Boncuk karası gözlerindeki hüzünle tanışalı iki yıl oldu.
Henüz 18 yaşın baharındaydı Hasan Allaham.
Suriye'nin Şam şehrindendi.Spora gönül vermiş,Tekvando şampiyonu bir gençti.
İstanbul Numune hastanesindeki odasında ona ilk selam verdiğimde boncuk gözleri ışıldamıştı adeta.
Her şey bir tevafuk eseri olmuştu.
Hastane koridorunda selamlaştığım anne Arapça bildiğimi anlayınca sevinçle koluma yapışarak adeta sürüklercesine doktor odasına götürmüştü beni.
Ne olduğumu anlamadan Dr ve hasta yakını arasındaki diyaloğa tercümanlık etmiştim o gün.
Bir yıl boyunca ishal ve kusma şikâyeti ile muzdarip olan Hasan, Türkiye'ye bir arkadaşı aracılığı ile gelmiş ve rahatsızlığının ciddiyeti anlaşılınca apar topar ameliyata alınmıştı. Suriye Şam'da yaşayan anne baba ise bundan haberdar olunca Türkiye'ye oğullarının başına gelmişlerdi.
Ancak bilmedikleri bir ülkede, dillerin anlamadıkları insanların arasında neyle karşı karşıya olduklarını anlamadan kaderlerini yaşamaktaydılar.
Doktorla kurduğum her cümlenin ardından merakla gözlerime bakıyordu çaresiz anne-baba.
Nasıl diyecektim ki, endişeli gözlerle bana bakan bu anne babaya “oğlunuz kolon kanseri” diye. Sadece doktora olan soruları, onun cevaplarını ve yapılması gerekenleri tercüme edebildim.Bu kadarında bile baba ellerini açıp uzun uzun dualar etti “seni karşımıza Allah çıkardı” diyordu sürekli..
Şüphesiz ki öyleydi. Hastaneden çıkarken “bu bir rastlantı değil elbet, milyonlarca inansın arasında bu çaresiz insanları benim karşıma çıkaran Allah, elbet bu muhacir aileyi bana emanet etmeyi murat etti” diye düşündüm. Ve sonrasında aile artık benim ailem oldu.
Bütün hastane işlem ve işleyişini üzerime aldığımda zorlu bir sürenin yaşanmakta olduğunu anlamıştım. Hasan büyük ve ciddi bir ameliyat geçirmiş acı içinde inliyordu. Haftasına büyük bir kısmı alınmış olan bağırsakta oluşan bir yapışma sonucu tekrar ameliyat oldu.
Uzun bir süre hastanede yatmak durumunda kaldı. Ülkelerinden oğullar için gelen anne-baba bu koca şehirde yapayalnızdı. Anne yere serdiği battaniyenin, baba ise koridorlardaki sedyelerin üzerinde uyudu haftalarca.
Arkadaşlarımla beraber aile için ev aramaya başladık, zira yakın zamanda Hasan taburcu olacak ve tedavi dışarıdan devam edecekti. Aile Suriyeli olunca ev sahiplerini ikna etmekte zorlandık, koca İstanbul'da bir ev bulamayarak aileyi bir arkadaşımızın bodrum katta yaşayan ananesinin iki odalı evine yerleştirdik.
İki ay sonra zar zor ikna ederek kefil olduğumuz, yüklü kapara yatırdığımız bir evi kiralayabildik nihayet. Tedavi uzun sürecekti ve alenin evlerine dönebilmeleri mümkün olmayacaktı. Şam'da kalan diğer evlatları da ailenin yanına gelerek kiraladığımız eve yerleştirdik,
Baba, ailesini geçindirmek için memleketindeki mesleği olan kıyafet tasarım işi için uğraşırken biz haftada üç kez hastaneye kemoterapi için gider olduk.
Ameliyattan kalan bağırsağı dışarıda, elinde sonda torbası hastane koridorlarında çile dolduruyor, şifa umuyordu Hasan.
Onkoloji doktorunun sürekli bağırıp çağırması, hakaret etmesi “bıktım bu Suriyelilerden hiç bir şey anlamıyorlar” gibi saçma sapan hakaretlerine rağmen sabırla süreci tamamladık.
Aile kendini toparlamaya başlamış,50 yaşındaki baba bir gayret ve çaba ile işini gücünü ayarlamıştı ki, bir gece uyudu ve bir daha uyanamadı.
Aile yeniden yıkıldı.
Çok geçmeden Hasan'ımız yeniden tetiklere girdi ve doktoru bu kez tümörün mesaneye yayılmış olduğu söyledi.
Aylarca ürolojide yattı Hasan, böbrekleri iflas etmişti bu süreçte. Ardından yeniden kemoterapi süreci başladı. Tedaviye cevap vermeyen vücut giderek daha kötü olmaya başladı ve -istemeyerek de olsa- doktorlar yeni bir ameliyat kararı aldı.
