Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî kimdir?
Şair, düşünce adamı, mutasavvıf Mevlana... Mevlana kimdir? İşte Mevlana'nın biyografisi

Oluşturma Tarihi: 2017-12-14 22:00:45

Güncelleme Tarihi: 2017-12-14 22:00:45

Mevlana Celaleddin-i Rumi, 30 Eylül 1207'de bugün Afganistan sınırları içerisinde bulunan Horasan'ın Belh şehrinde doğdu. Yaşadığı dönemde Anadolu‘ya Diyarı-ı Rum denildiği için Rumi soyadını, zaman içinde de kendisine duyulan büyük saygının ifadesi olarak efendimiz manasına gelen Mevlana ismini aldı.

Dönemin kültür merkezlerinden Belh kentinde hocalık yapan, Sultan-ül Ulema (Bilginler Sultanı) lakabıyla anılan din bilgini ve hukukçu Bahaeddin Veled‘in oğludur.

Mevlana'nın annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmşahlar Hanedanlığı'nın Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dı. Eflaki'ye göre Mevlana'nın büyükbabası Hüseyin Hatibi, derin bilgisiyle dönemini oldukça etkilemiş olan bir alimdi. Kaynaklara göre, babası Bahaeddin Veled'in, anne tarafından Hazret-i Muhammed'in (sav) torunu olan Hazret-i Hüseyin'le ondördüncü göbekten, baba tarafından da yine Hazret-i Muhammed'in seçilmiş dört dostundan ilki olan Hazret-i Ebu Bekir Sıddık'la onuncu göbekten yakınlığı vardı.

Bazı tarih bilimciler, Bahaeddin Veled'in ailesi ve müritleriyle birlikte Belh'ten ayrılıp Batı'ya gitmesinin sebebi olarak Moğolların 1215–1220 seneleri arasında Orta Asya'yı istila etmesini gösterirken, diğer kaynaklar, göçün farklı nedenleri olduğunu savunuyorlardı. Buna göre, tasavvufla ilgilenenlere iyi gözle bakmayan ve bunların Harezmşah katında saygı görmelerinden hoşlanmayan Fahreddin-i Razi'nin Harezmşah'la Bahaeddin Veled'in arasını açtığı ve Veled'in bu nedenden Belh'i terk ettiği söylenmekteydi.

Bahaeddin Veled, ailesi ve müritleriyle birlikte şehirden 1212-1213 senesinde ayrıldıktan sonra Hacca gitmeye niyet etti ve Nişabur'a uğradı. Burada ünlü şeyh Feridüttin Attar tarafından karşılanan kafile, Attar ve Veled'in önemli konuşmalarına şahit oldu. Mevlana'nın da dinlediği bu konuşmalar sırasında Attar, Esrarname (Sırlar Kitabı) ismindeki ünlü kitabını Mevlana'ya hediye edip, onunla ilgili olarak babasına “Bir deniz bir ırmağın ardına düşmüş gidiyor. Umarım yakın bir gelecekte oğlunuz alem halkının gönlüne ateş verecek ve onları yakacaktır.” açıklamasında bulundu. Mevlâna o tarihten itibaren Esrarname‘yi her zaman yanında taşıdı. Sonrasında Mesnevi'de Nişabur'da gerçekleşen konuşmalardan ve Attar'ın kıssalarından sık sık söz edecekti.

Göç kervanıyla birlikte Bağdat'a giden, kısa bir süre burada kalan Veled, Kufe yolundan Kabe'ye hareket etti. Hac dönüşü, Şam‘dan Anadolu'ya geçdi ve Erzincan, Akşehir, Larende‘de (günümüzde Karaman) konakladı. Bu konaklama toplam yedi sene sürmüştü.

Karaman'da bulundukları 1225 senesinde onsekiz yaşında olan Mevlana, babasının isteğiyle saygın bir kişiliği olan Semerkantlı Hoca Şerafeddin Lala'nın kızı Gevher Banu ile dünya evine girdi. Oğulları Mehmet Bahaeddin (Sultan Veled) ile Alaeddin Mehmet, Karaman'da doğdular.

3 Mayıs 1228'de Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat'ın ısrarlarıyla Bahaeddin Veled ve Mevlana Selçukluların başkenti Konya'ya yerleştiler. Keykubat tarafından Altınapa Medresesi'nde ağırlanan Mevlana ve ailesine ordunun ileri gelenleri, medreseliler ve saray eşrafı büyük saygı duyuyor, Bahaeddin Veled'i sevenler gün geçtikçe artıyordu. Çok geçmeden Sultan Alaaddin Keykubat, sarayında Bahaeddin Veled'in şerefine büyük bir toplantı düzenleyip, bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevi terbiyesi altına girecekti.

