Dolar

34,5424

Euro

36,0063

Altın

3.006,41

Bist

9.549,89

Din ve Ruhbanlık

Prof. Dr. Şinasi Gündüz, “Din ve Ruhbanlık” başlıklı makalesinde ruhbanlığın çeşitli dinlerdeki tezahürlerini tartışıyor. İslam’ın ruhbanlık sistemine karşı çıktığını, İslam’da bu bağlamda bir din adamları sınıfının olmadığını ve ayrıca dünyadan el-etek çekmeye dayalı bir yaşantıya İslam’da yer verilmediğini vurguluyor.

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-11-05 15:35:07

Din ve Ruhbanlık

Ruhbanlık denildiğinde öncelikle Hıristiyanlık akla gelir. Ancak bir kavram olarak ruhbanlık farklı dini geleneklerin de gündemindedir. Nitekim din ve ruhbanlık ilişkisine dair tartışmaların Müslüman toplumlar da dahil birçok dini cemaat konusunda yapıldığı bilinmektedir.

Örneğin Müslüman dünyada dini yaşantıda asketizmi/münzeviliği yani dünyevi her türlü arzu ve istekten uzak durma anlayışını esas alan kesimlerin ruhbanlaşma temayülü içinde oldukları tartışılır. Benzer şekilde tarihsel süreçte din adamları sınıfı şeklinde ortaya çıkan yapılanmayla bu yapının dinin anlaşılmasında ve ifade edilmesinde yalnızca kendisini yetkin ve yetkili görmesi de ruhbanlaşma zihniyetinin bir diğer tezahürü olarak değerlendirilir.

Ruhban kavramının İslami literatürde özellikle Hıristiyanlık bağlamında kullanıldığı bilinmektedir. Kur'an'da 4 ayetteki kullanımı dikkate alınarak öncelikle bu kavram ana gövde Hıristiyanlığın din adamları sınıfını ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu anlamıyla kavram rahip terimiyle yakından ilişkilidir.

Kur'an, ruhban sınıfıyla cemaatin geri kalanı arasındaki ilişkilere dair çeşitli eleştiriler yapar. Örneğin ruhban sınıfının insanlarca rab edinilmesini eleştirir (Tevbe, 31). Adi ibn Hatim'in bu ayette söz konusu edilen rab edinme konusundaki sorusu üzerine,Hz. Peygamber'in bir şeyin helalliği ya da haramlığı konusunda onların söz ve görüşlerinin bağlayıcılığının kabul edilmesine dikkat çekmesi ilginçtir.

Yine Kur'an, ruhbandan çoğunun insanların mallarını haksız yere yedikleri tespitini yapar (Tevbe, 34). Bununla birlikte, toptancı bir yaklaşımla hareket etmeyerek, Hıristiyanlar arasında büyüklenmeyen ruhbanın olduğunu da ifade eder (Maide, 82).

Son olarak Kur'an, ruhban yaşantısının yani ruhbanlığın (ruhbaniyye) Allah tarafından emredilmediğini, insanlar tarafından icat edildiğini vurgular ve kendi icat ettikleri bu sistemin gereğine uymadıklarına da dikkat çeker (Hadid, 27). Burada ruhbanlıkla kastedilen şey; Hıristiyan geleneğinde sosyal yaşamdan elden geldiğince uzak kalarak asketik/münzevi bir yaşamı tercih edenlerin durumudur.

Ruhban ve ruhbanlıkla ilgili bu yapı, kuşkusuz yalnızca Hıristiyanlığa has değildir. Sahip olduğu statü itibarıyla toplumun geri kalanından ayrışan sosyal bir sınıf olarak ruhban ya da din adamları grubu Yahudilikten Zerdüştiliğe, Sabiilikten Budizme ve Hinduizme diğer birçok dinde de bulunur. Bu dinlerin bir kısmında din adamı olmanın kutsama/takdis etme yanında soy ile de yakın ilişkili olduğu bilinmektedir. Din adamlarının, atama/kutsama ayini şeklinde gerçekleşen bir inisiyasyon töreni ile hiyerarşideki pozisyonları belirlenir.

