Akademisyen Muhammed Enes Danalıoğlu'nun 'profesormunzevi.wordpress.com'da yayımlanan, "Görünmeyen tehlike: Otarşik perspektiften Bosnalı Hırvatların Hersek Stratejisi" başlıklı yazısı şöyle:
Post-modern dinamikler üzerinden yeniden kurgulanan uluslararası sistemde modern devletin bir sorgulaması sonucu oluşturulan Bosna Hersek, temelde devlet aygıtının ideolojiler üzerinden çoğulculuk ilkesine göre yorumlanması ile birlikte varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu süreç, gerek populist gerekse tarihselden evrensele bir bakış üreterek şovenist-milliyetçi dalgalanmalarla seyrini devam ettiriyor. Mevcut dalgalanmaların, ülkenin siyasi gündemini belirlemesi gibi basit bir söylemden çıkarak uluslararası arenada yeni güç dengelerin oluşumuna kadar etki etmesi doğal olarak dikkatleri Bosna Hersek üzerine çekiyor.
Son dönemde özellikle Bosnalı Sırpların rövanşist siyasi yaklaşımı, çeşitli teorisyenlerin olası bir Sırp ayrılığına daha fazla odaklanmasına yol açmış gözüküyor. Üstelik bu ayrılık tehdidi, olasılığı Balkanlar ve Bosna Hersek özelinde kalmamak üzere uluslararası ilişkilerde var ola gelen bir kavrama güç katmaya devam ediyor: Mikro-milliyetçilik. Sözü edilen ve aslında neo-liberal politikaların etkisiyle aşınan ulus-devletin tekrardn mikro düzeyde güçlendirmeye çalışan mikro-milliyetçilik, küreselleşme olgusunun ortaya koyduğu stratejileri reddetmeden, özümseyerek kendine yeni hedef ve planlar belirliyor. Bunun en yakın örneğini geçtiğimiz günlerde Milorad Dodik ve Bosnalı ayrılıkçı Sırpların söylemleri üzerinden yorumlamaya çalışmıştık. Özellikle güç kazanan mikro-milliyetçiliğin tahakkümünü genişletmesi, 21. yüzyıl reel enerji ağı politikaları üzerinden gerçekleşiyor ve Dodik, Orrban, Putin ittifakı bu hamlenin bir yüzünü oluşturuyor.
Ulus-devlet yanlılarının mevcut devlet mekanizmasının işlevsileşmesi sonucu devlet aygıtı üzerinde çoğulculuk ilkesi gereği güç paylaşımı yapan ulus-üstü kuruluşlara karşı oluşturduğu strateji ve hedefler, mikro-milliyetçiliğin temel dinamiklerini meydana getiriyor. Esasında etnik-toplumcu milliyetçi çizgiyi izleyen bu kavram; burjuvazi, bürokrasi, ve halkçı dinamikler üzerinden şekilleniyor ve kendini mevcut çizgi üzerinden yeniden üretmeye decan ediyor. Bu perspektiften tarih ve güç ilişkisinin idealizm ilkesinin tersinden yorumlanması ile birlikte yeni bir tarih yazımına ihtiyaç duyması ve yeni bir tarih yazımının oluşturulması, Bosna Hersek'in gelecek dönemini kurgulayacak gibi gözüküyor. Post-modern tarih yazımının esasında primordiyalist temelde yeniden oluşturulması, Balkan ulusçuklarının mikro-milliyetçi düzlemde politikalarını belirlemesine katkı sağlıyor. Primordiyalist çerçeveden yorumlanmaya çalışılan bu süreç, hem yeni ittifakların oluşmasına hem de yeni çatışma alanlarının ve ilişkilerinin doğmasına yol açıyor.
Balkanlar ve özelinde Bosna Hersek hâlihazırda iki önemli modern dönüşümü yaşamış durumda ve bu dönüşüm süreci ikinci aşamasında hâlâ devam ediyor. Birincisi dayatma sonucu Komunist-Sosyalist bir dönüşümken ikinci ve günümüzde devam eden dönüşüm ise gönüllü olarak AB'ye entegreasyon ilkesi düzleminde yaşanmaya devam ediyor. Holistik olarak incelendiğinde aslında bu dönüşümün sancılarının en derin Balkanlarda hissedilmesi bir paradoks meydana getiriyor. Çünkü tarihsel düzlemde her ne kadar 1815 tarihli Viyana Kongresi sonucu bir denge siyaseti izlese de Avrupa'nın iki başat ülkesi de esasında irredentist politikaları arka planında barındırmaya devam ediyor: Fransa ve Almanya. Peki bu iki ülkenin de Modern Büyük Roma İmparatorluğu olma hayali varken neden bir birlik kurup ortak strateji izlemekte karar vermesi bir gerilim oluşturmuyor. Cevap aslında çok basit: rövanşist kodlar üzerinden bir tarih yazımının olmaması veya canlı tutulmaması. Sözünü ettiğimiz Avrupa Birliği'ne entegre olmaya çalışan Balkan ülkelerinin de aşamadığı en önemli sorun olarak bu gözüküyor.
