Çeviri-Analiz
The Jerusalem Post'ta yayınlanan Seth J. Frantzman imzalı analizde, Bahreyn'den sonra “normalleşme anlaşmaları” arasında Suudi Arabistan'ın rolüne dikkat çekiliyor
Suudi Arabistan'ın bölgenin önde gelen güç merkezi olduğunu belirten Frantzman, SA için “büyük resim”in daha karmaşık olduğu vurgulanıyor. Sözkonusu anlaşmalarla ilgili Frantzman'ın analizi şöyle;
Birleşik Arap Emirlikleri'nin İsrail ile yaptığı “normalleşme anlaşması”na dair açıklamasından bir ay sonra Bahreyn de benzer bir açıklama ile İsrail'le ilişkilerini normalleştireceğini duyurdu. Bu, Suudi Arabistan'ın rolünü ve önemini gündeme getiriyor. Resmi olarak Riyad, 2002'de desteklediği ve İsrail'in aldığı tavizlerle Arap devletleri tarafından tanınmasına giden yolu açan iki devletli çözüm öngören Arap Barış Girişimi'ne bağlı kaldı.
Suudi Arabistan için büyük resim daha karmaşıktır. Körfezin önde gelen güç merkezidir. Suudi Arabistan, dini ve askeri açıdan olduğu kadar büyüklüğüyle de Körfez İşbirliği Konseyi'nin ve aynı zamanda Riyad, Abu Dabi ve Manama'nın Doha ile ilişkilerini kesmesine neden olan 2017 krizinin arkasındaki itici güçtür. Bu, Suudi Arabistan'ın BAE ve Bahreyn'e İsrail'le birlikte hareket etmesine destek veren sessiz ve hesapçı bir dev olduğu anlamına geliyor.
Bahreyn ve BAE'nin bu konuda farklı hesapları var. Bahreyn, ilk önce ilişkileri normalleştirebilecek ülke olarak kabul edildi. Bununla birlikte, ülkenin küçük boyutu ve Şii nüfusu ile, 2011 Arap Baharı protestoları üzerine normalleşme atağını yapmış olsaydı, tehditlere karşı daha savunmasız olabileceğini gösteriyor.
Buna karşın BAE, Ortadoğu'nun "küçük Sparta'sı" olarak adlandırılıyor. Abu Dabi, Müslüman Kardeşler'e karşı girişimlere öncülük etti. Ayrıca İran'ın bölgedeki agresif duruşuyla ilgili endişeleri açıkça dile getirdi. BAE ve Suudi Arabistan, 2015 yılında İran destekli Husi isyancıları durdurmak için Yemen'e müdahale etti. Bu, BAE'yi İsrail ile olası ilişkileri kurma açısından birçok yönden Körfez Ülkeleri'nin en dinamik unsuru haline getirdi.
BAE'nin dinamizminin yanında, son otuz yılda ağırlığının çok üzerinde yumruk atmaya çalışan, Orta Doğu'nun kalbi dışındaki gruplara nüfuz etmeye ve destek vermeye çalışan Katar'ın rolü var. Bir bakıma Katar'ın serbest kararları ve İran ve Türkiye ile sıcak ilişkileri 2017'de ilişkilerin kopmasına neden oldu.
Şimdi Suudi Arabistan'ın tüm bunlarda kilit rolü oynadığını anlayabiliriz. Veliaht Prens Muhammed bin Salman (MBS) Riyad'ın mevcut duruşunun anahtarıdır. MBS, Yemen'deki savaşı destekledi ve zaman zaman Katar'ın yurtdışındaki nüfuzunu ve Suudi Arabistan'ı utandırmaya çalışma yeteneğini yanlış yorumlayarak tökezledi. Yine de MBS bu fırtınayı atlattı ve krallığının bir sonraki hamlesini hesaplamak zorunda. Beş yıl süren savaşa rağmen Husileri yenilgiye uğratamadı. İranlılar hala San'a'ya dron ve füzeler gönderiyor ve bu füzeleri her hafta Suudi Arabistan'a fırlatıyor.
Hiçbir yüksek teknoloji ürünü ABD askeri teçhizatı bu sorunu ortadan kaldıramadı. Bu sebeple Suudi Arabistan ve BAE, kesinlikle ABD'den Reaper insansız hava araçları ve F-35 jetleri gibi daha fazla silah istiyor. F-35 ile ilgili İsrail-BAE arasındaki anlaşma tartışmalarından bildiğimiz gibi, 5. nesil sistemin teslim edilme şansı yıllarca tartışmalarla karşılanacak.
