İşgal altındaki Filistin topraklarında çok sayıda Filistinlinin ölümüne sebep İsrail saldırıları tüm hızıyla devam ediyor. Ortadoğu uzmanı İsmail Yaşa, yahudi yerleşimcilerin de İsrail askeri korumasında saldırılarını sürdürdüğü bölgede yaşanan olaylara ilişkin değerlendirmede bulunurken Arap ülkelerinin tutumuna dikkat çekti.
Yaşa'nın Diriliş Postası'nda yayımlanan değerlendirmesi:
Katliam ortakları
Önceki gün Baruch Goldstein adlı Yahudi göçmenin Batı Yaka'nın El-Halil kentindeki tarihî İbrahim el-Halil Camii'nde cemaate ateş açarak 29 kişiyi şehit ettiği ve yaklaşık 150 kişiyi yaraladığı katliamın yıldönümüydü.
Amerika'dan işgal altındaki Filistin topraklarına göç eden Goldstein'in elinde otomatik silahla camiye girmesinin ardından işgal güçleri cemaatin kaçmasına engel olmak ve yaralılara dışarıdan müdahaleyi geciktirmek amacıyla caminin kapılarını kapatmıştı.
Şehitler için düzenlenen cenaze törenine ve katliamı protesto gösterilerine de İsrail askerleri tarafından ateş açıldı ve şehit sayısı 60'a yükseldi.
25 Şubat 1994 Cuma günü gerçekleşen katliamın ardından İsrail'in tek taraflı yürüttüğü sözde soruşturmadan İbrahim el-Halil Camii'nin Müslümanlar ve Yahudiler arasında ikiye bölünmesi tavsiyesi çıktı.
İbrahim el-Halil Camii'nin yarısına el koymakla yetinmeyen işgalciler Yahudi bayram günlerinde camiyi kapatarak ezan okunmasına ve namaz kılınmasına engel oluyor, caminin tamamını Yahudileştirme planları yapıyorlar.
İşgal altındaki Filistin topraklarında Yahudileştirme faaliyetleriyle birlikte katliamlar da devam ediyor.
Arap ülkelerine büyük tepki var
İsrail ordusu son olarak çarşamba günü Batı Yaka'nın Nablus kentine baskın düzenleyerek üçü yaşlı ve biri çocuk 11 Filistinliyi şehit etti.
Katliamın ardından direniş grupları intikam yemini ederken Filistin sokağında hem işgal güçlerine hem de Filistin Yönetimi'ne ve İsrail'le ilişkilerini normalleştiren Arap ülkelerine büyük tepki var.
Uluslararası toplumun ve Arap ülkelerinin duyarsızlığının İsrail'e daha çok Filistinli katletmesi için cesaret verdiği kesin.
Ayrıca, Batı Yaka'daki iş birlikçilerinin desteği olmadan işgal güçlerinin aradığı direnişçinin nerede olduğunu tespit etmesi ve baskın düzenlemesi zor.
Pusuya düşme riski var.
"İsrail iki kanaldan istihbarat topluyor"
İşgal güçleri direnişçilerin Batı Yaka'daki hareketleri hakkında iki kanaldan bilgi topluyor.
Birincisi doğrudan İsrail hesabına çalışan casuslar, ikincisi ise Filistin Yönetimi'ne bağlı güvenlik ve istihbarat birimlerinden “güvenlik koordinasyonu” adı altında edinilen bilgiler.
Toplanan istihbarat doğrultusunda işgal güçlerinin Batı Yaka'nın hangi kentine veya köyüne baskın düzenleyeceği Filistin Yönetimi güvenlik güçlerine bildiriliyor.
Böylece Filistin Yönetimi güvenlik güçleri İsrail askerlerinin baskınından hemen önce bölgeden uzaklaşarak meydanı işgal güçlerine bırakıyor.
İşgal altındaki Filistin topraklarında kendilerini en çok güvende hissedenler, Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin Yönetimi'ne bağlı güvenlik ve istihbarat birimlerinde çalışanlar olsa gerek.
“Abbas'ın adamları”
Filistinliler işgal güçlerinin saldırılarına ve ihlallerine, İsrailliler de direniş eylemlerine maruz kalma endişesi taşırken iş birlikçilerin öyle bir korkuları yok.
Direniş grupları “iç savaşa yol açar” endişesiyle Filistin Yönetimi güvenlik güçlerini hedef almaktan kaçınırken, işgal güçlerinin önceden bilgilendirmesi üzerine baskın bölgesini terk eden “Abbas'ın adamları” için iki ateş arasında kalma gibi bir ihtimal de söz konusu değil.
İşgal güçleri Nablus'a katliama giderken Filistin Yönetimi güvenlik güçlerinin araçlarıyla bölgeden hızla uzaklaştığını gösteren video görüntüleri katliam ortaklığının belgesi gibi.
DirilişPostası