Bu gönüllü entegrasyon sürecinde primordiyal bir çizgi izleyen Balkan devletlerinden Hırvatistan'ın ise hedef ve stratejileri, populist tartışma ve söylemlerin gölgesinde kalmış gözüküyor. Son dönemde özellikle Pan-slav politikaların canlılığını korumasına karşılık Pan-cermen bloğun hiç de göz ardı edilmemesi gerektini ifade etmek gerekiyor. Dolayısıyla Bosnalı Hırvatların söylem ve hedefleri, izlediği siyaseti en az Bosnalı Sırplar kadar hatta eş değer düzeyde Bosna Hersek'in toprak bütünlüğü için tehlike arz ediyor.
Sözünü ettiğimiz tehlikenin daha iyi analiz edilebilmesi, Bosna Hersek'in gelecek dönemde toprak bütünlüğünün ve Müslüman Boşnak nüfusun haklarının, çıkarlarının doğru şekilde korunmasını mümkün kılacaktır. Bosna Hersek'i bölme hedefini hâlâ ciddi düzeyde canlı olan Hırvat irredentizmi ve klerikalizmi, esasında Bosnalı Sırpların ayrılıkçı söylemlerinden daha fazla tehlikeli olarak gözüküyor. Zîrâ, gelecek dönemde istenmemesine rağmen Bosnalı Sırpları olası ayrılık durumunda Bosna Hersek coğrafyası ve daha genel çerçevede Balkan coğrafyası bir savaşa hazır olmaz, bir krize hazır olur. Elbette ki bu kriz uzun dönemde bir savaş tehlikesini Balkan ulusçuklarının gündeminde ve hedefinde olabilir ancak kriz ve savaş ayrımını doğru tanımlamamız gerekiyor. Tam da bu noktada Bosnalı Hırvatların irredentist ayrılıkçı politikalarının savaşa yol açabileceğini daha kolay ifade edebiliyoruz. Çünkü sınırlar belli değil. Sırp Cumhuriyeti'nin mevcut sınırları hâlihazırda zaten bir savaş neticesinde çizildi ve Banja Luka, Srebrenica, Trebinje gibi şehirlerin bugün bir ayrılık söz konusu olduğunda hangi sınırlar içerisinde kalacağı belli. Ancak benzer durumu Hersek bölgesinin kalbi olan Mostar için ifade etmek zor gözüküyor. Siyasi sınırlar, bir kriz neticesinde değil, savaş neticesinde yeniden çizilir. Dolayısıyla Bosna Hersek'in bütünlüğünü korumak adına Bosnalı Hırvatların irredentist ve klerikalist politikalarının doğru okunması, analiz edilmesi gerekiyor.
HIRVAT İRREDENTİZMİNİN TEMELLERİ
Adolf Hitler ve Ante Pavelić
Hırvat şovenist milliyetçiliğinin ortaya çıkması ve güç kazanması, Fransız Devrimi'nden itibaren literatürde yerini almış gözüküyor. Ancak dikkat edilmesi gereken husus, yalnızca milliyetçi düşüncenin ortaya çıkması değil. Bu milliyetçi düşüncenin sosyolojik düzlemde halkta karşılığını bulabilmesi adına bir meşruiyet sağlama mekanizması olarak tarih yazımına ihtiyaç duyulması söz konusu. Batı merkezli oluşturulmaya çalışılan tarih yazımının iki kutubu bu açıdan dikkat çekici olabilir: büyük zaferler/kahramanlıklar ve mağduriyet üzerinden oluşturulan retorikler. Batı merkezli sosyoloji anlayışı, iktidarların gerek meşruiyetini gerekse sürdürebilirliğini sağlamak adına tarih yazımını bu iki dinamik üzerinden oluşturmaya devam ediyor. Balkanların ilk yerleşik halklarından olan İlirler'den türetilen bir Hırvat İlirizmi, Hırvat Dil Bilimci Ljudevit Graj tarafından oluşturulmaya çalışılan bir ulus kimlik inşa modeli. Dolayısıyla bu ilke çerçevesinde Hırvatistan'daki (yani Hersek bölgesinin de dâhil olduğu büyük Hırvatistan) bölgesel kimlikleri tek çatı altında birleştirmek, Hırvat dünyasında bir ‘kroatizm' düşüncesinin oluşmasına yol açtı. Bu düşünce Hırvat Orta Çağ Devleti'ne atıfta bulunarak, Hırvat soylu yönetici sınıfının vurgulanmaya başlamasına, ve üç krallığın tarihsel düzlemde zemin bulmasına yol açtı: Hırvatistan-Dalmaçya-Slavonja.
