Kerkük Kürtlerin mi, Türkmenlerin mi, Arapların mı? Diyarbakır Kürtlerin mi Türklerin mi? İstanbul Türklerin mi, Kürtlerin mi? Trabzon Türklerin mi, Lazların mı? Selçuklu ve Osmanlı dünyaya hitap eden devletleri kuranların ve çok sayıda milliyeti, dini, dili ve kültürü barış içinde bir arada yaşatanların torunlarının bugünkü seviyesi eğer buysa, yazık!
Dikkat ederseniz, Osmanlı Devleti'ni yıkıp, parsel parsel çizen ve her parçada bir devlet kuran emperyalistler nasıl öngördüyse, kutsal bir buyruk gibi uygulamaya çalışıyoruz ve gerektiğinde canımızı, malımızı ve hatta dinimizi dahi bu cahili düşünceler uğruna feda ediyoruz.
Aklımızı o kadar başımızdan almışlar, muhakememizi o kadar domura uğratmışlar ve onurumuzu o kadar ezmişler ki, düşünme melekemizi yitirmişiz. Kendimizden başka herkesi düşman görür hale gelmişiz. Ne büyük bir gaflet ve ne derin bir zillet!
Aynı inançta olmamıza, yüzlerce yıl birbirimizle beraber yaşamamamıza, üzerinde yaşadığımız toprakları hep birlikte kanlarımızla sulamış olmamıza rağmen, bu zillete düşmemizin nedenleri üzerinde durmaz ve hakkı ve adaleti söylem ve eylemlerimizin merkezine oturtamazsak, emperyalistlerin bu yeni kuşatmasını yarmamız mümkün olmayacaktır!
Bu coğrafyayı yüzlerce yıldan beridir kendilerine yurt edinen biz Müslümanlar, geçelim neden böyle bir zillete duçar olduğumuzu sorgulayıp çıkış yolları aramayı, hala bu zilleti görmekten bile aciziz.
Osmanlı Devleti'ni yıkıp onun yerine cetvelle çizdikleri her bir parçaya bir ülkenin adını veren ve buralara kendilerine sadık rejimler kuran emperyalistler, o günden bugüne bütün şeytani planlarını neredeyse hiç aksatmadan uyguluyorlar. Bundan da daha acısı, kurdukları bu düzenin bizim canımızla, malımızla ve hatta dinimizle döndürüyor olmalarıdır.
Bizler ise, bin yılı aşkın bir zamandan beridir aynı dinde olmamıza, bu süre içinde iç içe ve yan yana yaşıyor olmamıza, aynı Allah'a iman etmemize rağmen ve kısaca saymakla bitiremeyeceğimiz ortak özelliklerimize rağmen birbirimizin haklarına tecavüz etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. İster Suudi Arabistan olsun, ister Türkiye, Irak, Suriye, İran, Mısır, Libya veya diğer biri olsun, Müslümanlar olarak üzerinde yaşadığımız, her karışını kanımızla suladığımız ve her adımında şehit atalarımızın yattığı vatanlarımızda içine düşürüldüğümüz bu zilletten nasıl kurtulacağımızı değil, birbirimize daha fazla nasıl zarar dokundurabileceğimizin hesaplarını veriyoruz.
Bizi yenip bölen emperyalistlerin daha sonra cetvelle çizdikleri sınırları tanımamak veya bu sınırlara rağmen aramızdaki ilişkileri ve hareketliliği kesmememiz gerekirken, aksine zararımıza olduğunu bile bile, pasaport ve vizeyi dahi yeterli görmeyerek, sınırlarımızı tel örgülerle ve mayınlarla donatacak kadar ileri gitmişiz.
Geçelim bu ülkelerin her birinin birbirilerine karşı hasmane duygular içinde olmalarını ve birbirileri aleyhinde çalışmalarını, aynı ülkede yaşayanlar bile birbirilerine rahat vermiyorlar ve mensubu bulundukları kavmiyetler, mezhepler ve meşrepler üzerinden birbirilerinin kanına girmekten bile geri durmuyorlar.
Bunun müsebbibi elbette ki bu ülkelerde yaşayan halklar değil, bu ülkelerde tesis edilen rejimlerdir. Ancak bu rejimler sadece dış güçlerin destekleriyle ayakta kalmıyorlar. Asıl güçlerini bizden alıyorlar. Kaldı ki, bu ülkelerin hiçbirinin önceliği ve olmazsa olmazı hiçbir zaman bütün vatandaşlarının güvenliği, refahı ve insanca yaşaması olmamıştır! Bizzat kendileri kendi vatandaşları arasında etnik, dini ve mezhebi bölücülük ve ayrımcılık yapmakta kontrolden çıkmaması kaydıyla toplumu değişik düzeyde düşünsel, dinsel ve mezhepsel çatışmalarla meşgul etmektedirler. Bu tür rejimlerin egemen oldukları bir ülkelerde adalet, hakka riayet, barış, güven ve refah olur mu?
Her ne kadar her biri bağımsız bir devlet statüsünde olsalar bile, bütün bir İslam Dünyası bir çeşit işgal altında ve birer sömürge konumundadır. Bunlardan hiçbiri kendi kaynaklarını (petrol, doğalgaz vd.) kullanmada, uluslararası ilişkilerinde ve hatta ne tür bir rejimle veya sistemle idare edileceklerinde son sözü söyleyecek kudrette değildir. Bugün hiçbir İslam ülkesi gösteremeyiz ki, oradaki vatandaşlar ırkçı, mezhepçi ve partici uygulamalara maruz kalmıyor olsunlar?
