Dolar

34,5424

Euro

36,0063

Altın

3.006,41

Bist

9.549,89

ANALİZ: Vergi kaçıran sermaye/teknoloji ve ulusların geleceği

Teknoloji şirketlerinin ekonomik sistemlerden bağımsız yapılar haline dönüşmesi devletleri bu şirketler karşısında çözüme zorluyor. Sermayenin vergi kaçırmasından sonra fazla işçiye ihtiyaç duymayan teknoloji sermayesi karşısında devletlerin ve ulusların tasfiye mi olacağı görüşü ileri sürülüyor...

7 Ay Önce Güncellendi

2024-05-20 16:26:14

ANALİZ: Vergi kaçıran sermaye/teknoloji ve ulusların geleceği

Devletler ve ulusların teknoloji esaslı sermayeler karşısındaki durumunu değerlendiren Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün, devletsiz ve ulussuz bir geleceği savunan çevrelere dikkat çekerek, halihazırdaki sorunun çözümüne ilişkin öngörülerini yazdı.

DEVLET-SERMAYE İLİŞKİSİ

Prof. Öğün'ün "Devleetsizlik ve ulussuzluk" başlıklı değerlendirmesi;

Kapitalizm, çok hoşlanmasa da devleti; devlet ise yine haz etmese de kapitalizme ihtiyaç duymuştur.

Bunu bir soruyla açalım. Kapitalizm veya daha genel mânâda ekonominin birikimci ve yatırımcı güçleri devletten ne için rahatsızlık duyar? Sebebi, öz saikleri itibarıyla gayet makûldür. Çünkü devletler hazineleri için vergi toplar. Devletlerin kadim zamanlardan beri değişmeyen niteliğidir vergi toplayıcılığı. Bu da sermayenin, kârın maksimizasyonu güdüsü ile çelişir. Vergi veren sermayenin kârı kaçınılmaz olarak eksilecektir.

Marx bunu görmemiş, düz bir akıl yürütmeyle devleti küçümsemiş ve onu sermayenin bağımlı değişkeni; daha yakın bakıldığında ise kaba gücü olarak değerlendirmiştir.

Evet, 19. Asırda devletler sermayeye karşı, bilhassa işçi sınıflarından gelen tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmek için baskıcı bir rol oynamışlardır. Ama bu, devletlerin sermayeye mutlak olarak tâbî olmalarından; yine Marx'ın öngörmüş olduğu gibi onun basit bir aparatı, aygıtı olmasından kaynaklanmıyordu.

SERMAYENİN DEVLETE İHTİYAÇ DUYMASININ SEBEBİ

Devletler kendi akıl yürütmelerini gerçekleştiriyor ve vergi sahasında en fazla kaynak devşireceği toplumsal kesim olan sermaye ile uzlaşıyordu.

Sermayenin devlete ihtiyaç duymasının ve onun koyduğu vergileri sineye çekmesinin sebebi ise sadece devletin kılıç temelinde kendisine toplumsal-sınıfsal tehdit ve tehlikeler karşısında emniyet sağlaması değildi. Dışsal faydalar sağlayan kamusal nitelikli ağır ve büyük yatırımları ancak devlet organizasyonları marifeti ile sağlayabileceğini görüyordu.

Sermaye bilhassa genişleme dinamiğinin gerektirdiği yatırımları ancak devletlerin liderliğinde yapabileceğini kestiriyordu. Buna ilâveten devletin merkezî kurumsal kapasitesinden de istifade ediyor, iş ve işlemlerini buna dayandırarak öngörülebilir, hesaplanabilir hâle getiriyordu.

Hâsılı sermaye devletlerin kurumsal-örgütsel ve kapasitesine muhtaçtı. Sermaye birikiminin ve genişlemesinin merkez güçleri, ana ilkesi olan kârın maksimizasyonunda onu kısa vâdede zayıflatsa da, uzun vadede daha fazla kazanmasına vesile olacağı için devletle uzlaşmayı kabul etmiştir. Mesele, toplanan vergilerin oranları ve nerelerde kullanıldığının açık bir takip sistemine kavuşturulmasıyla alakalıydı. Bunu da parlamenter sistemler kanalı üzerinden hallettiler. Görece oturmuş demokrasileri taşıyan ana sütun da budur.

FİNANSAL AŞIRI BÜYÜME

II.Umûmî Harp sonrasında ise devletler ellerindeki sopayı geri çekti. İsmi sosyal devlet olan, modern tarihte ulus olarak anılan teb'asına sahip çıkan yeni bir devlet görüntüsü ile karşılaşmaya başladık. Devletler vergileri arttırarak ulusa akıtmaya başladı. Dahası, sermayeden ulusa kaynak aktarımını arttıran yeniden bölüşümün de önü açılıyordu. Bunlar ekonomik akla asla uymayan bir gelişmelerdi. Sermaye, kendi çıkarları için devlete vergi vermeyi kabûl etmişti. Bu defa, daha yüksek vergiler ve ücretler üzerinden yükü daha da artıyordu.