Bahaeddin Veled, 24 Şubat 1231'de ardında ona yürekten bağlı binlerce müridini ve Maarif isimli eserini bırakarak hayata veda etti ve Selçuklu Sarayı'nda “Gül Bahçesi” denilen yere gömüldü. Hükümdar yas tutarak bir hafta tahtına oturmadı ve kırk gün süreyle imarethanelerde onun için yemek dağıtıldı.

Bahaeddin Veled, oğlu Mevlana'ya tasavvufu öğretmişti. Onu yetiştirirken, doğru yolu bulması, derin ve incelikli düşünebilmesi için sırlarını paylaşmıştı. Babasının vasiyeti, müritlerinin ısrarlı ricaları ve sultanın buyruğu üzerine Mevlana, ölümünün ardından Bahaeddin Veled'in yerine geçti. Fakat Mevlana, babasından sonra, Seyid Burhaneddin'i buluncaya kadar bir sene mürşidsiz kaldı.

1232 senesinde babasının halifesi Seyyid Burhneddin-i Muhakkık-ı Tirmizi'nin Konya'ya gelmesiyle, Mevlana onun manevi terbiyesi altına girdi. Tirmizli olduğu için Tirmizi diye anılan Burhaneddin, Mevlana'yı o dönemde geçerli olan tüm İslam bilimleriyle ilgili olarak bir sınava tabii tuttu. Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'in daha sonra İbtidaname (Başlangıç Kitabı) isimli kitabında anlatacağı üzere Tirmizi sınav sonucunu açıklarken şu ifadeleri kullanacaktı: “Bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli (gönül ve ruh adamı) idi; sen kal ehlisin (söz adamı). Kal'i bırak, onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman Güneş gibi alemi aydınlatabilirsin”

Tirmizi'nin bu önerisinden sonra, Mevlana, samimiyetle, Seyyid Burhaneddin'i babasının yerine koydu ve gerçek bir mürşid bilerek gönülden, tam dokuz sene ona hizmet etti. “Seyr-ü Sülük” denen tarikat eğitiminden geçtikten sonra Halep'e gitti. Yüksek ilimlerde daha çok derinleşmek için Halaviyye Medresesi'nde, fıkıh, tefsir ve usul ilimlerinde bilgin olan Adim oğlu Kemaleddin'den dersler aldı. Mevlana, Halep'teki öğrenimini tamamlayınca Şam'a geçti. Burada, ilmi incelemeler yapmak için dört sene kaldı ve bu süreçte Şam'daki âlimlerle tanışıp, onlarla sohbet etme imkanı buldu. Eflaki'ye göre Tebrizli Şems ile ilk defa Şam'da tanışan Mevlana, sonraları Şems ile çok yakın arkadaş olacaktı.

Halep ve Şam Medreseleri'ndeki 7 senelik eğitimini tamamlayıp Konya'ya geri dönen Mevlana, Tirmizi'nin rehberliğinde nefsini yenmeye çalıştı, art arda üç defa çile çıkarttı. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhaneddin, Mevlana'yı kucaklayıp öperek; “Bütün ilimlerde eşi benzeri olmayan bir insan, nebilerin ve velilerin parmakla gösterdiği bir kişi olmuşsun… Bismillah de yürü, insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete boğ; bu suret aleminin ölülerini kendi mana ve aşkınla dirilt.” diyecek ve onu irşat ile vazifelendirecekti. Mevlana, Mesnevi isimli eserinde bu süreçle ilgili şu bilgileri verecekti: “Piş, ol da bozulmaktan kurtul… Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol. Kendinden kurtuldun mu, tamamıyla Burhan olursun. Kul olup yok oldun mu sultan kesilirsin.”

Tirmizi, bir süre sonra talebesi Mevlana'nın tüm ısrarlarına rağmen Konya'dan ayrılmaya karar verdi. Kaynaklar, Tirmizi'nin bu kararıyla ilgili Mevlana'ya şu açıklamayı yaptığını yazacaktı: “Buraya güçlü bir gönül aslanı yöneldi, sana gelecek. Ben de bir din aslanıyım. Biz birbirimizle geçinemeyiz, birbirimize ağır geliriz.”

Bu açıklamadan sonra Kayseri'ye giden Tirmizi 1241 senesinde hayatını kaybetti. Ölüm haberini aldıktan sonra Kayseri'ye giden Mevlana, hocasının bıraktığı kitapları da alarak Konya'ya döndü ve bu kitaplarla ders notlarını toplayarak, Tirmizi'den yaptığı alıntılarla Fihi-Ma Fih (Ne Varsa İçindedir) isimli yapıtını yazdı.

Tirmizi'nin ölümünden sonra ona bağlı olanlar Mevlana'nın çevresinde toplandılar. Bu dönemde Mevlana bir yandan Tirmizi'nin geleceğini söylediği “Gönül Aslanı”nı bekliyor, öte yandan Tirmizi'nin kaybının üzüntüsünü yaşıyordu.

