Gökhan Ereli
Orta Doğu'da 2010'un son aylarında başlayan halk hareketlerini Körfez monarşilerinin siyasi meşruiyetlerine ve rejimlerine doğrudan bir tehdit olarak değerlendiren Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), son 10 yılda dış politika çizgisini agresif ve müdahaleci bir yapıya taşımış, karşı-devrim hareketlerinin baş mimarı olarak öne çıkmıştı. Eski Amerikan Savunma Bakanı Emekli General James Mattis, BAE'yi "Küçük Sparta" şeklinde nitelerken, dış politikasının karakterine ve Orta Doğu jeopolitiği bağlamındaki hırslarına vurgu yapmaktaydı. Nitekim BAE maceracı ihtirasları sebebiyle, Mısır'dan Suriye'ye Libya'dan Yemen'e Orta Doğu'daki çatışmalarda aktif taraf olup, halk tabanlı hareketlerin karşısında durdu ve bir bakıma kendi rejiminin meşruiyetini güçlendirmeye çalıştı.
Abu Dabi yönetimi bu süreçte sadece askeri angajmanlarını yoğunlaştırmakla kalmadı. Diplomatik söylemlerini de mesnetsiz ve temelsiz iddialar üzerine inşa ederek Türkiye'nin Orta Doğu ülkelerinde istikrar ve güvenlik çabalarına ket vurmak amacıyla hedef aldı. Öyle ki, Abu Dabi yönetiminin Filistin'den apar topar kaçan ve Veliaht Prens Muhammed bin Zayid'in (MbZ) koruması altına alınan Muhammed Dahlan aracılığıyla 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminin başarılı olması için 3 milyar dolar finansman sağladığı belirtilmişti. İkili ilişkilerin daha da gerilmesine sebep olan bu hadise sonrası Abu Dabi yönetimi Ankara'yı hedef almaktan vazgeçmedi ve bu siyaseti gün geçtikçe yeni boyutlar kazanarak devam etti.
BAE'NİN LİBYA SAHNESİNDEKİ FAALİYETLERİ
İki ülke gerek Doğu Akdeniz gerekse Kuzey Afrika jeopolitiği bağlamında son dönemde önem kazanan Libya'da karşı karşıya geldiler. Türkiye'nin Fayiz es-Serrac yönetimindeki meşru Libya hükümetiyle imzaladığı deniz alanlarının sınırlandırılmasıyla ilgili mutabakat ve daha sonrasında Libya'da istikrarın teminine yönelik çabaların geliştirilmesi için artırdığı siyasi ve askeri destek, Abu Dabi yönetiminin Libya'daki siyasi hesaplarını boşa çıkardı.
Nitekim 30 Nisan 2020'de BAE Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada "Türkiye'nin özellikle Libya'daki Arap meselelerine müdahalesinin uluslararası anlaşmaları ve Birleşimiş Milletler (BM) kararlarını ihlal ettiği" ve "ateşkes çabalarının sekteye uğramasına sebep olduğu" iddia edildi. Bakanlık açıklamasında, "Türkiye'nin askeri müdahalesinin kategorik olarak reddedildiği ve Libya'daki siyasi çözümü geciktirdiği" öne sürüldü.
Mesnetsiz ve rasyonel bir temelden yoksun bu açıklamadan sonra, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı'nın konuya ilişkin açıklaması da gecikmedi. Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, BAE'nin Orta Doğu genelinde darbecilere verdiği silah, askeri malzeme, paralı asker desteğini gizlemeye çalıştığına dikkat çekildi. Bunun yanı sıra Abu Dabi yönetiminin, Orta Doğu'da bölgesel istikrar ve güvenliğin temin edilmesini zedeleyen ve engelleyen çabalarına Yemen'de, Suriye'de, Afrika Boynuzu'nda devam ettiği, Somali'de etkin konumda olan eş-Şebab terör örgütüne destek verdiği ortaya konuldu. Dışişleri Bakanlığı açıklaması "BAE yönetimini, ülkemize karşı düşmanca tavır takınmaktan vazgeçmeye ve haddini bilmeye davet ediyoruz" ifadeleriyle bitirilirken, Abu Dabi yönetimine sert bir uyarı da verilmiş oldu.
