Filler tepişir çimenler ezilir…
Latin Amerika'dan Kuzey Afrika'ya Asya'dan Ortadoğu'ya yaşanan mülteci krizi tam da bu Afrika deyişini doğruluyor.
Egemen güçler ve iktidarlar arası oynanan güç mücadelesindedünyanın farklı köşelerinde mülteciler sıklıkla bir pinpon topu gibi bir o yana bir bu yana savruluyor. Daha iyi bir yaşam arzusuyla yollara dökülen bu insanlar zaman zaman ülkeler arasında yaşanan anlaşmazlıklarda, çekişmelerde bir koz olan kullanılıyor. Kendisini daha güçsüz ve baskı altında hisseden ya da karşıdakinden bir şeyler koparmak isteyen taraf mültecileri sınıra yığıyor ve bunları karşı taraf üzerinde bir pazarlık unsuru olarak kullanıyor. Ta ki anlaşmazlık çözülene ya da karşıdakinden bazı şeyler koparana kadar…
Karşıt taraflar arasında pazarlık tamamlanıp sorunlar şu ya da bu şekilde bir hal yoluna konulduğunda mülteciler tekrar kaderlerine terk ediliyor.
Bugünlerde Belarus'ta AB sınırlarına dayanan binlerce mültecinin yaşadığı dram tam da bu…
Büyük çoğunluğu Ortadoğu ülkelerinden olan genç, yaşlı ve çocuk binlerce kişi günlerdir Polonya sınırında yaşam mücadelesi veriyor. Önlerine serilen dikenli teller, yollarını kesen silahlı muhafızlar ve kendilerine reva görülen, sergilenen gayri insani tutum sanki bir esir kampını andırıyor. Yapılan muamele bir esir kampındaki tutsaklara yapılandan farksız…
Tüm dünya, Belarus'un Polonya sınırında ortaya çıkan bu hesapta olmayan (!) sorunu konuşuyor. Irak ve Suriye gibi mültecilerin geldikleri ülkelere oldukça uzak olan Belarus'ta nasıl ve neden böyle bir gelişmenin yaşandığını sorguluyor.
Gerçekten de Belarus'un AB ile yaşadığı politik krize kadar, burada böylesi, en azından bu boyutta bir gelişme yaşanmamıştı. Ancak Belarus'ta yaşanan siyasal gelişmelere paralel olarak AB'nin yaptığı tehditler ve ardı ardına uygulamaya koyduğu ekonomik yaptırımlarla köşeye sıkışan Belarus iktidarı, mülteciler gibi etkili bir kozu devreye sokmuş gibi gözüküyor. Sınıra yığılan ve her gün yalnızca dünya kamuoyunda değil bizzat Batı ülkelerinde de insan hakları merkezli tartışmalara konu edilen mülteciler, maalesef bir pazarlık aracı olarak kullanılıyor.
Tabi burada işin başka bir boyutu da var. Mültecilerin ülkeler arası yaşanan krizleri kendileri açısından fırsata çevirmeye çalıştıkları da bir gerçek. Ancak yaşanan hadiselerde onlar özne olmaktan çok nesne konumundalar. Asıl özne, mülteci krizinde oyun kurucu olan aktörler; yani aralarındaki siyasal krizlerde ve çekişmelerde mülteci kartını öne sürenlerle buna karşılık verenler…
Bu durum sadece AB sınırlarında yaşanmıyor. Benzer dram, mültecilerin hedef ülkelerinin kara ve deniz sınırlarında başka yerlerde de yaşanıyor... Örneğin Latin Amerika'da yoksulluğun ve siyasal istikrarsızlığın oluşturduğu kaostan kaçmak için yüzlerce kilometre yürüyüp zengin kuzey ülkelerine ulaşmaya çalışan insanların geçtikleri ülkelerle yerleşmeye çalıştıkları ülke sınırında yaşadıkları perişanlıklar sıklıkla gündem oluşturuyor.
