Makalenin başlığının ve içeriğinin birileri tarafından eleştirinin de ötesinde çeşitli ithamları ve iftiraları beraberinde getireceğini biliyoruz. Tıpkı İsrail'in işlediği devlet terörünü değil eleştirmek ima etmenin dahi “antisemitizm” olarak çarpıtılması ve karalama kampanyalarıyla bu kişilerin itibarsızlaştırılmaları gibi. Hatırlanacağı gibi, Roger Garaudy 1995 yılında yayınladığı “İsrail, mitler ve terör” kitabından dolayı malum iftira ve ithamlar maruz kalmıştı. Dahası o günden itibaren ona selam verenler de aynı aşağılık kampanyalara maruz kalmışlardı. Yapılan vahşetlere göz yummak yerine vicdanının sesine kulak veren meşhur Alman şairi Günter Grassher de 2012'de aynı saldırılara maruz kaldı.
Bu gün de İsrail'in devlet terörünü ima dahi etmek antisemitizm ile eş anlamlı olduğu gibi, malum emperyalist güçlerin bazı ülkeleri işgal etmelerini, insansız hava araçlarıyla masum insanları katletmelerini ve istedikleri ülkelerin iç işlerine müdahale edip darbe yaptırmalarını dile getirmek İŞİDçilik olarak görülebiliyor.
Ama şu da bir gerçek ki, artık bütün bu engellemelere rağmen Batılılardan da vicdan sahibi olup da bu tür itham ve iftiralara aldırmadan gerçekleri haykıranların sayısı giderek artıyor. Örneğin, bir yayın organı Paris'teki vahşete gösterilen tepkiler üzerine Arap dünyasının; "neden sizin kanınız bizim kanımızdan daha değerlidir?" diye sorduğunu manşetine alabiliyor. [1]
Her ne kadar yetersiz de olsa, bu olumlu gelişmeyi Batının basın yayın organlarında da görmek insanlık ve dünya barışı adına sevindirici ve ümit verici.
Her vicdan sahibi “kınayıcıların kınamasından korkmadan” hakikati söylemeli ki, yeryüzünü fesada boğanlar dünyada da cezalarını bulsunlar ve devletleri-güçleri-tahtları başlarına çalınsın!
Batılılara ve Batı kamuoyuna anlayıncaya ve gereğini yapıncaya kadar bazı soruları sormak gerekiyor: Paris ile Bağdat arasındaki fark nedir? Neden Bağdat binlerce yıllık tarihiyle ve içinde yaşayan milyonlarca insanıyla günlerce bombalanmasını ve çocuk, kadın, erkek, sivil-asker demeksizin yüzbinlerce masum insanın çocuğun, kadının ve kısaca günahsızın öldürülmesini televizyonlarınızın başında günlerce izlediğinizde taşlaşmış vicdanlarınız zevkten dört köşe oluyordu da, Paris'te 100 küsur masum Fransız öldürülünce birer vicdan abidesi kesiliyorsunuz?
Fransa'nın da içinde bulunduğu ülkelerin Afganistan, Irak, Suriye ve Libya gibi ülkelerde öldürdükleri insanların sayısı yüzbinleri aştığına göre, “bir Fransız kaç bin ve hatta kaç on bin eder” diye sormaya hakkımız yok mu?
13 Kasım 2015 tarihli melun saldırıdan sonra bütün iletişim araçlarını bir çeşit seferberlik gibi harekete geçiren Batılılara; “neden sadece suçluları mahkûm etmek yerine dünyadaki bütün Müslümanları hedef gösterip karalıyor ve yapmakta olduğunuz vahşetlere yenilerini ekliyorsunuz?” diye sormak yanlış mı?
Karşımıza birer insanlık abidesi gibi çıkan Batılılar! Neden İsrail'in sıradanlaştırdığı devlet terörünü; hemen hemen her gün masum Filistinlileri öldürmesini ve en ufak bir bahane ile istediği yeri istediği zaman havadan, karadan ve denizden bombalamasını insanlıktan uzak bir bir duygu ile izler durursunuz.
