Akşemseddin kimdir ?
Türk alim, tıpçı Akşemseddin... Akşemseddin kimdir? İşte Akşemseddin'in biyografisi

Oluşturma Tarihi: 2017-12-11 10:46:38

Güncelleme Tarihi: 2017-12-11 10:46:38

Osmanlılar zamanında yetişen büyük evliya ve İstanbul'un manevi fatihidir. Adı, Muhammed bin Hamza'dır. Saçının sakalının ak olması veya beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin lakablarıyla anılmıştır. Evliyanın büyüklerinden Şihabüddin Sühreverdi'nin neslindendir, soyu hazret-i Ebu Bekr-i Sıddik'a kadar ulaşır. 1390 (H. 792) yılında Şam'da dünyaya gelmiştir. 1460 (H.864) yılında Bolu'nun Göynük ilçesinde hayatını kaybetmiştir.

Küçük yaşta ilim tahsiline başlamış ve Kur'an-ı kerimi ezberlemiştir. Yedi yaşında babasıyla Anadolu'ya gelmiş, o tarihte Amasya'ya bağlı olan Kavak nahiyesine yerleşmiştir. Alim ve veli bir zat olan babası vefat edince, tahsiline devam etmiştir. Genç yaşta akli ve nakli ilimlerde yaşıtlarından daha üstün derecelere ulaşmıştır. İlim tahsilini tamamlayınca, Osmancık'ta müderris olmuştur. İlim öğretmekle ve nefsinin terbiyesiyle meşgulken, tasavvufa yönelip, Ankara'da bulunan zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli'ye talebe olmak üzere gitmiştir. Ancak ona talebe olamamıştır. Halep'te bulunan Şeyh Zeynüddin'e talebe olmak için Haleb'e giderken, gördüğü bir rüya üzerine Hacı Bayram-ı Veli'ye talebe olmak üzere Ankara'ya geri dönmüştür. Hacı Bayram-ı Veli tarafından kabul edilip, onun sohbetinde tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrenmiş ve Hacı Bayram-ı Veli'den icazet (diploma) almıştır. Aynı zamanda tıp ilminde de kendini yetiştiren Akşemseddin, bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalışmıştır. Araştırmalar sonunda Maddet-ül-Hayat isimli eserinde: "Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemiyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur." diyerek, bundan beş yüz yıl önce mikrobun tarifini yapmıştır.

Pasteur'un teknik aletlerle Akşemseddin'den dört asır sonra varabildiği neticeyi dünyada ilk defa haber vermiştir. Buna rağmen mikrop teorisi Pasteur'a mal edilmiştir. Aynı zamanda ilk kanser araştırmacılarından olan Akşemseddin, o devirde seratan denilen bu hastalıkla çok uğraşmıştır.

Sadrazam Çandarlı Halil Paşanın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi'yi tedavi etmiştir. Ayrıca hangi hastalıkların hangi bitkilerden hazırlanan ilaçlarla tedavi edileceğine dair bilgiler ve formüller ortaya koymuştur.

Akşemseddin, zahiri ve batıni ilimleri bilen birçok alim yetiştirmiştir. Oğulları Muhammed Sa'dullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nurullah, Muhammed Emrullah, Muhmmed Nasrullah, Muhammed Mir-ul-Huda ve Muhammed Hamdullah ile Harizat-üş-Şami Mısırlıoğlu, Abdurrahim Karahisari, Muslihuddin İskilibi ve İbrahim Tennuri bunlardan bazılarıdır.

Fatih Sultan Mehmed Han ordusuyla İstanbul'un fethine çıktığında, Akşemseddin, Akbıyık Sultan, Molla Fenari, Molla Gürani, Şeyh Sinan gibi meşhur veliler ve alimler de talebeleriyle birlikte orduya katıldılar. Akşemseddin hazretleri savaş esnasında Sultan'a gerekli tavsiyelerde bulunarak, yeni müjdeler veriyordu. Kuşatmanın uzaması ve Sultan'ın ısrarı üzerine ve Allahü tealanın izni ile fethin ne gün olacağını bildiren Akşemseddin, Sultan şehre girerken yanında yer aldı. Fetih ordusu İstanbul'a girdikten sonra İslamiyetin savaşla ilgili hukukunun gözetilmesini genç Padişah'a hatırlattı ve buna göre hareket edilmesini bildirdi. Sultan'ın Eshab-ı kiramdan Ebu Eyyub el-Ensari'nin kabrinin bulunduğu yeri sorması üzerine:

"Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nur görüyorum. Orada olmalıdır." cevabını verdi.

Daha sonra orası kazıldı ve Eyyub Sultan'ın (radıyallahü anh) kabri ortaya çıktı. Fatih Sultan Mehmed Han, Ebu Eyyub el-Ensari'nin kabr-i şerifinin üzerine bir türbe,yanına bir cami ve ilim öğrenmek için gelen talebelerin kalabileceği odalar inşa ettirdi. Sultan, Akşemseddin'den İstanbul'da kalmasını istedi fakat Akşemseddin Padişah'ın bu teklifini kabul etmedi.

Akşemseddin, İstanbul'un fethinden sonra, Göynük'e yerleşti ve vefatına kadar orada kaldı. Göynük'e yerleştikten sonra, bir taraftan ahiret hazırlığı yapıyor, diğer taraftan da küçük oğlu Hamdullah'ın ilim ve terbiyesi ile meşgul oluyordu. “Bu küçük oğlum, yetim, zelil kalır, yoksa, bu zahmeti çok dünyadan göçerdim.” derdi. Bir gün hanımının; “Göçerdim dersin yine göçmezsin!” demesi üzerine; “Göçeyim!” deyip mescide girdi. Akrabasını ve evladını toplayıp, vasiyetini yaptı. Helallaşıp veda etti. Yasin-i şerifi okumaya başladı. Sünnet üzere yatıp temiz ruhunu 1460 yılında teslim etti. Göynük'teki tarihi Süleyman Paşa Caminin bahçesine defnedildi. Daha sonra oğullarının kabri ile beraber bir türbe içine alındı.

ESERLERİ: 1) Risalet-ün-Nuriyye: Tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara cevab mahiyetindedir. Arabça olup, kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. 2) Def'ü Metain, 3) Risale-i Zikrullah, 4) Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli, 5) Malumat-ı Evliya, 6) Maddet-ül-Hayat, 7)Nasihatname-i Akşemseddin.