Varlıklı ülkeler mültecilere, özellikle de Ortadoğu ülkelerinden, Afrika'dan ve Latin Amerika'dan gelenlere kapıları sıkı sıkıya kapatmış durumda… Kendince haklı gerekçeleri var… Ekonomik refahları sarsılsın, yeni gelenlerin sosyal, siyasal sorunları kendi toplumlarına taşınsın, Batı kültürel değerlerine yabancı ya da aykırı kültürel unsurlar kendilerini iğfal etsin istemiyorlar…
Evet, bunlar mültecilere reva gördükleri muameleyi kendilerince meşrulaştıran sebepler. Bu nedenle mülteciler adeta bir işgalci, bir öcü gibi görülüyor ve onlara kapılar elden geldiğince kapatılıyor.
Mültecilerin bir gün İtalya'da, Yunanistan'da bir başka gün Hırvatistan'da, Bulgaristan'da ya da Polonya'da müreffeh Batı ülkelerinin sınırlarına dayandığı bir gerçek. En küçük bir tavizde ya da dikkatsizlikte her an sınırı, tel örgüleri, asker polis barikatını geçip bununla onların rahatını bozacakları, huzurunu kaçıracakları ve psikolojilerini altüst edecekleri durumu… Evet bu da gerçek.
Ama diğer taraftan bir başka gerçek daha var. Niye bu insanlar evlerini, barklarını, ülkelerini terk ederek böylesi bir bilinmez maceraya atılıyorlar? Sevdiklerini, eşlerini ve ailelerini bile geride bırakarak,bunları tel örgüler arkasında böylesi bir dram yaşamaya hatta canlarını tehlikeye atmaya sevk eden ne?
Gitmek istedikleri ülkelerde kendilerine reva görülen insanlık dışı muamele, horlanma, aşağılanma, itilip kakılma, ırkçı,şoven davranışlara ve baskılara maruz kalma bir tarafa, göç ve iltica umuduyla çıktıkları yolda hayatlarını kaybediyor bu insanlar. Ege'de, Akdeniz'de derme çatma botların alabora olmasıyla, ya da sıklıkla Yunanistan örneğinde görüldüğü gibi hedef ülke askerinin polisinin kasti olarak bunları batırmasıyla binlercesi boğuluyor. Aylan bebek örneğinde olduğu gibi günler sonra cesetleri sahile vuruyor…
Evet, ülkelerindeki savaş, şiddet sarmalı ve siyasal ve ekonomik sorunlar nedeniyle yerini yurdunu terk eden insanların dünyanın farklı coğrafyalarında göç yolunda sıklıkla yaşadıkları dram gerçekten yürekleri sızlatıyor.
Bu dramda sorumluluk sadece evini barkını terk eden bu insanlarda değil… Esas sorumlu, bu insanları göçe zorlayan sosyal, siyasal ve ekonomik krizin arkasındaki aktörler… Kendi çıkar ve menfaat hesapları doğrultusunda tüm dünyayı bir sömürge alanı olarak gören ve kendi gelecek hesapları uğruna halkların bugününü ifsat edenlerde asıl sorumluluk.
Ancak bu aktörler sorumluluk üstlenmiyor. Üstlenmediği gibi mültecileri şeytanlaştırıyor; kendi toplumları arasında yaşanan ya da yaşanacağı düşünülen her türlü olumsuzluğun faturasını onlara kesiyor. Önemli bir kısmı, kendi taraftarlarını konsolide etmenin ve iktidarda kalmanın yolunun tektipçi toplum yapısının korunmasında ve yabancı düşmanlığının körüklenmesinde görüyor. Böylelikle gittikçe artan yabancı karşıtlığının ilk hedefi mülteciler ve azınlıklar oluyor.
Birçok Batı ülkesinde ve üzülerek içinde yaşadığımız coğrafyada yaşanan maalesef bu… İçinde yaşadığımız toplumda da yaşanan sosyal ve ekonomik sorunların sorumluluğunun çeşitli çevreler tarafından mültecilere kesildiği, onlara adeta bir virüs muamelesi yapılıp dışlanmaya çalışıldığı bir gerçek.