Bu noktada modern anlamda üretilmeye çalışılan ulus kimlik ve vatan kavramlarının devlet aygıtı nezdinde karşılığının ne olduğu büyük bir önem atfetmeye devam ediyor. Özellikle ulus devlet anlayışının modern dönemde güçlendirilmesi ve meşruiyet kazanmasında önemli pay sahibi olan Carl Schmitt perspektifinden bakıldığında ‘tanrı-devlet' anlayışının kendisine bir hareket alanı oluşturmaya çalıştığını görüyoruz. Sözü edilen bu bakış açısının, modern dönem irredentist Hırvat milliyetçiliğine ve Avrupa kimliğine de önemli katkılar sunuyor. Nitekim 1830-1848 sonrası Avrupa'da erken dönem milliyetçiliğinin Hırvat milli kimliğini etkilemesi adına Bosna Hersek toprakları üzerinde kaos meydana getirmeden parçalanmış Hırvat bütünlüğü üzerinden fikirsel bir hareket olması, ilerleyen dönemlerde Hırvat irredentist hareketinin temelini oluşturdu. Çünkü güç kazanan Hırvat milli kimliği, rövanşist tarih yazımı neticesinde meşruiyetini sağladıktan sonra radikal hedef ve stratejilerini belirliyor.
Daha sonra Ustaşa harektine dönüşen Hırvat irredentizmi gücünü modern Hırvatlığın kurucusu Ante Starčević, Ljudevit Graj, Stjepan Radić, Vladko Maček, Kardinal Aloysius Stepinac, Ante Pavelić ve son olarak Franjo Tuđman'dan alarak günümüzde de varlığını sürdürüyor. Bu bağlamda Hırvat kroatizm düşüncesinin ve modern dönemde bunun bir yansıması olan Ustaşa hareketinin, Boşnak nüfusa, mevcut tarih yazımı üzerinden bakarak asimile olmuş Hırvat sınıf olarak bakması, Hırvatların Hersek'te hak iddia etmesine yol açan tek unsur değil. Ulus devlet ve ulus kimliğin sürdürülebilirliğini sağlamak adına güçlü burjuvazi, bürokrasi ve milli sermâyenin oluşturulma çabası, Hersek'in Hırvatlar nezdinde önemini ortaya çıkarıyor. Bölgenin maden ve zengin doğal kaynakları açısından verimli olması, Hırvat ulus kimliğinin yaşatılması ve güç kazanması adına hayati bir önem taşıyor. Dolayısıyla gerek erken dönem gerekse modern dönem Hırvat irredentizminin bu düzlemde anlaşılmaya çalışması Bosnalı Hırvatların gelecek perspektifini anlamamızı sağlıyor.
