Bu yazı aynı zamanda kanayan bir yaramıza bir neşterdir. Lütfen özenle, dikkatle ve sabırla okuyun ve enine boyuna tartışalım.
Özellikle Avrupa Birliği ülkelerinin son zamanlarda yaptıkları ırkçı çıkışlar haddizatında şer olmakla birlikte, bunda hayrın da olduğu şüphesizdir. “Her şerde bir hayır var” denmesinin nedeni, feraset sahibi insanların maruz kaldıkları şerden çıkardıkları dersler ve bu şerri ortadan kaldırmak için gösterdikleri çabalar ile bu çabalar sonucu elde ettikleri maddi ve manevi bütün kazançlardır.
Evet, bugünlerde Avrupa'nın ırkçılığından, çifte standardından konuşuyor ve bazı ülkelerin genelde yabancılara, özelde Müslümanlara ve daha özelde ise Türklere karşı gerçekleştirdiği söylem ve eylemleri mahkûm ediyoruz. Doğrusu da budur. Ama bu kadarını yapmakla sorumluluğumuzu yerine getirdiğimizi söyleyemeyiz. Bu esnada kendimizi de bir çeşit insanlık testinden geçirmemiz gerekir. Ki biz de hem birey olarak ve hem de toplum olarak insanın itikadını iğfal ve ifsat eden ve hemcinslerine zulüm yaptıran bu ırkçılık illetinin bize bulaşıp bulaşmadığını veya ne kadar bulaştığını görebilelim.
Irkçılık nedir? Irkçı kimdir? Bir insan, bir grup ve bir devlet ne zaman ırkçı olur?
Önce ırkçılığın dünya lügatlerindeki tanımını yapalım ki, bu fiil kim veya kimler tarafından nerede işlenirse işlensin, yapılanın ırkçılık ve yapanın da ırkçı olduğu bilinsin.
Irkçılık; insanları ırk, kavim, milliyet, kabile, renk ve dil gibi fıtri özelliklerine haksız muamelelere tabi tutmak, fıtri özelliklerini ve bu özelliklerden kaynaklanan temel haklarını inkâr etmek veya kısmen yahut tamamen gasp etmek etmektir. Irkçılığın hem düşünsel ve hem de eylemsel boyutu var.
Yeryüzünde ırkçılığı en yalın ve dahi açık bir dil ile yasaklayan, mahkûm eden ve bu fiili işleyenler hem dünyevi ve hem de uhrevi cezalar biçen biricik din İslam'dır. Ancak üzülerek belirtelim ki, inanç toplulukları arasında ırkçılıkla ciddi bir imtihan geçirenlerden biri de yine Müslümanlardır. Yani bizleriz.
Irkçılık dendiğinde, biz onu her zaman kendimizden uzaklarda ararız ve oralardan örnekler veririz. Mesela, sömürgeci Batılıların Afrika'da, Amerika'da ve hatta Avrupa'da yaptıkları ırkçılığı görür ve haklı olarak onların işledikleri bu insanlık suçunu telin ederiz. Ama ne hikmetse, çoğu zaman kendi ırkçılığımızı göremeyiz veya yaptığımızın ırkçılık değil de, bir çeşit maslahat falan olduğunu iddia edip dururuz.
Hangi milliyetten, hangi renkten ve hangi ülkeden olursak olalım, hangi dili konuşuyor olursak olalım, ırkçılık hepimizin sorunudur. Bugün Müslümanlar olarak yaşamakta olduğumuzun zilletin en önemli nedeni de bendenize göre ırkçılıktır. Çünkü cehaletin mücessem hallerinden biri olan ırkçılığın olduğu yerde tefrika olur. Tefrikanın da olduğu yerde zelil bir hayat kaçınılmazdır.
Aslında sözlerimizde ırkçılığı reddetmekten geri durmayız. Camilerimizde en fazla vaaz ettiğimiz ve dolayısıyla dinlediğimiz konulardan biri de İslam'ın ırkçılığı yasakladığı; hiçbir insanın diğerine üstün olmadığı, üstünlüğün ancak takvada olduğu ve insanların renkleri ile konuştukları dillerinin Allah'ın ayeti ve işareti olduğudur. İslam'ın bu hükümleri doğrultusunda kendimize baktığımızda, bizim de gerek Müslüman bireyler ve cemaatler ve gerekse İslam Ülkeleri olarak ırkçılığa tekabül eden söylem, eylem ve uygulamalarımızın olduğunu ve hatta yer yer Avrupalıları dahi geride bıraktığımızı görürüz.
Buna rağmen bugüne kadar aramızdaki ırkçılığa inancımızın gereği gibi eğilebilmiş ve bu illetten kurtulmak için gereken çabaları gösterebilmiş değiliz! Bunu da geçtik, kendi ırkçılığımıza kılıf bulmada büyük bir mesafe kat etmişiz.
Evet, İslam gibi, ırkçılığı yalın bir dil ile haram kılan, yani yasaklayan ilahi bir dine mensup olan biz Müslümanlardan bazı kardeşlerimizin bu illete müptela olduktan sonra ne kadar yıkıcı, bölücü ve dahi öldürücü olduklarını hiç düşündüğümüz oldu mu acaba?
Bu cümleleri okuyanlardan bazı kardeşlerimiz haklı olarak, “bir Müslüman ırkçı olabilir mi?” veya “bir Müslüman ırkçı olamaz” şeklinde haklı bir çıkışta bulunabilirler.
