Dolar

36,2225

Euro

38,0047

Altın

3.352,91

Bist

9.877,59

Dolar

36,2225

Euro

38,0047

Altın

3.352,91

Bist

9.877,59

Dolar

36,2225

Euro

38,0047

Altın

3.352,91

Bist

9.877,59

Dijital ortama hapsolmuş hayatlar ve yalnız ölen insanlar

Dijital dönüşümle birlikte yeni sendrom ve sosyal çöküş vakaları patlak verdi. Çevrim içi hayat, gerçeklikten uzaklaştırırken, sanal hapis ve sosyal izolasyon yaygınlaşıyor. 'Hikikomori sendromu' bu yeni durumun adı.

3 Hafta Önce Güncellendi

2025-01-29 10:30:19

Japonca'da "içeri çekilme, hapsedilmiş olma" anlamına gelen sözcük, bireyin sosyal yaşamdan izole olması, evden ya da odadan çıkamaması anlamına geliyor. Bu sendroma tutulan bireyler, gerçek hayatta en yakınları da dahil kimseyle iletişim kurmak istemezler. Gerçeklikten uzak bir ortamın etkisinde kalır, sahte benlik geliştirirler.

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tuncay Dilci ve ekibi, Türkiye'de sendromu araştırdı. Yaklaşık 2 yıl süren "Yoğun Dijital Temas Alışkanlığı, Çocuklarda Sosyal İzolasyon ve Hikikomori Sendromunu Besliyor mu?" başlıklı çalışma kapsamında 2 bin 300 çocuğun tek tek verileri alındı. Sonuçta da sendromun, Kovid 19 pandemisinin ortaya çıkardığı dijital nesne kullanım bozukluklarının sonuçlarından biri olduğu ve Türkiye'de çocukların yüzde 28,27'sinin bu sendroma maruz kaldığı tespit edildi. Araştırmanın sonuçlarını Anadolu Ajansı Teyit Hattı'yla paylaşan Tuncay Dilci, şunları söyledi:

HİKİKOMORİ SENDROMU: Hikikomori, genellikle genç yetişkinlerde ve çocuklarda daha sıklıkla görülen sosyal geri çekilme veya toplumdan kendini izole ederek tamamen gündelik yaşamdan uzaklaşma şeklinde kendini gösteriyor. Bu durumdaki bireylerin, uzun süreli bir şekilde evlerine ya da odalarına kapanarak, odalarından çıkmama ve dünyayla iletişim kurmaktan çekinme gibi bir yönleri var.

JAPONYA BULGULARI: Hikikomori sendromu, Japonya'da özellikle gençler üzerine yapılan araştırmalardan esinlenerek, Japonya insanına özgü bir kavram gibi görülüyor ama şu an dünyada da oldukça yaygın. Japonya'da 2019 yılı itibariyle 500 bin genç, daha doğrusu gençlik öncesi çocuk ve genç diyebileceğimiz bir kesimde eve kapanma ve kendini izole etme, tüm hayattan kendini çekme sendromu var. Bir nevi 500 bin gencin adeta öldüğünü düşünün, yani yaşamsal faaliyetlerini hiçbir şekilde sergilemediklerini düşünün.

KOVİD 19 SONRASI: Bu durum 2020'deki Kovid'ten sonra bizim ülkemizde de -özellikle çocuklarımızda- kendini sosyal izolasyon ve normal hayattan çekme şeklinde gösterdi. Biz dijital bağımlılıkla ilgili araştırmalar yaparken bu konu dikkatimizi çekti ve çocukların gerçek hayattan kendilerini izole etme durumlarını araştırmaya karar verdik.

hi5

DİJİTAANALİZ: Araştırmayı, kısa adı dijitaanaliz olan, dijital yaşam risk haritasını çıkarabilecek yapay zeka temelli bir elektronik ve algoritmik bir sistemle gerçekleştirdik. Yaklaşık 2 bin 300 çocuk üzerinde gerçekleştirilen bu araştırmada 950 kız çocuğu ya da kadın diyebileceğimiz bin 350 erkek çocuk üzerinde 8-15 yaş kategorisindeki çocukları ele aldık.

4 SAAT 57 DAKİKA: Ortalama bu çocuklarda günlük 4 saat 57 dakika gibi bir zamanı dijital ekran karşısında geçirdikleri yönünde bulgulara ulaşıldı. Tabii ki sürekli bir cep telefonu değil, iPad, televizyon, video izleme, oyun oynama gibi şekilde de kendilerini gösterdiklerini görüyoruz. Bilgisayardan, iPad'ten, televizyondan birbirinden geçişken şekilde ama biz hepsini dijital temas olarak yorumladık. Bu çocukların bu dijital nesneler üzerinde geçişken bir hayat ama gerçek hayattan izole olan bir sonucunu bulduk.