NEO-REALİZM VE MODERN DÖNEM HIRVAT İRREDENTİZMİNİN SİMGESİ: FRANJA TUĐMAN
Franjo Tudjman
Post-modern çoğulcu yönetim anlayışlarının etkisini sürdürdüğü dönemde, Franjo Tuđman'ın izlediği hedef ve stratejileri bu bağlamda önemli. Bu yüzden Milošević'i ciddiye aldığımız kadar Tuđman'ı, Dodik'i incelediğimiz kadar Dragan Čović'i de doğru analiz edebilmemiz gerekiyor. Ancak öncelikle Čović'in günümüz söylem ve politikalarını doğru analiz edebilmek adına Franjo Tuđman'ın neo-liberal dinamikler üzerinden yeniden oluşturmaya çalıştığı Hırvat irredentizmini doğru anlamamız gerekiyor. Josip Broz Tito'nun savaşta en yakınında faşistlere karşı savaşan Tuđman'ın Tito'nun ölümü sonucu milli demokrat cephede yer alarak post-modern Hırvat kimliğinin dinamiklerini belirlemesi, esasında uluslararası diplomaside neo-realizm kavramının nasıl oluştuğunu ortaya çıkarıyor. 1967-1972 Hırvat Baharı'nın(Hırvat Rönesansı'nın) Dragutin Haramija, Miko Tripalo, Savka Dabčević-Kučar ile birlikte öncüsü olan ve bu uğurda iki kez hapis yatan Tuđman, yakın dönem Doğu Avrupa özgürleşmesinin liberalizm üzerinden değil, milli demokratik hareketlerden kaynaklı olduğunu ifade ederek, bu düşüncesine destek olması adına da Samuel P. Huntington'ın Medeniyetler Çatışması teorisine sıkı sıkıya bağlı kalarak bağımsız büyük bir Hırvat devletinin savunucu olmuştur. Bu bağlamda Tuđman, Robert Hayden'a göre ılımlı bir Adolf Hitler çizgisi izledi ve Batı medeniyeti'nin Balkanlardaki savunuculuk görevini üstlendiğini ifade etti.
Savka Dabčević-Kučar
Bahsettiğimiz üzere Franjo Tuđman'ı şovenist-milliyetçi devlet adamı olarak vurgulamak günümüz post-modern Hırvat milliyetçiliğinin ve dolayısıyla Čović'in hedef ve stratejilerini anlamamıza engel teşkil ediyor. Üstelik Tuđman'ın öncüsü olduğu Hırvat Rönesansı olarak adlandırılan Hırvat Baharı'nda Hırvatların ortaya koyduğu talep maddeleri arasında şu madde yer alıyordu: ‘ Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti içinde yer alan Hırvatistan Cumhuriyeti sınırları Bosna Hersek ve Karadağ aleyhine yeniden düzenlenerek genişletilmelidir. Çünkü Bosna Hersek içinde kalan Hersek bölgesi ile Karadağ kıyıları tarihsel olarak Hırvat topraklarıdır!'
Modern Hırvat Ulus Kimliğinin Öncüsü Ante Starčević
Yalnızca Čović'in de değil, Avrupa'nın da gelecek dönem planlarını oluşturması Tuđman çizgisi ile paralel ilerliyor. Peki ama nasıl? Her şeyden önce Franjo Tuđman, 1945'lerde dönemin koşullarını doğru analiz ederek nasıl ki Josip Broz Tito'nun yanında yer alıp ve yine benzer olarak durumsallık gereği 68' hareketlerinden esinlenerek ‘çok uluslu devlet mekanizmasını işlevsiz bırakmak' politikasını izlediyse, neo-liberal dönemde de uluslararası arenada dönemin stratejilerini iyi okuyan çok önemli bir devlet adamı. Post-modern yeni dünya sisteminin klasik realist anlayıştan sıyrılarak neo-realist çizgiye evrilmesi devlet sistematiğinde ve diplomasi de birçok farklılıkları meydana getirdi. Klasik anlayışın pragmatist perspektifinden yola çıkan neo-realist yaklaşım uluslararası sistemde var ola gelen anarşi durumuna vurgu yaparak, meşru bir uluslararası kolluk kuvvetinin olmaması üzerinde durdu.
İşte tam da bu noktada uluslararası sistemde anarşinin güç kazanmasından yola çıkarak neo-realist anlayış ulus-üstü kuruluşların da varlığını tanıyarak, keskin milli sınırlar ve homojen toplum yapısının güç kazanmasına önem verdi. Dolayısıyla bir otarşik devlet yapısının devlet mekanizmalarında merkeze alınması, çok uluslu bir devlet yapısından ayrılarak yeni bağımsızlığını kazanan ulusçuklar için güç kaynağı oluşturdu. Yani ulus-devletin ulus kimliği güç kazanması adına kendi kendine yetebilir duruma gelmesi ki bu durum uluslararası küresel sermayeye entegre olmadan önce toplumsal düzeyde bir homojenliği de gerekli kıldı.