Tirmizi'nin kaybından sonraki beş sene medreselerde fıkıh ve din bilimi okutan ve vaizlerine devam eden Mevlana, bir ilim adamı olmuştu. Tefsir, hadis, fıkıh, lügat ve Arapça dilini öğrenmiş, babası Bahâeddin Veled ve şeyhi Seyyid Burhaneddin Tirmizi'den aldığı eğitimle manevi olarak sağlam bir yolda ilerlemişti. Müridleri ve öğrencileri için çalışıyordu. Fakat, Mevlana'nın manevi alemdeki yükselişi sona ermemişti. Babasını ve şeyhini kaybeden Mevlana yalnızdı, dolayısıyla bu yükselişin tamamlanması, yalnızlığın da giderilmesi gerekiyordu.

Tirmizi'nin “Gönül Aslanı” olarak nitelendirdiği kişi Şemsettin Muhammed Tebrizi idi. (Tebrizli Şems) Tebrizli Melekdad oğlu Ali'nin oğlu olan Şems, eğitimini tamamladıktan sonra, zamanının tek şeyhi olarak gördüğü Tekbirzi Şeyh Ebu Bekir Sellebaf'ın manevi terbiyesi altına girip olgunlaşmıştı. Şems, olgun mürşidler bulmak arzusuyla senelerce seyahat etmiş, dönemin bilginleriyle görüşmüştü. Bu bilginler spiritüalizme güçlü yöneliminden dolayı Şems'e, Şems-i Perende (Uçan Güneş) ismini vermişlerdi.

Şems, çocukluğundan itibaren kendinden geçercesine ilahi aşkı yaşıyor, fikren ve ruhen hür bir derviş olarak biliniyordu. Şems, kendisini ruhen tatmin edecek seviyede bir Hak dostu arıyordu ve bunun için dua ediyordu. Makalat (Sözler) isimli kitabında anlattığına göre, bir aradığı vardı. Gönlü aradığını Konya'da bulacağını söylüyordu ve aldığı ilhamla 29 Kasım 1244 tarihinde Konya'ya geldi.

Kaynaklar, bu buluşmanın gerçekleştiği yeri Merec-el Bahreyn (İki denizin buluştuğu nokta) diye isimlendirmişti. Karşılaştıklarında Şems 60, Mevlana ise 38 yaşındaydı.

Mevlana'nın hayatında dönüm noktalarından biri olan bu karşılaşmayla Şems ile birlikte uzun sohbetler dönemi başladı. Şems ve Mevlana kaynaklarda 6 ay olarak belirtilen ve Mevlana'nın ders vermeyi, dostlarıyla görüşmeyi ve kitap okumayı bıraktığı dönem olarak nitelendirilen bu süreçte kendilerini tamamen Allah'a verdiler. Fakat Mevlana'nın müritleri çok geçmeden bu duruma isyan etmeye başladılar, şikayetleri arttı hatta içlerinden Şems'i ölümle tehdit edenler oldu.

Yeni derviş Mevlana'ya tüm vazifelerini unutturmuştu. Şems'in bu durumla ilgili olarak Mevlana'ya Kuran'dan “İşte bu, sen ile ben'in arasındaki ayrılıktır” anlamına gelen bir ayet okuduğu söylendi. Olaylar üzücü bir hal alınca Şems, 1245 senesinde, kimseye haber vermeden Konya'yı terk etti.

Şems'in gidişinden büyük üzüntü duyan Mevlana, uzun süre hiç kimseyle görüşmedi, sema meclislerine ve dost toplantılarına katılmadı. Gönderdiği ulaklar aracılığıyla kıtanın dört bir yanında Şems'i aratan Mevlana'nın üzüntüsünü gören müritleri pişman olup ondan özür dilediler. Şems'in izini sonunda Şam'da bulan Mevlana, oğlu Sultan Veled ve yirmiye yakın arkadaşını Şam'a gönderip, onu Konya'ya geri döndürdü.

Şems'in geri dönüşünden sonra ikili yine toplumdan uzak şekilde sohbetler etmeye devam ediyordu. Ancak dervişlerin Mevlana'yı ondan uzak tutmaya çalışması yüzünden bu durum uzun sürmedi. Zira Şems'e karşı olanların arasında Mevlana'nın oğlu Alaeddin Çelebi de vardı. Sabrı tükenen Şems, 1247 senesinde ortadan kayboldu. Fakat Eflaki'ye göre, Şems ortadan kaybolmamıştı, aralarında Mevlâna'nın oğlu Alâeddin'in de bulunduğu bir grup tarafından öldürülmüştü. Sultan Veled'in belirttiğine göre Mevlana adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine dönmeye karar verdi.

