idamı sonrası kopan İran-Suudi diplomatik ve ekonomik ilişkilerinin geçtiğimiz aylarda yeniden kurulması, Riyad'ın bölgesel aktörlerle girdiği bu ekonomik rekabetin önemli bir sonucudur. Riyad benzer bir adımı Ankara ile yakınlaşarak da atmak istiyor.
- Türk-Suudi yakınlaşmanın kazanımları
Riyad ile yakınlaşma, Türkiye açısından önemli avantajlar ortaya çıkaracaktır. Öncelikle; Türk-Suudi ilişiklerinde ortaya çıkacak bir bahar havası, tüm bu bölgelerde oluşan Türkiye karşıtı blokta bir gevşemeye yol açacaktır. Yine bu konu ile bağlantılı olarak Ankara-Riyad yakınlaşması, Türkiye'nin Mısır ve İsrail ile ilişiklerinin seviyesini artırmasına da katkı sağlayabilir.
Son dönemde Türk ekonomisinin karşı karşıya kaldığı zorluklarla baş etmede ve ekonomi yönetiminin belirlediği ihracat hedeflerine ulaşmada Ankara-Riyad yakınlaşması önemli bir katkı sağlayacaktır. Suudi Arabistan'ın Türk ürünlerine uyguladığı "örtülü ambargonun" Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Riyad ziyareti sonrası kalkacağını ve Türk firmalarının Suudi Arabistan'daki işlerine kaldıkları yerden devam edeceğini öngörebiliriz.
Son olarak bir hususa dikkat çekmek gerekiyor; Körfez ülkelerinin sahip oldukları devasa petro-dolarları bölgedeki nüfuzlarını yaymakta etkili bir araç olarak kullanma konusunda çok mahir oldukları bilinen bir gerçek. Bu ülkeler yaptıkları yatırımlarla çevre ülkelerinin politik vizyonları üzerinde önemli bir etkinlik elde edebiliyorlar. Mısır, Pakistan, Bahreyn ve Lübnan bu açıdan önemli birer örnek olarak değerlendirilebilir. Bu yüzden Ankara'daki karar vericiler Riyad'ın, sahip olduğu ekonomik gücü kullanarak Türk dış politikası üzerinde bir etkinlik elde etme arayışında olduğu bilinciyle hareket etmelidirler.
Arap Baharı sürecinin başından beri bölgesel meselelerde farklı bir vizyonu ısrarla savunansalar da ABD fiili güvenlik garantilerinde yaşanan beklenmedik zayıflama, Çin'in Kuşak ve Yol projesiyle ortaya çıkan ekonomik avantajlardan yararlanma arzusu ve bölgesel aktörler arasındaki ekonomik rekabet olgusu, Türkiye ve Suudi Arabistan'ı yakın iş birliğine teşvik ediyor. İki ülke arasında öncelikle ekonomi alanda ortaya çıkan yakınlaşmanın yakın gelecekte jeopolitik rekabet alanlarına da yansıyabilme ihtimali bulunmaktadır.
[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır]
KAYNAKÇA
[1] https://www.tccb.gov.tr/basin-aciklamalari/365/122894/suudi-arabistan-krali-selman-bin-abdulaziz-el-suud-ile-telefon-gorusmesi.
[2] https://www.haberturk.com/son-dakika-cumhurbaskani-erdogan-suudi-arabistan-a-gidecek-3303215
[3] https://www.trthaber.com/haber/ekonomi/islamabad-tahran-istanbul-yuk-treni-ankaraya-ulasti-642187.html.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Bu analizde yer alan görüşler yazarına aittir.