Tüm dinlerin mesajları arasında iki temel husus özellikle dikkati çeker: Hakikat öğretisi ile kurtuluş tasavvuru. Dinin tüm mesajları bu iki temel öğreti doğrultusunda şekillenir.
Her din, kendisini hakikatin mutlak ifadesi olarak görür; temsil ettiği mesajın insanı hakikatle buluşturduğunu/buluşturacağını savunur. İnsanın ancak bu mesaja bağlılık ile kurtuluşa ulaşacağını vurgular.
Dinin hakikat mesajının ve kurtuluş tasavvurunun temel amacı insanın kötülükten uzaklaşması, kötülükle arasına mesafe koymasıdır. Zira kötülük, bireysel ve sosyal yaşantıda insanı hakikatten ve kurtuluştan uzaklaştıran temel bir problemdir.
Peki nedir kötülük, kötülüğün herkes için kabul edilir genel geçer bir tanımı ve bağlamı var mıdır ve din kötülüğü nasıl tanımlamaktadır?
İyiliğin zıddı, zararlı ve olumsuz etkilere sahip olma gibi hususlar, kötülük olarak nitelenen şeyin ya da durumun genel geçer özellikleri olarak ifade edilir. Bu doğrultuda kötülük iyiliğin, hayrın, marufun, faydalı yararlı olanın karşıtıdır; insana ve topluma zarar veren, olumsuz yönde etkileyen şey ya da durumdur.
Yaygın anlamda kötülük kavramının, “doğal kötülük” ve “ahlaki kötülük”şeklinde iki bağlamda kullanıldığı görülür. Deprem, kuraklık, sel gibi doğal olaylarla ilişkili olan ve insan yaşamında zaman zaman yıkıcı olumsuz etkiler bırakan durumlar doğal kötülük olarak değerlendirilir. Ancak bu doğal olayların gerçekte bir kötülük olup olmadığı ya da kötülük olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışmalıdır.
Nitekim başta İslam olmak üzere birçok dini gelenek deprem, kuraklık ve benzeri hadiseleri Allah'ın yarattığı kâinatta geçerli olan ilahi düzene dair işleyişin bir parçası olarak görür. Dolayısıyla bazılarınca doğal kötülük olarak nitelenen bu durumlar, gerçekte kötülük olarak değerlendirilmez. Bu doğal olaylarda insanın karşılaştığı zararın ve bunun insan üzerindeki yıkıcı etkisinin insanın bu olaylara ayak uyduramamasının ya da bu doğal olaylar karşısında gerekli önlemleri almamasının sonucu olduğu düşünülür. Bu durumda evrendeki ilahi düzenin işleyişinde karşılaşılan sorunlarda insanın sorumluluğu söz konusudur.
Kötülük konusunda dinlerin üzerinde durduğu temel çerçeve, dinin hakikat ve kurtuluş öğretisinin karşısında ya da buna muhalif olan insan tutum ve davranışlarıdır. Bu tutum ve davranışlar yalnızca bireysel ve sosyal yaşama dair olumsuz ahlaki tutum ve tavırlarla sınırlı değildir. İnançsızlık, zihni sapkınlık, küfür, şirk gibi durumlar da insan için kötülüktür. Zira bunlar insanı hakikatten uzaklaştırıp helake sevk eden hastalıklardır.
Diğer taraftan din,kötülük kavramını yaygın şekilde ahlaki tutum ve davranışlarla ilgili olarakda kullanır. Buna göre kötülük, ahlaki yoksunluk ya da zafiyet ürünü tutum ve davranışlarla ilişkilidir. Kimilerince “ahlaki kötülük” şeklinde nitelenen bu durum, insanın dinin öngördüğü çerçeveye muhalif olumsuz tutum ve davranışlarıdır.
Bu doğrultuda cimrilik, kıskançlık, kin, nefret, bencillik ve şehvet düşkünlüğü gibi ahlaki zafiyetler hemen her kültürel yapıda her dini gelenekte uzak durulması gereken kötü şeyler olarak değerlendirilmiştir. Örneğin bunlar İslam'a göre kişinin uzak durması gereken reziletler yani ahlaki yoksunluklardır. Hıristiyanlıkta ise bunlar yedi ölümcül günah arasındadır. Diğer birçok din de bunları uzak durulması gereken ahlaki zafiyetler olarak değerlendirir.
Gerek inanç ve düşünce planında gerekse bireysel ve sosyal yaşantıda dinin insan için öngördüğü sorumluluğun yerine getirilmemesi kötülüğün temel nedenidir. Kur'an'da şer, münker, su', fahşa ve seyyie gibi terimlerle ifade edilen kötülük şeytanın adımlarının/izlerinin takip edilmesi olarak nitelenir. Böylelikle kötülük, insanın ilahi iradeyeşu ya da bu şekilde muhalefet etmesiyle yakından ilişkilidir. İnsanın iradesini ve tercihini yanlıştan yana kullanmasıdır.
Bu yanlış tercihin sorumluluğu da doğal olarak insana aittir. Nitekim “Allah kötülüğü dilemez, kötülük sizin kendinizdendir” vurgusuyla İslam'da kötülüğün sorumlusunun insan olduğunun altı çizilir.
Bireyden bireye toplumdan topluma bazen muhtevası farklılaşsa da kötülük olarak nitelenen şeylerle ve durumlarla mücadele insan için temel bir uğraşıdır. Bununla birlikte kötülüğün hem öznesi hem de nesnesi konumunda olan insanın kötülüğe genelde sübjektif yaklaştığı da bir vakıadır.
Öyle ki zarar veren tutum ve davranışlar bağlamında kötülüğün mağduru olduğu durumlarda bundan şikâyet ederken, kendisinden kaynaklı kötülüğü genelde görmezden geldiği görülür. Dahası kötülük olarak nitelenen tutum ve davranışları başkaları yaptığında bunu eleştirip karşı çıkarken söz konusu kendi tutum ve davranışları olduğunda bunu bir şekilde meşrulaştırma yoluna gider. Bu tutumun, bencilliğin, çıkar ve menfaat merkezli bir yaşam biçiminin esas alınmasının bir sonucu olduğu açıktır. Kur'an'ın ifadesiyle “hevâsını ilah edinen” insanın hayata benlik gözlüğüyle bakmasının ürünüdür.
Hülasa; kötülükle mücadele bireysel ve sosyal bir sorumluluktur. Din, insanı hakikatle buluşmaktan alıkoyan bu temel problemle mücadeleyi insan için temel bir görev addeder. Kur'an'da kötülükten uzak durmanın ve bununla mücadele etmenin inananlar için temel bir yükümlülük olduğu vurgulanır. Bu bağlamda iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak müminler için bir görevdir.
Bu doğrultuda hayır ve şer, maruf ve münker ya da iyilik ve kötülük konusunda inanan kişi için tarafsızlık söz konusu değildir. Mümin bireyle toplumun her daim hayrın, marufun ve iyiliğin tarafında olmasının ve kötülüğe, şerre karşı çıkmasının bir yükümlülük olduğu vurgulanır. Aksi bir durumun, yani kötülüğün tarafında ve yanında olmanın ya da kötülük karşısında sessiz kalmanın mümin kimliğiyle bağdaşmayacağının altı çizilir.