Temsil ettiği değerler nedeniyle Türkiye'yi “Eski” ve “Yeni” olarak iki şekilde değerlendirebiliriz. Ama aynı şeyi PKK için söyleyemiyoruz. Çünkü PKK Eski Türkiye'nin bir ürünü idi ve Eski Türkiye kendisini yenilerken, o eskide kaldı. Bunu birkaç örnekle açalım.
Eski Türkiye... Ve yıl 1984! Kürtleri potansiyel bölücü ve düşman olarak tanımlayan, politikasının özü inkâr, imha ve asimilasyon olan bir Türkiye ve bu zulümlere benzer zulümlerle karşılık veren ve ilk terör eylemlerini Ağustos 1984'te Eruh ve Şemdinli'de gerçekleştiren PKK!
Eski Türkiye denince neler gelmez ki insanlarımızın aklına… Kürtçe müzik kasetleri bulunduranların bile çeşitli cezalara mahkûm edildikleri yıllar…
Yeni Türkiye… Ve yıl 2015
Bugün 1 Ağustos Cumartesi ve akşam vakti. Bu yazıyı Kürtçe eşliğinde yazıyorum! İstanbul'un göbeğinde, gecenin 11'inde, evimizin en az on sokak uzağında yapılan bir Kürt düğününde çalınan Kürtçe müziğin sesi yayılıyor dört bir tarafa. Birden zihnen bir zaman tünelinden geçiyorum ve içten içe “nereden nereye” diye seviniyorum. Birden televizyona takılıyor gözlerim ve PKK'nın bugün gerçekleştirdiği terör eylemlerinden sahneler görüyorum. Basılıp yakılan iş arabaları, durdurulup yakılan yolcu taşıtları, imha edilen trafolar, yatağında vurulan polisler, enselerinden vurulan askerler, havaya uçurulan köprüler, patlatılan petrol ve gaz boruları, şehir merkezlerinde yakılan otobüsler ve daha nice vahşi eylemler! Hepsinin de altında PKK'nın kanlı imzası var. Ve bütün bunlar Kürtlere yönelik inkâr, imha ve asimilasyon politikalarının artık tarih olduğu bir Türkiye'de yapılıyor.
Kendi evlerimizde dahi kaset bulundurmanın bir silah bulundurmak kadar suç sayıldığı bir Türkiye'den 14 milyonluk bir dünya kenti olan İstanbul'da gecenin yarısında Kürtçe müziğin bir kilometre ötede duyulabilecek kadar yüksek sesle çalındığı bir Türkiye'ye geldik. Bütün bunlar ve daha fazlası on yıl içerisinde gerçekleşti. Ve son on yıl içerisinde Kürt illerine götürülen hizmetler geçmiş bütün hükümetlerin yaptıkları hizmetlerden kat be kat fazladır. Hem de engelleyen, yakıp yıkan ve dahi öldüren bir PKK'ya rağmen…
Kürtlerin hakları uğruna mücadele iddiasında olan malum güruhlar ve şahsiyetler Türkiye'yi bugünlere getiren Erdoğan'a teşekkür etme erdemini göstermeyebilirler. Ancak yalan ve iftiralarla topyekûn bir saldırıya geçmeleri kabul edilemez. Akıttıkları kanları kimlerin değirmenine taşıdıklarını ya fark edemeyecek muhakemelerini yitirmişler veya Türkiye halklarına ihanet içerisindeler.
Bugün artık her şeyi konuşup tartışabildiğimiz bir dönemi yakalamışız ve dahi bütün Türkiye'ye mal olmuş bir barış süreci var. Yeni Türkiye'yi hep birlikte inşa etme imkânımız var. Hal böyle iken kim aksi yönde bir çabaya girişirse ve hele hele ülkenin huzur ve güvenine kast ederse, bilsin ki karşısında sadece dünkünden çok daha güçlü olan devletle birlikte bir de dünkünden çok daha bilinçli olan milleti de bulacaktır.
Keşke PKK Kürtlerin kanlarıyla elde ettiği kazanımları kin ve ihtiraslarına kurban etmeseydi.