Ruhbanlık sistemine yer veren dini geleneklerde dini hiyerarşi buna göre dizayn edilir. Hiyerarşik bir düzen içinde din adamları her kademede atama/takdis ile belirlenip göreve getirilir. Örneğin Katolik geleneğinde hiyerarşik açıdan kilise kurumunun başında bulunan papadan en alt seviyedeki diyakoza kadar hiyerarşinin her kademesi bir atama/kutsama töreniyle görev yapar. Rahip takdisi olarak tanımlanan bu tören, temel bir sakrament olarak kabul edilir. Bu sistemde papaya kadar tüm din adamları bir üst seviye tarafından kutsanıp atanır; en üst mertebe kabul edilen papa ise kardinaller arasından seçilerek kutsanır.

Sosyal bir grup olarak toplumun geri kalanından ayrışan din adamları ya da ruhban sınıfının dinin temsilinde, ifadesinde, kutsal metnin ya da metinlerin anlaşılıp yorumlanmasında yetkin ve yetkili olduğu düşünülür. Bu konuda toplumun geri kalanına göre bir ayrıcalığa sahip oldukları var sayılır.

Böylesi bir anlayışa sahip olan dini yapıların tarihte zaman zaman sorgulandığı bilinmektedir. Örneğin Katolik geleneğin kilise hiyerarşisini dinde temel referans olarak görmesi anlayışına karşı Luther gibi reformistler karşı çıkmış ve “yalnızca kutsal metin” sloganıyla dini hiyerarşinin dini anlamada mutlak referans olma iddiasını reddetmiştir.

İslam,din adamları anlayışı açısından diğer dinlerden ayrılır. İslam'da din adamları olarak toplumun geri kalanından ayrışmış olan sosyal bir sınıfa ve buna dair bir hiyerarşiye yer verilmez.

Esasen İslam, insan yaşamında dini olan ve olmayan şeklinde bir ayrıma da karşı çıkar. İslam'a göre din tüm yaşamı kuşatmaktadır; dolayısıyla dinin kapsama alanına girmeyen hiçbir alan söz konusu değildir. Buna paralel olarak insanlar arasında din adamı olan ve olmayan ayrımı da yoktur.

Bu doğrultuda İslam'da namazda cemaate önderlik yapma konusunda imamlık ve insanları namaza davet etme bağlamında müezzinlik gibi nitelikler daha üst hiyerarşi tarafından bir kutsama/takdis konusu değil sadece birer uzmanlık, yetkinlik konusudur. Örneğin namaz kıldırma görevlisi şeklinde bir imamlık müessesesi Hz. Peygamber'in sünnetinde bulunmaz. Müslümanlar arasında ilim ve irfan yönünden en yetkin görülen, Kur'an'ı en iyi bilen kişi namazda imam olarak öne çıkar.

Diğer taraftan ilerleyen tarihsel süreçte Müslüman toplumun büyüyüp genişlemesinin toplum içinde yürütülen bazı görevlerin düzenlenmesi ihtiyacını ortaya çıkardığı ve bu bağlamda cami/mescid görevlilerine dair düzenlemelerin yapıldığı bir realitedir. Bununla birlikte Müslümanlar arasında cami görevlilerinin toplumun geri kalanından ayrıcalıklı olduğuna ya da dini anlama, temsil etme ve yorumlama konusunda bunların ayrıcalıklı bir konumlarının olduğuna dair bir kabul söz konusu değildir.

Öte yandangünümüzde Müslüman dünyada din konusunun Batılılaşma ve sekülerizasyon politikalarına paralel olarak ele alınıp bu konuda düzenlemeler yapıldığı ve seküler iktidarlarca kontrol edilen bir din adamları sınıfının ihdas edilmiş olduğu bir realitedir. Bu doğrultuda dini anlama ve yorumlama konusunda bu din adamları sınıfına egemen güçlerin resmi din politikalarını temsil edip dillendirme gibi bir görev addedildiği ve haklın dini bunların görüş ve yorumları doğrultusunda anlamaya teşvik edildiği de görülmektedir.