Suudi Arabistan'ın Mısır'a tavrı ise Bahreyn anlaşmasını övmek için büyük olasılıkla açık bir çek oldu. Kahire'nin anlaşmayı kucaklayan açıklamaları, Manama'nın yelkenlerine rüzgâr kattı. Bu önemli çünkü BAE, Bahreyn ve Mısır arasındaki ortak bir çalışmaya işaret ediyor. BAE ve Mısır'ın, Türkiye'nin Libya ve Doğu Akdeniz'deki hamlelerini ele almak için Yunanistan ve Kıbrıs ile daha yakın ilişkiler kurduğunu zaten biliyoruz. Bu ilişkide İsrail ve Fransa'nın da imzası var.
Burada Mısır-Yunanistan-Kıbrıs-BAE ve muhtemelen İsrail'in olduğu ortak bir cephenin ortaya çıktığını görüyoruz. Tüm bunların içinde Suudi Arabistan nerede? Yemen'e odaklandığı için BAE ve Mısır'ın ilk sıraya girmesini sağlıyor gibi görünüyor. Bu Bahreyn'de, büyük bir askeri güç olmadığı için biraz sonradan düşünülmüş.
ABD için bu ülkeler arasındaki stratejik ortaklık açıktır. ABD, İsrail ile birlikte son zamanlarda yaptığı tatbikatlar sırasında BAE'de bulunan F-35'lerinin uçtuğu önemli El Dhafra üssüne sahip; ABD'nin Bahreyn'de 5. filo karargahı ve Katar'da Udaid hava üssü bulunmaktadır. Katar burada önemli çünkü ABD ile üçüncü tur toplantılarla stratejik diyaloğa giriyor. Buna ek olarak Katar, finansman yoluyla Gazze'de sessiz kalarak kilit rol oynamaktadır.
Suudi Arabistan'ın bundan sonraki hesaplamalarının bilmecesi burada yatıyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın kilit bir müttefik olduğunu ve Suudi muhalif Cemal Kaşıkçı'nın 2018'de İstanbul'da Suudi konsolosluğunda öldürülen Kaşıkçı olayı sırasında krallığı eleştirilerden korumaya yardımcı olduğunu anlıyor. Riyad, Türkiye ve İran'ın emellerinden endişe duyuyor. Aynı zamanda İslami forumlarda gücünü sürdürmek ve Türkiye'nin Kudüs'e girmesine izin vermemek istiyor.
Türkiye'nin Pakistan, Malezya ve başka yerlerdeki Suudi nüfuzunu zayıflatmaya çalıştığını anlıyor. Riyad, Batı ülkelerinde kendisine destek noktasında destek fikrinde birliği kaybettiği ve bunun partizan bir konu haline gelmesinden de endişe duyuyor. MBS, ülkesinde “Vizyon 2030” adı verilen büyük ekonomik reformları zorlamaya çalışıyor. Aynı zamanda Donald Trump'ın danışmanı Jared Kushner'ın değerlendirmesi de İsrail ile ilişkilerin kaçınılmaz olduğu yönünde.
Suudi Arabistan, Körfez ortaklarının satranç tahtasındaki taşlar gibi birer birer hareket etmelerini sağlayarak ve gelişen tepkiyi izleyerek bu normalleşme dönemini başlatıyor gibi görünüyor. Önce BAE. Sonra Bahreyn. Riyad ayrıca Umman'ın 2018'de İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'yu ağırladığını ve Riyad'ın İsrail için hava sahası açık uçuşları mümkün kıldığını biliyor. 2019'da Türkiye yanlısı Müslüman Kardeşler liderinin dışarı atıldığı Sudan, İsrail'e daha açık göründü. Buna ek olarak MBS, ABD evanjelik liderlerini 2018 ve 2019'da ağırladı; bu, yalnızca bu grubu dinlemeye değil, İsrail hakkındaki görüşlere de artan ilgisinin bir işareti.
Riyad'ın sorusu, normalleşmenin ne zaman gerçekleşeceği. ABD seçimlerinden önce, Trump'ın başarılı olacağına dair bir kumar olabilir mi? Yoksa beklemeyi ve görmeyi mi tercih ediyor? Tartışılması gereken bir diğer konu da İsrail-Filistin barış süreçlerinde ilerlemeye ihtiyaç duyulduğuna dair önceki sözlerine geri dönüyor görülmek isteyip istemediğidir.
Bölgedeki raporlar, ABD'nin Suudi normalleşmesi için bastırmasına rağmen, Krallığın Trump yönetimiyle olan kilit kişisel ilişkisini uzun vadeli imajına, çıkarlarına ve pragmatizmine göre tartması gerektiğini gösteriyor. Son iki ayda iki önemli barış anlaşması görüldüğünden, Ekim'de bir sürpriz yapılmayacağı anlamına gelmez. İsrail'in Filistin'de ablukası yaklaşırken, hükümeti bölünmüş ve yaşlanan İsrail, kendisiyle veya Beyaz Saray ile konuşmayan Filistin liderliği taviz vermek istemiyor göründüğünden, bunun nasıl olacağı belirsiz.
Kaynak: The Jerusalem Post