Abu Dabi yönetiminin, son aylarda Libya hükümeti aleyhine ve darbeci Halife Hafter'e yönelik lojistik, ekonomik ve askeri desteği katlanarak artmış ve rekor seviyelere ulaşmıştı. Mart ayının başında Abu Dabi, Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Libya'daki meşru faaliyetlerini engellemek için Mısır'da eğitilmiş yaklaşık 50 kişilik özel harekât askerlerini Libya'ya göndermişti. 50 kişilik timin amacının Türkiye'nin Libya'ya gönderdiği yardımların engellenmesi olduğu daha sonra ortaya çıkmıştı. Bunun yanında, darbeci Hafter'e bağlı güçlere BM ambargosunu ve uluslararası anlaşmaları ihlal ederek operasyonlarda kullanılmak üzere büyük miktarda uçak yakıtı gönderen Abu Dabi yönetiminin planları, Libya'nın Ulusal Petrol Şirketi tarafından ortaya çıkarılmıştı. BM Libya eski Özel Temsilcisi Gassan Selame dahi, Abu Dabi yönetiminin, Libya'ya uygulanan BM ambargosunu deldiğini istifa etmeden önce belirtmişti. Abu Dabi yönetimi, Hafter'e uçak yakıtı sağlamanın yanı sıra, darbeci generale bağlı güçlerin Libya hükümetinin petrol çıkarma faaliyetlerini engelleme girişimlerine de destek olmuş, bu hamlesiyle de Eylül 2019'da mutabık kaldığı Libya'nın tek petrol üreticisinin Libya devletinin Ulusal Petrol Şirketi olarak kabul edildiği anlaşmaya da sadık kalmamıştır.
Abu Dabi yönetiminin darbeci Hafter'e silah ve askeri teçhizat desteği de son aylarda katlanarak artmaya devam etti. Mart ve Nisan aylarında Hafter'e bağlı güçlere üç askeri kargo uçağı dolusu askeri teçhizat Abu Dabi'deki Suveyhan Hava Üssü'nden Libya'nın el-Merc şehrindeki el-Hadim Hava Üssü'ne gönderildi. Bunun yanı sıra, yine Abu Dabi tarafından gönderilen SİHA'ların aktif bir şekilde kullanıldığı saldırılarda Libya hükümetine ait mevzilerin yani sıra hastane, okul ve posta ofisi gibi çok sayıda sivil yerleşim ve bina da hedef alındı. Trablus-Bingazi savaş hattında, Rusya ve Mısır ile birlikte Hafter güçlerine yönelik askeri ve lojistik desteğin bir numaralı tedarikçisi olan Abu Dabi yönetimi, bu yolla Bingazi'nin Trablus'a hükmetmesini ve Türkiye'nin bölgedeki etkinliğinin sınırlandırılmasını, bunun sonucu olarak Libya halkının güvenlik ve demokratik dönüşüm taleplerinin bir kere daha rafa kaldırılmasını amaçlıyor.
SURİYE SAHNESİNDEKİ FAALİYETLERİ
Abu Dabi yönetiminin Ankara'nın dış politikadaki etkinliğini ve imajını zedelemek ve aynı anda hem Libya hem de Suriye cephelerinde mücadeleye zorlamak amacıyla Libya'da darbeci Hafter'in yanında Suriye'de Beşşar Esed rejimiyle de tekrar iletişim kurduğu Mart ayında ortaya çıkmıştı. Bu çerçevede MbZ'nin BAE Ulusal Güvenlik Müsteşarı Tahnun bin Zayid'in yardımcısı Ali eş-Şemsi'yi Şam'a göndermek suretiyle Beşşar Esed'e Türkiye ile Rusya arasında İdlib üzerinde sağlanan ateşkesi bozması konusunda ısrar ettiği basına yansımıştı. Ateşkes öncesi, Rusya'nın havadan desteği sonucu karada ilerleyen Esed güçleri, 1 milyon kişinin Türkiye sınırına doğru yığılmasına yol açmış ve Türkiye, Şubat ayında Esed güçlerinin ağır zayiat verdiği askeri harekatla durumu kontrol altına almıştı.