YÜZDE 28,27 SENDROMLU: Japonya'da ortaya çıkan ve fenomenel bir kavram olan hikikomori, aslında “Bizim ülkemiz için gerçekte var mı?” sorusunu araştırdık; evet eğer bu işin ölçütü gerçek hayattan uzaklaşmak, kendini ev içerisine hapsetmek ise bizim ülkemizde de var. Ve şu anda yüzde 28,27 oranlarında ciddi anlamda hikikomori sendromuna maruz kalan çocuklarımız ve gençlerimiz mevcut. Bu durum ileride gerekli önlemler ve düzenlemeler alınmaz ise bu çocukların aşırı hareketsizliğe bağlı birtakım travmatik sonuçlar biyopsikolojik fiziksel ve toplumdan kaçış şeklinde kültürel sonuçlarının da olabileceğini söyleyebiliriz.

ÇOCUKLARIN TERCİHİ OYUN VE VİDEO

EN ÇOK ŞİDDET İÇERİKLİ OYUNLAR: Çocuklarımızın daha çok video izleme ve oyun oynama yönünde bir tercihleri var. Özellikle bu dönemde video izleme ve oyun oynama yönünde bir tercihleri var. Diğer sosyal medyayı, yani yetişkinlerin kullandığı anlamda, çocukların çok tercih etmedikleri görülüyor. Bu oranda zaten yukarıda verdiğimiz biraz önce söylediğimiz oranla hemen hemen paralel bir durumda. Çocukların en çok şiddet içerikli, erkek çocuklar lehine daha çok tercih edildiği, şiddet içerikli oyunlar oynadığını söyleyebiliriz.

KÜLTÜREL DEZENFORMASYON: Dijital mecralarda her zaman bir risk vardır. Ekran karşısındaki çocuklar, televizyon karşısındaki çocuklar kadar güvende değil. Televizyonda en azından ne olursa olsun bir yayın yönetmeni ve editöryal sistemden geçen bir yayın içeriği söz konusuyken dijital mecralarda algı ve biliş dünyasına hitap eden subliminal mesajlarla çocukların davranışlarını yönlendirme ve kasıtlı içerikler üretilebilmektedir. Bunun için dijital mecralarda algı üzerinden gerçeklikten uzaklaştırma ve kültürel dezenformasyon şeklinde çocuklarda bir dizi sıkıntıya neden olabilmektedir. Dolayısıyla bunlar arasında yanlış bilgiye dayalı kararlar alma, düşük benlik kaygısı, kendilik değerinde yani olumsuz hissiyat, içsel huzursuzluk ve gerçeklikten kopma hissi şeklinde kendini gösteriyor.

HİPNOTİK TEKNİKLE DAYATMA: Çocuklar arasında aidiyet sorunları toplumsal baskı ve aşırı rekabet gibi olumsuz etkiler de ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocukları bu etkilere karşı bilinçlendirmeleri ve dijital okuryazarlık yetkinliklerini takip etmeleri gerekir. Zira kendilik değerinde kendini kötü hisseden çocuklar burada teslimiyetçi edilgen bir kişiliğe bürünerek karşı tarafın direktiflerini ya da hipnotik tekniklerle dayatmalarına maruz kalabilmekte ve bu çocuklar suç işlemeye yönlendirilebilmektedir. Bazen bu suç işleme bir şiddet şeklinde ama kendine dönük bir şiddete de harekete geçirerek bu çocukların yaşam enerjilerini kendilerinden alıp adeta bu içerik organize edicilerin eline geçmesi söz konusudur.

İNTİHAR…SABOTAJ…HARAKİRİ… Bu nedenle toplumda içsel anlamda bir güvenlik ki bu dijital mecraların üretmiş olduğu, vermiş olduğu mesajlar ve kodlara, oradaki algoritmik işleyişe dönük bazı programların yapılması lazım, bu programlar üzerinden ebeveynlerin bilinçlendirilmesi gerekir. Aksi halde yakın zamanda da gördük; intiharlar, sabotajlar birtakım harakiri girişimleri ve çocuklarda benlik saygısındaki düşüklüğe bağlı ileride ahlaki veya bağımlılık anlamında madde bağımlılığına alkol bağımlılığına tütün bağımlılığına kadar evrilen bir süreci ifade eder.