Bu noktaya kadar incelendiğinde de neo-realist anlayışın Tuđman'ın post-modern politikalarını iki açıdan şekillendirdiğini görebiliriz: homojen bir nüfus ve güçlü bir ekonomi. Özellikle güçlü ve milli bir ekonominin oluşturulması adına Hersek bölgesinin varlığı Tuđman'ın stratejilerinin anahtarı konumundaydı. Çünkü Bosna Hersek'in dâhil edilmediği bir Hırvatistan'ın, Gorski Kotar bölgesinden ekonomik ve coğrafi açıdan güç kaybetmesi söz konusuydu. Küresellleşme sonrası milli sermayelerin geleceğinin tehlikeye girmesi neticesinde, oluşturulan neo-liberal dünya düzeninin milli sınırlara ve mikro düzeyde ulusçuklara daha fala vurgu yapması elbetteki Tuđman için önemli bir fırsattı. Demografik açıdan da bölünmüşlüğün neo-realist bakış açısıyla, Hırvatistan'a ve dolayısyla Tuđman'ın otarşik politikalarına zarar verebilme tehlikesi, Hersek bölgesinin Hırvatistan için önemini ortaya koyuyor.
Nitekim, Manifesto 2 ‘ye 1990'da verdiği röportajda Tuđman'ın ifadeleri şöyledir: ‘Hırvatistan ve Bosna Hersek, doğası gereği ekonomik, siyasi vb. alanlarda tek bir kümenin parçasını oluşturuyor. Biri olmadan diğeri olamaz! Bosna Hersek yapay olarak kuruldu. Nasıl Doğu Almanya Avrupa'ya bağlıysa Bosna Hersek de Hırvatistan'a bağlı!' Daha farklı bir açıdan bakarsak çok kutuplu çoğulcu uluslararası sistem içerisinde ‘chain-gang'(çete savaşları) ihtimalinin oluşması da geçmişte Tuđman'ın ortaya koyduğı hedef ve stratejilerin günümüzdeki önemini ortaya koyuyor. Bugün aynı strateji ve hedefleri Čović'in AB ile ortaklaşa belirlediğini söyleyebiliriz.
BOSNALI HIRVATLARIN AYRILIĞINA AB'NİN BAKIŞI
Avrupa Birliği'nin özellikle bir üst bir Avrupa kimliğini oluşturma yolunda işlevsizleşmesi ve birlik içerisinde yükselen sağ hareketlerin birliğin ortak strateji ve hedeflerinde karara varılmasında engel olması Hırvatistan'a olan ilgisini artıyor. Esasında birlik içerisinde iki başat gücün bu konudaki farklı fikirleri Hersek bölgesinin ayrılıkçı hareketlerin gündeminde olup olmayacağını ve elbette Bosna Hersek'in toprak bütünlüğünü etkileyecek. Almanya bu bağlamda hem hinterlandını kullanarak hem de birlik içerisinde strateji ve hedefler üzerindeki mobilizasyon gücünü artırarak AB'nin ayakta kalmasını hedefliyor. Dolayısıyla 2014-2018 yılları arasında Berlin Süreci olarak adlandırılan istihdam odaklı altyapı çalışmalarının Balkan coğrafyasında etkin kılınmaya çalışılması bunun bir örneğini teşkil ediyor. Diğer bir başat güç olan Fransa ise özellikle 2004-2008 sürecinde birliğin çok hızlı şekilde genişlemesinin günümüzde verdiği zararları ifade ederek yeni bir genişlemenin önüne geçmek istiyor.
Hersek bölgesinin AB'ye kazandırılması birlik için belirli açılardan katkı sağlayabilir ve öncelikle bunların doğru analiz edilmesi gerekiyor. Avrupa Birliği, 21. yüzyıl reel enerji politikaları göz önüne alındığında, Rusya'ya karşı etkin ve direnç gücü yüksek politikalar üretemiyor. Dolayısıyla bu mevcut soruna çözüm üretmeye çalışırken iki alanda da güç kaybetmemesi gerekiyor: coğrafi güvenlik ve yeni kaynaklar. Tuđman'ın Hırvatistan'ın coğrafi güvenliğini sağlamak ve askeri gücünü maksimize etmek adına Bosna Hersek'ten vazgeçmemesini, AB de günümüzde doğru analiz ediyor. Özellikle 2016'da Karadağ'da Rus yanlısı gerçekleştirilmek istenen bir darbe girişimi, son seçimlerde Karadağ'da milliyetçi partilerin kazanması AB'nin de Balkan coğrafyasında güvenliğini tehlikeye atan unsurlar arasında gözüküyor. Özellikle son dönemde Bosnalı Sırpların Rusya destekli bir ayrılık ile bağımsızlığını ilân etmesi AB'nin bu güvenlik endişesi içine düşmesi için gayet yeterli bir sebep. Dolayısıyla Fransa'nın da Almanya açısından devre dışı bırakılarak ‘legal' bir genişlemenin sağlanması için Hırvatistan'ın Bosna Hersek üzerindeki hedeflerini güçlendiriyor. . Dolayısıyla ortaya çıkan durumda şu ifadenin varlığından söz edilebilir: Sırplar Rusya'nın Balkanlardaki ileri karakoluysa, Hırvatistan da Avrupa'nın Balkanlardaki kontrol mekanizmasıdır.