Pekiyi sermaye bu yükü ne için kabul ediyordu? Beklentisi, yine maliyetleri artsa, kısa vadede kaybetse de orta ve uzun vadede bunu verimlilik artışı ile dengelemek ve kâra geçmekti. İşte bu olmadı. Refah toplumlarındaki orta sınıflaşmaya rutinleşme ve bürokratikleşme üzerinden gizli ve yaygın bir lümpenleşme eşlik etti. Ağır verimlilik kayıpları ortaya çıktı. Ekonominin açıklarını kapatmak ve yeniden verimlilik sağlamak için finansal disiplinler tasfiye edildi.

İstihdam ve işletme sahasında beceriksiz ve maceracı modeller hayata geçirilmeye çalışıldı. Bu arada ulus devlet yapılarına karşı neoliberal ekonomizm olarak bilinen fikriyat ağır bir saldırıya geçti. Ekonomipolitik hedefe konuldu. Bu terkibin bileşenlerinden birisi olan politik sütun devre dışı bırakıldı.

Diğer sütun ise fetiş bir yeniden değerlendirmenin konusu yapıldı. Yeniden bölüşüm ağları acımasızca parçalandı. Gelin görün ki bunların hiçbiri sadra şifâ olmadı. Ne finansal aşırı büyüme ne de o cin fikirli istihdam ve örgüt modellerinden verimlilik artışı sağlanabildi. Finansal aşırı büyüme üretime dönmedi ve ekonomide mütemâdiyen kriz üreten balonlaşmalara sebep oldu.

YAPAY ZEKA VE ROBOTLAŞMA

Bitirici süreçler ise belki de hiç beklenmeyen bir yerden geldi. Çip devrimi, 1950'lerin sonlarından başlayarak teknolojiyi dönüştürdü ve bağımsız bir güç haline getirdi. Burada bağımsızlık vurgusu âzâmî olarak dikkate alınmalıdır. Sanayi kapitalizminde teknoloji araçsal bir değer taşır. Daha basit olarak söyleyecek olursak, teknoloji ekonominin bağımlı değişkeni olarak işlev görür. Çip devrimi bu durumu tersine çevirmiş ve ekonomipolitik yapıların disiplininden kopmuştur. Yapay zekâ ve robotlaşma bu kopuşun kendi içinde ulaştığı en yüksek mütekâmil evre olarak elyevm hayâtımızdadır.

ULUS VE DEVLETLERİN YOK OLACAĞI TAHMİNİ

Buradaki en kritik soru şu: Teknolojik tarihteki bu evre, "sermaye-devlet ve ulus” üçgeninde somutlaşmış olan ekonomipolitik yapıları topyekûn ortadan mı kaldıracaktır? Doğrusu, sayısı ve ağırlıkları hatırı derecede olan bâzı çevrelerin bu kanaatte olduğunu söyleyebiliriz.

Sanayi kapitalizminin çekirdeğinde olduğu modern gelişmelerden şikayetçi olan çevreler arasında bunu tarihsel bir fırsat olarak değerlendirenler var. Ulusdevlet dışı ve üstü yapıların teknolojik olarak güçlenmesinin insanlığı rahatlatacağını öngörüyorlar. Neticede ulusların ve devletlerin yokolacağını tahmin eden; bunu biraz da selametli bulan bir değerlendirmeden bahsediyoruz.

Bu bana, 1980'lerde başlayarak 2000'lere kadar hegemonik bir karakter kazanmış olan ekonomizmin yerini teknolojizmin alması olarak görünüyor. Ekonomizm ne kadar târihsel olarak tutunumsuz nâfile bir çıkıştıysa, teknolojizm de bundan farklı değil. Tarihin çöp tenekesi yok.

VERGİ KAÇIRAN SERMAYE-TEKNOLOJİ KAÇIRAN SERMAYE VE ULUSLARIN GELECEĞİ

Bazı hususları dikkatten kaçırmamak lazım. Teknolojik gelişmelerin arkasında sıkı bir sermaye yatırımı var. Yâni teknoloji kapitalizmi sonlandırmıyor. Sadece onu dönüştürüyor. Bu kapitalizme yeni bir çehre kazandırıyor. Teknolojiyi devletlerin kontrolünden bağımsızlaştıran devlet üstü yapılar, evet çok daha bağımsız davranıyorlar. Bu, devlet-sermaye çelişkisinin yeni görünümü. Vergi kaçıran sermaye ile teknoloji kaçıran sermaye arasında nitelik farkı yok.

Devlet ve devletlerden kopmuş görünen sermayenin bu çelişkiyi bir yerde aşacağını düşünenlerdenim. Bunun aşılacağı yerin ise ulusların mutlak kontrol altına alındığı teknoekonomi ve teknopolitik noktası olacağını düşünüyorum. Hem teb'asını mutlak olarak kontrol etmek isteyen devletler hem de emek yükünden kurtulmuş sermaye için bu özlenen bir aşamadır.

Neticede her ikisinin de bu süreçten güçlenerek çıkacağı bana âşikâr görünüyor. Hâsılı esas mesele, tekno nitelikli bir yeni ekonomipolitik karşısında ulusların istikbâli… En kırılgan mesele bu..

Haber Ara