En candan dostunu kaybetmenin üzüntüsünü yaşayan Mevlana, Selahattin Zerküb ile arkadaşlık etmeye başladı. Fakat Mevlana'yı tüm dostlarından kıskanan müritleri bu kez Zerküb'ü hedef aldılar. Kısa süre sonra Zerküb'ün kızı Fatma Hatun ile Mevlana'nın oğlu Sultan Veled evlendirildi. Mevlana, on sene süren arkadaşlıklarından sonra Zerküb'ün, 1258 senesindeki ölümüyle yeniden sarsıldı. Fakat Zerküb, cenazesinin ağlayarak değil, neyler ve kudümler çalınarak kaldırılmasını vasiyet ettiği için, isteğine uygun biçimde hareket edildi.

Zerküb'ün arkadaşlığının yerini bir süre sonra Hüsamettin Çelebi aldı. Hüsamettin'in babası, Konya yöresi ahilerinin reisiydi ve Vezir Ziyaettin tekkesinin de şeyhiydi. Çelebi, Mevlana'nın müridi olduktan sonra tüm varlığını, Mevlevi cemaati için harcadı ve İslam tasavvufunun en önemli ve en büyük yapıtı olan Mesnevi, Hüsamettin Çelebi aracılığıyla kaleme alındı.

Mevlevilerin bir toplantısında Çelebi, müritlere, tasavvuf yolunda bir şeyler öğrenmek için yalnızca Hakim Senai‘nin Hadika'sını (Bahçe) ya da Attar'ın İlahiname‘sini ve Mantık-ut-Tayr‘ını (Kuş Dili) okuduklarını, kendilerine ait eğitici bir kitap olmadığını söyledi. Bunun üzerine Mevlana sarığının katları arasından çıkarttığı ve Mesnevi‘nin ilk 18 beytini yazdığı kağıtları Çelebi'ye uzattı ve şunları söyledi: “Ben başladım, gerisini sen yazarsan ben söylerim.”

Mesnevi'nin yazılması çalışmaları seneler boyu sürecek ve Mesnevi, İslam âleminde Kur'an ve Hadis'ten sonra üzerinde en çok durulan eser olacaktı. Yapıt, 25.700 beyitin oluşturduğu 6 ciltlik bir çalışmayı kapsıyordu.

Tasavvuf öğretisini ilgi çekici öyküler aracılığıyla anlatan, olayları yorumlarken tasavvuf ilkelerini açıklayan Mesnevi tamamlandığında Mevlana, oldukça yaşlanmış ve yorgun düşmüştü. Bir süre sonra sağlığı bozulmaya başlayan Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde hayatını kaybetti. Mevlana'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadreddin Konevi kıldıracaktı. Fakat Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayılınca namazı Kadı Sıraceddin kıldırdı. Cenazesine yalnızca Müslümanların değil, Hıristiyan ve Yahudilerin de katıldığı bilinmektedir.

Mevlana ölüm gününü kötü, ümitsizlik verici bir şey değil de yeniden doğuş olarak kabul etmekteydi, öldüğünde sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Bu yüzden Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûs” demişti. Konya'da her 17 Aralık gecesi Şeb-i Arus, “Düğün Gecesi” olarak kutlanmaktadır.

Sema dansı Mevlana'nın şiirlerini bir direğin etrafında dönerek okumasından dolayı ortaya çıkmış ve felsefi anlamlar yüklenmişti. Mevlana'nın ölümünden çok sonra oğlu ve torunu tarafından bugünkü formu kazandırılan Sema Töreni, bütünüyle Mevlana'nın felsefesini yansıtan sembollerden oluşmaktaydı. Mevlana ve Sema, bildiğimiz ve alıştığımız dünyanın ötesindeki bir gerçekliğe işaret eden kapıydı. Buna göre her insanın yüreğinde “Sır” ismi verilen bir şey saklıydı ve bu sır, her insana verilmiyordu. Bu sırra uzun çabalar ve lütuf sayesinde ulaşılabiliyordu.

UNESCO, sema dansını korunması gereken dünya kültür mirasları listesine almıştır.

Mevlâna'nın ilkelerinden ve İslam inancına getirdiği yorumdan Mevlevi tarikatı doğmuştur. Fakat Mevlana bir tarikat kurucusu değildir. Mevlevilik onun ölümünden sonra oğlu Sultan Veled ile halifesi Hüsamettin Çelebi'nin birlikte oluşturdukları bir örgütlenmeye göre kurulmuştur. Mevleviler Kurtuluş Savaşı‘nın en büyük destekçileri arasındaydı. Yeşil kurdeleli İstiklal Madalyası ile ödüllendirildiler.

ESERLERİ

Mesnevi

Divan-ı Kebir

Fih-i Ma Fih

Mektubat

Mecalis-i Seb'a