Ruhban kavramı, münzevi/asketik bir yaşam tarzını tercih edip kendilerini elden geldiğince sosyal hayattan tecrit edenler için de kullanılmaktadır. Bu anlamda ruhbanlığa Hıristiyanlıktan Budizme ve Hinduizme birçok dini gelenekte yer verilir. Ruhbanlar erkek ve kadın bireysel ya da toplu manastır yaşamını tercih eden tüm münzevileri kapsar. Kendilerine yönelik kurallarla bu sınıf, laik olarak nitelenen ruhban olmayanlardan yani diğer cemaat üyelerinden ayrışır.

Münzevi yaşam süren ruhbanların yaşam tarzında belirleyici olan temel kriterler; fakirlik, bekarlık ve münzevi yaşama dair kurallara mutlak itaattir. Ruhban sınıfı için bu asketik kurallara riayet etmek oldukça önemlidir.

Dinlerde münzeviliğin esas alındığı manastır yaşantısı oldukça erken dönemlerden itibaren görülmektedir. Öyle ki Budist gelenekteki münzeviliğin ve buna dayalı manastır yaşantısının Gautama Siddhanta ile başladığı söylenir. Hıristiyanlıkta ise Mısır'da başladığı düşünülen bu yaşam tarzının zamanla tüm Hıristiyan bölgelere yayıldığı bilinir. Bireysel münzeviliği esas alan bir ruhbanlık anlayışınınzamanla manastırlarda toplu münzeviliğe dönüştüğü düşünülmektedir.

Asketizme dayalı manastır yaşantısı yalnızca erkeklere has değildir. Kadın keşişlerin oluşturduğu manastırlar da mevcuttur ve günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

Hıristiyanlık gibi birçok dinde monastik yaşamla dini kurumlarda görevli din adamları arasında yakın bir ilişki olmuştur. Öyle ki erken dönemlerden itibaren genelde din adamları manastır yaşamı süren münzeviler arasından tayin edilmiştir. Böylelikle münzevilikle din adamlığı sınıfı adeta içiçe geçmiştir.

Birçok dinde din adamlarının münzevilikle ilgili kurallara bağlı kalmasıkonusunda genel bir kabul söz konusu olmuştur. Örneğin Katolik Hıristiyanlığında her seviyeden din adamının evlenmemek ve cinsellikten uzak durmak şeklindeki bekaret kuralına sıkı sıkıya bağlı kalması gerektiği prensibi kabul edilmiştir. Bununla birlikte diğer bazı kiliseler bu kuralın yalnızca üst düzey din adamlarını kapsadığını ve normal kilise görevlilerinin bundan muaf olduğunu kabul ederken, bazıları da ruhbanlık sistemini tamamıyla reddeden bir tavır izlemiştir.

İslam, insanlara dünyadan el-etek çekmeye ya da münzeviliğe dayalı bir yaşam öngörmemektedir. Nitekim bu nedenle Kur'an'da Allah'ın ruhbanlığı emretmediği bunu insanların icat ettiği vurgulanmaktadır.

Münzevilik/asketizm tarzı bir yaşamı öngörmek şöyle dursun, tam tersine İslam, “aranızdan bekarları evlendirin” emri ile evliliği teşvik etmektedir. Aynı şekilde yemeyin içmeyin, iş-güç sahibi olmayın değil “yiyin için ancak israf etmeyin” ve“Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden infakta bulunun” diyerek insanları, sınırları Allah tarafından belirlenmiş olan bir bireysel ve sosyal hayatın içinde olmaya davet etmektedir.

Yine İslam, insanlardan ayrılıp uzaklaşmayı değil insanların içinde sosyal hayata müdahil olup bireysel ve sosyal yaşamında hak ve hakikati temsil ve tebliğ ile etrafına güzel örnek olmayı öngörmektedir.

Bütün bunlar dikkate alındığında İslam'ın ruhbanlık sistemine kapıyı kapadığı ve ruhbanlığa dair bir dini yapılanmayı reddettiği açıktır. Bu doğrultuda İslam'da, toplumun geri kalanına göre ayrıcalıklı olan ve dini anlamada ve yorumlamada yetkilendirildiğine inanılan bir din adamları sınıfı kabul edilmez. Aynı şekilde mutlak bekarlığı, dünyadan ve dünyevi işler olarak nitelenen uğraşılardan uzaklaşmayı esas alan bir yaşantı da uygun görülmez.

SON VİDEO HABER

Türkiye dünyada ikinci, Avrupa'da da birinci

Haber Ara