Görünen o ki, özlemini duyduğumuz hakkın, adaletin ve demokrasinin toplumda hak ettiği yeri almasından rahatsız olanlar dışarıdan ve içeriden her türlü şiddet ve teröre başvurmaktan geri durmayacaklardır. İster adı Paralel Örgüt olsun ve ister şimdi artık kimlerin hizmetinde ve emrinde olduğu bilinmeyen PKK olsun, bunların hedefi Sayın Erdoğan'ın şahsında aslında hak ve adalet temelleri üstünde inşa edilmeye çalışılan Yeni Türkiye'dir.
Yeni Türkiye'de şiddet ve silahlı eylemlerin bir meşruiyeti yoktur. PKK silahı bırakmaya hazır olduğunu ilan etmeli ve buna karşılık Türkiye de vicdanların kabul edeceği adil-onurlu bir barış için sorumluluklarını yerine getirmelidir.
HDP de seçmenin kendisini dağa değil, meclise gönderdiğinin artık farkına varmalıdır. HDP'ye verilen görev savaşa çanak tutması değil, barışa odaklanmasıdır. Hatta dağdaki insanlarımızın “ülkeyi terk etmelerini” değil, evlerine dönmeleri için çaba sarf etmeliler.
Seçimlerden önce, “PKK'ya silahı AKP değil, biz bıraktıracağız” diyen HDP, sözünü yerine getireceğine, devletin güvenlik güçleri ile PKK'yi eşit görmekte ve her ikisine de silah bırakma çağrısı yapmaktadır. Ki samimiyetten uzak bu tür çağrıların kamuoyu vicdanında bir karşılığı yoktur.
Bugüne kadar üzerinde fazla durulmayan ve artık dikkate alınması gereken önemli hususlardan biri de bizce PKK-KCK-HDP-PYD'nin söylem ve eylemleriyle dün olduğu gibi bugün de Kürtlerin değerleriyle savaş halinde olmalarıdır. İslam'a ve Müslümanlara karşıtlıkta o kadar katılar ki, Kobani İŞİD saldırıları altında inlediği esnada bile, “biz laik olmayan peşmergenin Kobani'ye girmesini istemiyoruz” diyebilmişlerdir.
Kürtler olarak her şeyin bir anda olamayacağı gerçeğini de kavramamız gerekir. Yüz yıllık sorunların müsebbibi Erdoğan olmadığı gibi, yüz yılın sorunların bir anda çözülmesini beklemek de gerçekçi bir yaklaşım değil. Örneğin, Kürtler olarak anadilde eğitim mi istiyoruz? İnanıyoruz ki o günler de er ya da geç gelecektir. Ve Türkiye'nin bütünlüğü içerisinde bu pekâlâ mümkündür. Bunun için de devleti suçlayacağımıza kendimiz bunun alt yapısını hazırlamaya çalışmalıyız.
Sonuç…
Zaman sorumluluklarımızı kuşanma zamanıdır. Müslümanlar olarak içine duçar olduğumuz zillet halinin kendi cehalet ve zaaflarımızdan kaynaklandığını görmeli ve bu halden kurtulmak için gereken ne ise yapmalıyız.
Tarih boyunca Müslümanların en büyük zaafı asabiyet-kavmiyetçilik-milliyetçilik olmuştur. Bugün de aynı zaafı iliklerimize kadar yaşıyoruz. Bunun da ilacı yine inancımızın bu konudaki buyruklarına teslim olmaktır. Aksi halde bu fitnenin içinde kıvranıp dururuz.
Müslümanlar olarak Kürtlük veya Kürt Sorunu konusunda da Müslümanca bir duruş sergilediğimizi söyleyemeyiz. İster adına Kürt Sorunu diyelim, ister Kürtlerin sorunları, ama bu konuya yaklaşımımızın birçok açıdan inancımızla örtüşmediği bir gerçektir. Bu tespitlerden hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Müslümanlar sorumluluklarını hakkıyla ve layıkıyla yerine getiremedikleri sürece bu sorunun çözüleceği mümkün görülmemektedir.
Dr.Phil. Bekir TANK