BİLİŞ DÜZEYİ HEDELENİYOR: Bu anlamda algı üzerinden yeni nesil çocuklar, özellikle kültürel dezenformasyon bağlamında kendi değerlerinden uzaklaşması, inanç sisteminin birtakım kaotik çarpışık sorularla çocuğun zaten yeterince hazır olmayan biliş düzeyinin kargaşa oluşturarak çocukta inanç ve değerlerine ilişkin sorgulayıcı çelişkili düşünceler gelişmesine de sebebiyet verecek içerikler paylaşılmaktadır.

DOĞAL İNSANA DÖNÜŞ MÜMKÜN MÜ?

KLİNİK VAKALAR: İmkansız değil (…) Yatarak ilaçlı tedavi gerektirecek yüksek kriz durumlu bağımlılık ya da dijital nesne kullanım bozukluğuna bağlı davranışsal bir bağımlılık söz konusuysa burada bilimsel ve yine Amatem gibi ciddi, ilaçlı, yatarak tedavilerin olacağı bir sistemle bu dönüş mümkün. Bu tabii ki klinik vakalar için geçerli.

PEDAGOJİK FAKTÖR: Pedagojik anlamda ailelerimizin eğitimcilerimizin çocuklarımızın bu konuda farkındalığını kazandırmak hatta ve hatta okul öncesinden itibaren güvenli dijital teknoloji kullanımını bir karakter biçimini veya kişilik parçası gibi yetiştirmemiz gerekiyor. Yani çocukların dijital nesnelere terk edilip bu nesneler üzerinden tüm yaşamsal faaliyetlerini sürdürmeleri kaçınılmaz çünkü yeni dijital yerli diyeceğimiz bu çocukların başka gerçeklerden haberi yok.

GERÇEK YAŞAM DENEYİMİ: Bu çocukların gerçek yaşam deneyimlerinden haberleri yok daha doğrusu. Her şeyi sanal ortamda görüp sanal ortamda deneyimliyorlar. Bu nedenle bu çocuklara dönük öncelikle dijital okuryazarlık konusunda gerek ebeveynlere gerekse çocuklara ve eğitimlere önem vermemiz gerekiyor.

OKUL ÖNCESİNDEN İTİBAREN DİJİTAL OKURYAZARLIK: Aileler çocuklarına gerçek dünyayı deneyimleyebilecekleri birtakım fırsatlar verebilirlerse bunu yaratabilirlerse, örneğin komşuluk ilişkileri, akrabalık ilişkileri, bayramlar, dini ritüeller ya da gelenekler, doğayla iç içe etkinlikler gibi… Bunun dışında eğitim kurumları öğrencileri dijital medya kullanımı konusunda bilinçlendirme programları düzenleyerek bunu ciddi takip de etmesi gerekir. Yani dijital okuryazarlık dersinin müfredata ilkokul düzeyinde hatta okul öncesi düzeyinde verilmesi gerekir. Bu önlemler çocukları sosyal izolasyon ve kültürel dezenformasyondan korumak için alınabilir.

DİJİTİST YAŞAM: Bununla beraber doğal bir yaşama öğrenciler ya da insanlığın tamamı yani sadece öğrenci çocuk diyoruz ama asıl bu sorun yetişkinler için de ciddi anlamda bir sorun. Dolayısıyla doğal yaşamın içerisinde olmaya ve hayatın doğal akışına uygun yaşamaya da dikkat etmemiz gerekiyor. Yani insan olarak insanlık olarak yeni dijitist yaşam biçiminin getirmiş olduğu robotik insana dönüşmeden.

BİLİNÇLİ DİJİTAL KULLANICI: Öyle bir çağda yaşıyoruz ki robotları insansı görünümle insanlaştırmaya çalışırken insanları robotlaştırmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla insanın insan olarak kalabilmesi, öznesi konumunda olduğu dijital nesnelerin her daim öznesi ve bilinçli kullanıcısı olması ve asla o dijital nesnelerin nesnesi konumuna geçmemesi gerekir. Bu da bilinçli olmaktan kaynaklı bir sonuç üretecektir. Burada şunu da söyleyebiliriz: İnsanların kendi değerlerini tanıması, doğal yaşama dönüşüm sürecinde bu değerleri üzerinden insanları ve çevresini tanıması, canlılara insanlara çocuklara ailemize ev ortamına bu değerler üzerinden bakmak gerekir.