Hırvatistan ve AB'ye bu doğrultuda dinamizm kazandıracak başka faktörlerden de söz etmek gerekiyor. Bosna Hersek geçtiğimiz yıldan bu yana 500.000'den fazla göç vermiş durumda. Nüfusun ülke içerisindeki dağılımı göz önüne alındığında Boşnak nüfusun verdiği fazla göç oranı ile Hırvat Nüfusun verdiği düşük oranda göç oranı iki milli unsur için de eş değer durumda tehlikeli ancak Hırvatlar bu durumun kendileri için daha hayati bir tehlikeye sahip olduğunu ifade ediyor. Çünkü Bosna Hersek'te yer alan Sırp ve Boşnak nüfus göz önüne alındığında, tarihsel süreç içerisinde Hırvatlar hep azınlık olduklarını iddia ediyor. Bu iddialarının doğruluk payı zaten ortada ve buna ek olarak Bosna Hersek'teki Hırvat nüfusunun azalması, Hersek bölgesi'ndeki çoğu Hırvat köyünün neredeyse boşalma noktasına gelmesi Hırvatistan'ın Bosna Hersek üzerindeki plan ve hedeflerine hız kazandıracağa benziyor.
Ancak tüm bu gelişmelere rağmen AB de kendi içinde paradoks barındırıyor. Hersek'in Hırvatistan'la birleşmesinin yeni sınırlar çizileceği için savaşsız gerçekleşmesi çok zor görünüyor. Balkan coğrafyasında patlak verecek bir savaşın savaşlar silsilesine neden olabileceği âşikâr. Bu durumda Kosovalı Arnavutların, Arnavutluk ile birleşmek için harekete geçmesi çok olası bir durum. Dolayısıyla AB bu anlamda çok ciddi bir göç dalgası ile karşı karşıya kalabilir. Zaten 1992-1995 savaşı sonrası 2. Dünya Savaşı'ndan sonra en büyük mülteci güçünü alan Avrupa(1.2 milyon) Suriye krizi sonrası bir göç dalgasını daha karşılayamayacak durumda.
Bosnalı ayrılıkçı Hırvatların son dönemde ortaya koyduğu ve ısrarla üzerinde durduğu Seçim Yasası sorunu zaten bu mevcut stratejilerin bir yansıması. Dayton Antlaşması sonucu oluşturulan Bosna Hersek Federasyonu'nu birlikte yöneten Boşnak ve Hırvatlar, Başkanlık Konseyi'ne Boşnak ve Hırvat üyeyi birlkte seçiyor. Bir Boşnağın Hırvat Başkanlık Konseyi üyesi için oy kullaması ve bir Hırvatın da Boşnak Başkanlık Konseyi Üyesi için oy kullanması söz konusu. Bu durum Boşnaklara karşı ciddi oranda az nüfusa sahip Hırvatların milliyetçi bir aday çıkarmasına ciddi engel teşkil ediyor. Üstelik Bosna Hersek'te azalan Hırvat nüfusu da bu durumda dâhil olunca, Čović'in Seçim Yasası'nda ısrar etmesi ve aksi durumda üçüncü entite yoluna başvuracakları söylemini canlı tutmasına yol açıyor ki üçüncü entitenin varlığı zaten bağımsızlığa hazırlık olarak görülüyor. Bugün benzer durum Bosnalı Sırplar tarafından yaşanmaya devam ediyor. Bu doğrultuda 15 Ocak 2022 tarihinde Čović'in Hırvatistan Başbakanı Milanović'le birlikte Zagreb'te görüşme gerçekleştirmesi, Bosnalı Hırvatların stratejilerinin Hırvatistan ile ortak yürütüldüğünü bir kez daha ortaya çıkarıyor. Görüşmeden çıkan sonuçlar arasında ise Seçim Yasası ile ilgili sorun çözülmezse Bosnalı Hırvatların seçimi boykot etmesi söz konusu.