Riskli ve hayati tehlikesi olan bir ameliyat söz konusuydu. Tümör sinire yapışıktı ve temizlenmesi çok zor görünüyordu.
“Belki karnını açıp hiç bir işlem yapamayabiliriz,belki masada kalır veya sonrasında hayati tehlikesi devam edebilir ancak başka çaremiz yok,annesine anlatıver” dedi doktoru.Her gün oğlunun acı dolu bakışlarında eriyen bir anneye bu nasıl söylenirdi ki..
Sabahın erken saatinde onu uğurlarken ”güle güle hasan, döndüğünde burada olacağız ablacığım” dedim. Mahzun kara gözler yine hüzünle baktı gözlerime.
Her saniyesi saat gibi işleyen tam 15 saat ameliyathanenin kapısına diktiği bakışlarla bekledi anne.
Başarılı geçen bir ameliyatın ardından üç hafta makineye bağlı olarak yoğun bakımda yattı Hasan. Mesane tamamen alınmış adeta karnı boşaltılmıştı.
Yoğun bakımın kapısı önünde geçen üç hafta annenin ömründen ömür aldı. Onun uyandığı telefonla bana bildirildiğinde koşarak gittim ve yoğun bakımın kapısında karşıladım onu..”Hoş geldin hasan bak buradayız,annen şimdi gelecek” dedim. ”abla” diye bakan boncuk karası gözleri şaşkın ve korku doluydu.
Cerrahi servisinde yeni ve zorlu bir süreç daha başladı.
DR Metin Tilki ve servis personeli adeta sevgi ile kuşatmıştı Hasanı. Onu rahat ettirmek için çırpınıp duruyorlardı. Ancak bir süre sonra kemoterapinin zarar verdiği damarlarda kanamalar başladı.Ameliyatın haftasına üst üste iki kanama ile yeniden ameliyathane ve yoğun bakım arasında gidip gelmeye başladık.Ardından sık sık gerçekleşen iç kanamalar..
Her seferinde “artık buradan çıkamaz” diyen ifadelere rağmen o, çıkmayı başarıp servisteki odasına geçiyordu. Elbet çok ağrlı, acılı zor bir yaşamın pençesindeydi. Yatak yararlı derinleşmiş, ameliyat dikişleri tutmaz olmuştu artık. Ama o sanki kalmak için direniyordu.
Teslimiyet timsali, sabır abidesi anne içine ağlıyor, oruç ve namaz ile Rabbinin şefkatine sığınıyordu.
Dr “bunca yıllık hekimim böyle asil bir kadın görmedim,onun üzülmemesi için elimden geleni yapıyorum ama..” diyordu.
Son iç kanamda iki günden fazla kaldığı yoğun bakımda uyandığında, bitap düşen anneyi servisteki odaya yollamıştım, beni yanına aldı görevliler, acı içinde titriyordu, korku ile açılmış kara gözlerini gözlerime dikerek “abla ne oldu bana, yine mi ameliyat” diye sorduğunda, susmuş çaresizciliğimi gizlemeye çalışılmıştım.
Hayatının baharında evinden ve ülkesinden uzakta iki yıldan fazla süren zor imtihanını bir Cuma akşamı ezan ile beraber tamamladı kara gözlü çocuk.
Rabbine yürüdü ve inşallah şehitlerin katına alınarak tüm acılarından sıyrıldı Hasanımız. Cuma cemaatinin bereketi ile omuzlarda taşınarak babacığının yanı başına defnedildi Hasan.
Tüm süreçte rast geldiğimiz –bazı-merhametsiz hekim ve personelin aksine, Numune Hastanesi 3.Cerrahi servisinde Başta DR Metin Tilki olmak üzere tüm hemşire ve hastabakıcıların Hasanımızı şefkat ve sevgi ile sarmalaması, hem onun için bir ilaç niteliğinde ve hem de bizim için moral vericiydi.
Özellikle Hipokrat Yeminini Kalbinde taşıyan bir Hekim olan DR Metin Tilki'nin bir Hekim ciddiyetinin yanı sıra Hasan ve ailesine göstermiş olduğu ilgi, alaka ve şefkati unutmayacağımı belirtmek isterim.
Ki, Dr Metin Tilkinin bir yandan Hekim olarak vazifesini yaparken diğer yandan insan olmanın en güzel örneğini sergileyerek Allah katında büyük ecir kazandığına inanmaktayım. Allah binlerce kez kendisinden razı olsun
Hasılı,
Güzel insanların şefkatli ellerinde, tüm çabalara rağmen, Rahman onu yanın almayı uygun gördü.
Boncuk karası gözleri ile, ardı sıra bıraktığı hüzünlerle bir güzel genç geçti ve gitti bu dünyadan.
Cennete görüşmek niyazı ile Hasan,güzel gözlü çocuk..