Bu gelişmelerin üzerine de Moskova'da Türkiye ile Rusya arasında İdlib konusunda anlaşma sağlanmıştı. Middle East Eye Editörü David Hearst'ün aktardığına göre, MbZ hem ateşkesin imzalanmamasını hem de ateşkes imzalandıktan sonra Esed'in tekrar İdlib'de Türkiye'ye karşı saldırılar düzenlemesini istedi. Bütün bunlar karşılığında, yine finansman kozuna başvuran Abu Dabi, Esed'e önceden 250 milyon dolarını gönderdiği 3 milyar dolarlık bir ödeme önerdi. Fakat Rusya'nın Esed'den saldırılara tekrar başlamamasını kesin olarak istemesi üzerine MbZ'nin planları bir kez daha geçersiz kılınmış oldu.
İKİLİ İLİŞKİLERİN SEYRİ
Abu Dabi son dönemlerde Libya'da darbeci Hafter üzerinden ve Suriye'de Beşşar Esed üzerinden Ankara karşıtı politikalarını harekete geçirse de aslında bu politikalar ve diplomatik söylemler yeni değil. Nisan 2019'da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından yapılan ortak operasyonda Abu Dabi'ye çalıştıkları tespit edilen iki kişi tutuklanmıştı. Bu kişilerin Türkiye'deki Arap kamuoyunu etkilemekle ilgili çalışmalar yaptığı ortaya çıkmıştı. Öte yandan Abu Dabi yönetiminde yetkili isimlerin, Türkiye'nin Arap dünyasındaki imajını zedelemek ve yine bu amaca matuf olarak Osmanlı Devleti'nin Orta Doğu'daki siyasi, kültürel ve tarihi mirasını aşağılamak amacıyla sık sık asılsız demeçler verdikleri biliniyor. BAE'nin Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş birçok defa "Arap dünyasını Türkiye yönlendirmeyecek" ifadelerini kullanırken, Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed de, Medine Müdafaası sırasında Fahreddin Paşa'nın eylemlerini "hırsızlık ve çeşitli suçlar" olarak itham edip, mesnetsiz ve asılsız ifadeler kullanmıştı. Bunun üzerine de söz konusu yetkililere cevap bizzat Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan adına Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından verilmişti.
Abu Dabi yönetiminin Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da kaos üreten ve bölge halklarının meşru taleplerine ket vurmayı hedefleyen politikaları Arap dünyasında gün geçtikte daha fazla itibar kaybetmesine yol açıyor ve dönemsel hevesleri yansıtan bu saldırgan dış politika çizgisi sürdürülebilir olmaktan da uzak. Nitekim petrol fiyatlarında yaşanan tarihi düşüşler, ekonomileri bütünüyle petrole bağımlı Körfez ülkelerinin geleceğini belirsiz kılarken, finansal gücünü dış politikada başlıca araç haline getiren BAE açısından bu risk çok daha ciddi boyutlar kazanmış durumda. Son olarak Abu Dabi yönetimine BAE içerisindeki diğer emirlikler tarafından şimdilerde sessizce belirtilen eleştirilerin büyümesi de kuvvetle muhtemel.
[ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora eğitimine devam eden Gökhan Ereli Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Körfez Çalışmaları Koordinatörlüğü'nde araştırma asistanı olarak görev yapmaktadır]