Haklısınız, doğrusu, yani Müslümana yakışanı, ırkçı olmamasıdır. Ama ne yazık ki, ırkçı olan Müslümanlar da yok değil! Yine aklımıza haklı olarak şu sorular da gelmiyor değil. Bir insan hem Müslüman ve hem de ırkçı olabilir mi? Buna da şöyle bir cevap verebiliriz. Nasıl ki, İslam'da yalan, gıybet, iftira, cinayet, kumar, içki, zina ve faiz gibi fiiller kati birer haram olmalarına rağmen, yalan söyleyen, iftira atan, cinayet işleyen, kumar oynayan, içki içen, zina yapan ve faiz yiyen Müslümanlar varsa, haram olmasına rağmen maalesef ırkçılık yapan Müslümanlar da var.
Birden fazla kavmin bir arada yaşadığı bütün Müslüman topluluklarında ırkçılık sorunu da az veya çok var. Malumunuz, ırkçılık, Afrika'daki gibi Siyahilere ve Amerika'daki gibi Kızılderililere veya Avrupa'daki gibi yabancılara yönelik malum eylemlerle sınırlı bir zulüm değil. Bir kavmin varlığını inkâr etmek ve bir dilin konuşulmasını yasaklamak veya sınırlamak da ırkçılıktır. Burada duralım ve bir de kendimize bakalım. Örneğin, kendimize şu soruyu soralım:
Alman-Almanca, Arap-Arapça, Ermeni-Ermenice, İngiliz-İngilizce, Çin-Çince ve Rus-Rusça dediğimiz doğallıkta Kürt-Kürtçe de diyebiliyor muyuz?
Türkiye'de onlarca yıllık inkâr ve dil yasağı resmiyette kalktı, ama fiiliyatta hala geçerli değil mi? Geçelim insanların kendi dillerinde eğitim yapmalarını, kendi imkânlarıyla yazıp çizmelerini ve kendi dillerinde yayın yapmalarını kendileri için bir hak olarak gördüğümüzü söyleyebilir miyiz?
Irkçılığa kıyısından ve köşesinden de olsa bulaşıp bulaşmadığınızı öğrenmenize yardımcı olacak bir soru daha: Kendilerini “dini” diye adlandıran kitabevlerinde birçok dilden eserleri rahatlıkla alabildiğiniz ve ısmarlayabildiğiniz halde, Kürtçe eserler satanlarını da gördünüz mü? Sizce bu bir arz-talep meselesi mi, yoksa dile tahammülsüzlük mü? Cevabını vicdanlarınıza bırakıyorum.
Peki, ya Kur'an-ı Kerim'in Kürtçe Mealini satan kaç tane “dini” kitabevi var? Geçelim kitabevlerini, Diyanet İşleri Başkanlığı bile, kendisinin bastırdığı Kur'an-ı Kerim Kürtçe Mealini kendi merkezlerinde satmaktan ve bütün camilerinde bulundurmaktan hala imtina etmiyor mu?
Bugünlerde daha güçlü bir ırkçı dalga ile boğuşmakta olan Avrupa'daki kardeşlerimize de ayrıca sormak istiyorum. Camilerinizde, yayınevlerinizde ve diğer mekânlarınızda Arapçadan Almanca, İngilizce, Boşnakça, Sırpça, Fransızca ve diğer dillere kadar başta Kur'an-ı Kerim mealleri olmak üzere değişik eserleri bulunduruyorsunuz. Acaba herhangi bir camimizde yayınevimizde ve diğer mekânlarımızda, satılamıyorsa dahi, örnek babında bir Kürtçe eser veya en azından bir Kur'an-ı Kerim Kürtçe Meali var mı acaba? Bu sorumuz, aynı zamanda Arap, Fars ve diğer kardeşlerimizin açtıkları cami ve mekânlar için de geçerlidir. Bu da gösteriyor ki, bu ırkçılık illeti şu veya bu şekilde hepimize az veya çok bulaşmıştır.
Yeri geldiğinde, “dillerimizin ve renklerimizin” Allah'ın ayetlerinden olduğunu söyleriz. Ama öte yandan Allah'ın ayetlerini kendi devletimiz, kendi milletimiz için bir tehlike olarak görmekten de geri durmayız. Sizce, Allah'ın bir ayetini uyguladığımız zaman mı birliğimizi ve bütünlüğümüzü daha bir pekiştirmiş oluruz, yoksa yasakladığımız veya kısıtladığımız zaman mı?
Avusturya'da yaşayanlar bilirler; devletin okullarında Türkçe, Sırpça, Boşnakça, Kürtçe, Arapça ve diğer onlarca dil seçmeli olarak öğretilmekte ve hatta Avrupa devletleri anadil konusunda vatandaşlarını teşvik etmekteler. İnsani olan da budur. Fakat biz son yüzyılda o kadar korkutulduk ki, bin yıldan beridir bir ve beraber olduğumuz ve her fırsatta kardeşlerimiz dediğimiz insanları dahi potansiyel bir tehlike ve dillerini konuşmalarını bölücülük olarak görebiliyoruz! Benzer sorunları Afganistan'da, İran'da ve diğer İslam ülkelerinde de az veya çok maalesef yaşıyoruz.
Unutmayalım ki, kardeşliğimizi, birliğimizi, dirliğimizi ve güvenliğimizi hedef alan yapıların doğmasında da yukarıda değindiğimiz zaaflarımızın ciddi bir payı var.
İçine düştüğümüz zilletten kurtulmak, Allah'ın biz Müslümanlara layık gördüğü izzete yeniden kavuşmak ve içeriden ve dışarıdan yapılan bütün saldırılara karşı koymak bu zaaflarımızı giderdiğimiz, söylem ve eylemlerimizde hakkı ve adaleti esas aldığımız oranda olacaktır.