Müslüman olmayanların İslam'a karşı olmaları İslam2ın herhangi bir hükmünün bireysel veya toplumsal olarak yaşanmasına engel olmaları anlaşılır bir şeydir. Peki, ya kimi Müslümanların Allah'ın ayetlerini kendi devletleri için bir tehdit olarak görmelerini ne ile izah edeceğiz? Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, Allah'ın, “sizin dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da O'nun ayetlerindendir” buyruğuna rağmen, insanların kendi dillerini yaşamalarını ve yaşatmalarını toplumu bölecek ve devleti yıkacak bir tehdit olarak görmeleri Allah'ın ayetlerine karşı savaşmak anlamına gelmiyor mu?
Doğrudur, bugün üzerinde yaşadığımız ülkelerin sınırlarını çizenler biz değiliz. Bu sınırları cetvelle çizenlerin niyetlerini, amaçlarını ve neyi hedefledikleri de bizim için bir sır değil. Ama buna rağmen neden hala hayati derecede önemli olan söylem ve eylemlerimiz emperyalistlerin amaçları ve hedefleriyle örtüşmektedir acaba?
Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nin kendi sınırları içinde olan Kerkük'e Kürdistan Bayrağını asmasını kardeşliğe sığmayan tepkilerle karşılamamızın kanayan yaralarımızı daha bir büyütmekten öte bir işe yaramayacağını artık kavramalı ve aklıselim ile hareket etmeliyiz. Türkiye'nin yapması gereken şey, bayrağın asılmasını engellemek değil, bir hakem rol üslenmek olmalıdır. Hatta Kürtler orada devlet ilan ettiklerinde, tanıyan ilk ülkenin de Türkiye olması kadim kardeşliğimizin bir mükafatı olarak değerlendirilmeli.
Arabulucu ve hakem bir hassasiyetle yaklaşması gerektiği halde, hala Eski Türkiye'nin inkârcı jargonu ile tepki vermek, Kürtlerin Türkiye'ye olan sevgilerini, saygılarını, dostluklarını, kardeşliklerini ve dahi sadakatlerini azaltmaktan başka bir işe yarar mı?
Hatta eğer Barzani bir gün Kürdistan'ı bir devlet olarak ilan ettiğinde de bunu ilk tanıyan ülkenin Türkiye olması kadim kardeşliğin ve dostluğun da bir gereği değil mi?
Girişte yazdık, bir daha vurgulamakta yarar var. Özenle uzak durmamız gereken diğer bir husus da, Kerkük'ün Kürtlerin mi, Türkmenlerin mi veya Arapların mı olduğu türündeki tartışmalardır. Bu, Diyarbakır'ın İstanbul'un veya Ankara'nın kimin olduğunu tartışmak kadar anlamsız ve bir o kadar da tehlikelidir. Bu tür tartışmaları yapanlar ya ar niyetliler veya bilmeden, “Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur” türünden safsatalar yayan düşmanların değirmenine su taşıyorlar. Onlar da her zamanki gibi bu değirmenlerde bizleri öğütüyorlar.
Türkler dün de yalnız değildi, bugün de yalnız değildir. Dün bütün dünya başlarına çullandığında, dünyanın dört bir yanından Müslümanlar dualarıyla, mallarıyla ve canlarıyla Türk kardeşlerinin yanında idiler, Bugün de öyle değil mi?. Ve rejim her ne kadar unutturmaya çalışsa dahi, Türklerin en sadık dostları da bin yıl gibi uzun bir zamandan beridir Kürtler değil mi? Rejimin onlarca yıl süren inkar politikalarına, zulümlerine ve hatta dışkı yedirmelerine rağmen Türkler ile rejimi aynı görme hatasına düşmediler ve dolayısıyla kardeşliklerinde, dostluklarında ve sadakatlerinde kusur etmediler.
Ama bu, ilelebet böyle devam edecek değildir. Eğer hep birlikte haksızlıkları ortadan kaldırma çabası içerisinde olmazsak, mazlumun ahı er ya da geç bir gün çıkar. Fakat Türkiye'nin âlimlerinin, aydınlarının, siyasilerinin ve idarecilerinin çoğu maalesef bu basiret ve ferasetten hala yoksundur. Hiçbiri bu alandaki sorumluluklarını hakkıyla ve layıkıyla yerine getirebilmiş değil. Nitekim kimi idarecilerin de zaman zaman Eski Türkiye'nin inkârcı alışkanlıklarını ve reflekslerini tekrarlamaları da gösteriyor ki, Kürtlere olan bakışlarında hala adil, hakça, dostça ve kardeşçe bir düzeyi yakalayabilmiş değiller.
Toparlayacak olursak, muhataplarımız kim olursa olsunlar, onlarla ilişkilerimizde başka bir şeyi değil, sadece hakkı ve adaleti esas almalıyız! Böyle yaparsak ancak Kerkük'ü ve hatta dünyayı da elde edebiliriz. de kaybedebiliriz. Aksi halde elimizdekileri de koruyabileceğimizin garantisi yok. Çünkü zulüm ebediyen payidar olamaz!