Hırvatistan Başbakanı Milanović ve Dragan Čović
Bosnalı ayrılıkç Hırvatları endişelendiren durum sadece demografik nedenlerden kaynaklı kalmıyor. Hâlihazırda Hırvatistan'daki HDZ partisinin Bosna Hersek uzantısı olan HDZ BIH'te Ljubić merkezli bir ayrışmanın 2006'da yaşanması, zaten demografik olarak azınlıkta olan Bosnalı Hırvatların ülke içerisindeki etkisini daha da kırıyor. Her ne kadar temelde HDZ BIH ile ortak harekt etse de 2006'da partiden ayrılarak kurulan HDZ 1990, Čović'in yolsuzluk dosyalarının varlığı ve despotik parti yönetimi ortak politikaların oluşturulmasına uzun vadede zarar veriyor. Hırvatistan perspektifinden de yaşanan mevcut, güncel Dalmaçya sorunu, otarşik büyük Hırvatistan'ın oluşturulmasında en büyük sorunlar arasında gözüküyor. Dalmaçya'nın tarihsel süreç içerisinde Hırvatistan yönetimine hep muhalif bir konum alması, merkeziyetçi Hırvatistan yönetimine karşı gerçek Avrupa özgürlüğünü kendilerinin temsil ettiğini ifade etmesi, homojen bir devlet yapısının oluşturulmasında bir başka engel. Hatta bu muhaliflik öyle bir noktada ki Dalmaçya, 1992-1995 savaş döneminde Travnik'ten kaçan Hırvat askerlerini Split'e kabul etmedi.
Dalmaçya
Hırvatistan'ın kısa vadede önleyici politikaları kapsamında Pelješac Köprüsü'nü inşa etmesi, yalnızca Hırvatistan'ın değil AB'nin de ciddi ölçüde desteklediği bir proje. Çünkü Bosna Hersek'in Neum bölgesi, Hırvatistan topraklarını yani esasında AB'nin topraklarını bölüyor ve bu durum AB'nin güvenlik tehlikesini ortadan kaldırabilmsi adına Pelješac Köprüsü'nün kısa vadede inşasını gerektiriyor. Her ne kadar 1995 sonrası gerçekleştirilen Tuđman-Alija görüşmesi ve antlaşmasında deniz sınırlarının tam belirlenmemesinden yola çıkarak köprü yapımında hızlı davranmak istese de Hırvatistan'ın demografik gerçekleri göz önüne alması gerektiğini görüyoruz ve bu doğrultuda zaten zayıf durumda olan Hırvatistan'ın, AB'nin Bosna'nın birliğe üyelik tahmini yılını 2046 olarak belirtmesi sonrası Bosnalı Hırvatların ayrılıkçı politikalarına hız kazandırması bekleniyor.
Pelješac Köprüsü
Son olarak ayrılıkçı Bosnalı Sırp-Hırvat ittifakının da gözden kaçmaması gerekiyor. Özellikle savaş döneminde bu durumun bir replikası Bosanski Brod üzerinde yaşanmıştı. Bosanski Brod'u Boşnaklarla birlikte Sırplara karşı 7 ay boyunca çok kolay şekilde savunan Hırvatistan Sırplarla gizli anlaşması sonucu Bosanski Brod'tan çekilerek Sırpların, Krajine koridorunda rahatlamasını sağlamıştı ve Sırplar da buna karşılık olarak JNA'yı(Yugoslav Halk Ordusu) Dubrovnik'in güneyindeki Prevlaka'dan çekmişti. Zîrâ bu ittifaka ve Batıya göre Avrupa'nın göbeğinde bir radikal İslâm tehlikesi vardı ve iki tarafta bu tehlikeyi öne sürerek hem Batı'nın hem de ABD'nin desteğini almayı başarmştı. Dayton bu ödülün somutlaştırılmış bir hâli olarak kabul ediliyor.
Ancak Dragan Čović'in, 9 Ocak Sırp Cumhuriyeti Günü'ne katılmaması esasında Avrupa'nın Bosnalı Sırp Cumhuriyetine karşı son dönemdeki konumunun bir göstergesi olarak gözüküyor.
Kaynak: profesormunzevi.wordpress.com