Siz Batılılar ve özellikle siz Batı rejimleri, ırkçısınız! Asya'dan, Afrika'dan ve Amerika'dan çaldıklarınızla doymadınız, doymuyorsunuz ve her zamanki gibi hem öldürüyor ve hem de gasp ediyorsunuz.
Ülkelerini sömürmeniz ve kendilerinden milyonlarcasını öldürmeniz yetmiyormuş gibi, onlardan milyonlarcasını da Avrupa'ya getirdiniz ve onlara saraylarınızı, yollarınızı, tünellerinizi ve fabrikalarını yaptırdınız. Bu zulümlerle de yetinmediniz… Ülkelerinizde doğanları ve hatta doğanların torunlarını dahi hala köle gibi görüyorsunuz.
Kendi ülkelerinizde belli bir düzeye getirdiğiniz demokrasiyi kendinizin dışında kalan topluluklarla paylaşmak yerine, onların da sizler gibi kendi iradeleriyle kendilerini idare etmelerine cevabınızın şiddet ve terör olduğu da bu topluluklar tarafından artık bilinmeyen bir ikiyüzlülük değil!
Ve birazcık da olsa bu vahşetlerinizle yüzleşmeyi düşünmek yerine, utanmadan diyebiliyorsunuz ki, “gerekirse, suçluları sınır dışı ederiz.”
Sahi, siz hangi sınırlardan bahsediyorsunuz? Sizler dün olduğu gibi bugün de hiçbir sınır tanımayacaksınız ve istediğiniz ülkeyi istediğiniz gibi bombalayıp parçalayacaksınız. Ama başkalarını da vahşetlerinize göz yummadıkları için doğup büyüdükleri yurtlarından edeceksiniz! Siz onları en fazla Avrupa'dan kovabilirsiniz. Peki, ya onlar hala şu veya bu şekilde işgal ettiğiniz ülkelerde size yönelirlerse!
Her biri olduğu yerden ayağa kalkıp sizlere;
- Katil askerlerinizi toprağımızdan çekin!
- Kirli ellerinizi petrolümüzden ve diğer madenlerimizden çekin!
- Bizi bencil, kan emici ve insanlık dışı kültürünüzle ifsat etmeyin!
- Ve ya ülkelerimizden def olursunuz veya anladığınız dilden konuşuruz diye haykırsalar, cevabınız ne olur?
Sizler de pekâlâ biliyorsunuz ki, bir kişi kötü olduktan sonra, eğer isterse, günümüzün teknik imkânlarıyla yüzlerce veya binlerce kişiyi aynı anda öldürebiliyor. Sizin aranızda çıkanların öldürdükleri kadar öldüremeyecekleri kesin, ama sizin canınız daha kıymetli…
Paris'in bir daha 13 Kasım 2015'tekine benzer bir vahşeti yaşamamasını mı istiyorsunuz? Londra ve New York'takine benzer vahşetlerin tekrarlanmamasını mı istiyorsunuz?
Kabil, Bağdat, Şam, Trablus, Ankara ve Gazze'de yaşayan insanların da en az Paris, Londra, Berlin, Moskova, Tel Aviv ve Washington'da yaşayan insanlar kadar masum olduklarını kabullenmelisiniz!
Ya iddia ettiğiniz evrensel insani değerlere saygı duyar, hakkı ve adaleti herkes için gözetirsiniz veya ellerinizle yaptığınız vahşetlerin sonuçlarına katlanır ve er ya da geç misliyle size dönmesine hazır olursunuz.
Daha insani bir dünyada mı yaşamak istiyoruz? Bunun için elinizdeki silahlara değil, sizde olmayan vicdana ve dahi adalete ihtiyacınız var!