DOĞAYLA BAĞLANTI: Yine dijital dünyayı sınırlamak durumunda kalırsak da bunu gerçekçi yapmamız gerekir. Yani durduk yere yoksunluk sendromu yaşayan çocuğa sınırlama yaparsak bu bir soruna dönüşebilir. Bunun için boş vakitlerimizi doğal aktivitelere ayırmak sosyal medyada geçirdiğimiz süreyi azaltmak ama bunu yaparken mümkün mertebe çocuğumuzla birlikte bu tür aktivitelere katılmak gerekir. Doğayla bağlantımızı artırmalıyız, bunun için doğa yürüyüşleri kamplar piknik alanları doğayla iç içe olmamızı sağlayacak etkinlikler fakat bu piknik alanlarına dijital nesneleri olduğu gibi evden oraya taşıyarak değil, tatile giderken oradan oraya taşıyarak değil tamamen bilinçli bir şekilde kullanarak gitmeliyiz.

SÜRDÜRÜLEBİLİR ALIŞKANLIK: Sürdürülebilir alışkanlıklar edinmemiz halinde de bundan dönüşü olabilir. Yani doğal yaşama dönüşümde sürdürülebilir alışkanlıklarımız geri dönüşüm yapmak üzere birtakım enerjilerimizi doğru alanlarda kullanmak, örneğin sosyal hizmet kurumları, insanlık yararına faaliyetler gibi…

KULLAN AT: Mesela çocuklarımızın tamamı şu anda “kullan at” kültürüne hakim. Bu anlamda tükettiğimiz yiyecek içecekler de raflardaki içecekler de bunları besliyor. Kullan at kültürüyle dijital nesne içerik tüketimi arasında bir ilişki var mı evet ilişki var şu anlamda dijital nesnelerin içerikleri de anlık birim zaman diliminde, geçişler o hareketli videolar işte kullan at kültürünün doğurduğu raflardaki yiyeceklerde hemen kullanıp kaplarını atma şekline olabilmektedir. Dolayısıyla bir davranış biçimine dönüşen bu durum, bilinçli tüketim yapılmadığı zaman ihtiyacımız olmayan şeyleri satın almak örneğin ihtiyacımız olmadığı halde ekran karşısında kalmak ve buna dönük maruziyet yaşamak gibi sorunlarla karşılaşıyoruz.

ORGANİK İNSAN: İşte bunun için yerel üreticileri ve organik yaşam biçimini sadece meyvenin sebzenin organiği değil, organik insan olabilmek kendi kültürel değerlerimiz ve kodlarımız üzerinde yeniden varoluşsal bir kimlik kazanmakla mümkün. Bu da bir algı ve anlayış biçimi yaşam biçimi şeklindedir. İnancımızla mevcudiyetimizle varlığımızla değerlerimizle insanlığımızla kültürümüzle dijital dünyada nasıl var olabiliriz? Dijital nesneleri reddetmeden..?

DİJİTAL EHLİYET: Dijtal nesnelerde de dijtal okuryazarlık yetkinliği veya sağlıklı dijital ehliyet becerisi kazanmış olmamız gerekir. Yani bugün Türkiye'de yaklaşık 79 milyon insan internetle eş zamanlı hayat sürdürüyor. Ve her 3 dakikada bir dijital nesnelerle temas halindedir. Ama bu kullanım doğru mu? Her şeyden önce şunu söyleyeyim; bir ergonomik kullanım söz konusu değil. Bu yüzden duruş bozuklukları, ani kalp rahatsızlıkları, emboli atması, kan dolaşım bozuklukları ve buna bağlı bir de ne var sözcük dağarcığımızdaki azalmadan kaynaklı iletişim becerilerimiz zayıflamaktadır.

KALICILIK ORANLARI: Yapılan bir araştırmada ekran üzerinden okumanın kalıcılık oranı yüzde 43 gerçek kitap ve araştırmaya dayalı öğrenmenin kalıcılık oranı yüzde 67. Bu şunu gösteriyor: Verimlilik ve performans adına da ekranı kısa süreli amacına uygun doğru kullanmaktan başka çaremiz yok.

3Y VE 5N1K: Çocuklara video oyunlarını izletin ama 5N1K kullanarak. Nereyi, ne zaman, nasıl, ne şekilde, ne kadar sürede izledi? Çocuklarımızı etkileyen, 3Y dediğimiz yalnızlaşma, yabancılaşma ve yozlaşmanın ortadan kalkması için bilinçli üretici tüketici olmak zorundayız.

Kaynak: AA

Haber Ara