Eskiden gittiğim psikolog Vered, son derece keskin bir kadın. Bana kendime 'hem bu hem de bu' olarak bakmayı öğretti. Ona çocuklarım için nasıl kötü bir baba olduğumu düşündüğüme dair bir örnek verdiğimde, aslında iyi bir baba olduğumu gösteren başka bir örnekle karşılık verdi. Böylece hem kötü hem de iyi bir baba olduğumu anlamamı sağladı.
İyi biri olmanın aslında bir tür masa tenisi gibi olduğunu anladığımda işler kolaylaştı. BEN FARKLI ZAMANLARDA FARKLI ŞEYLERİM
Hem çocuksu hem de fazlasıyla olgun olduğumu keşfettim. Hem Dimona'dan hem de Harvard'dan olduğumu; ve hem yoga yapıp hem organik beslendiğimi, hem de sağlığıma zararlı alışkanlıklar edinerek günah işlediğimi keşfettim. Ve hepsinin özeti: Ben farklı zamanlarda farklı şeylerim.
Görünüşte basit olan bu farkındalık, kendimle ve başkalarıyla yaşama şeklim üzerinde geniş kapsamlı bir etki yarattı. İç çatışmalarla doluyuz ve doğal tercihimiz, saplantı demeyelim, onları uzlaştırmaya çalışmak. Ya şu ya da bu - asıl mesele birini seçmek. Devam edebilmemiz için istikrar çok önemli. Ancak bu genellikle geçici, kırılgan bir dengedir.
Çelişkili algılar her zaman ortaya çıkacak ve bir noktada bastırdığımız şeylere nüfuz etmeyi başaracak ve böylece kendimize anlattığımız hikayenin altını oymuş olacağız. İçsel hikayemizi istikrara kavuşturma gayretimize eşlik eden ıstırapları çekmeye mahkumuz.
Ünlü sosyolog Hannah Arendt, insanların gerçeği değil, anlamı aradıklarını söylemişti. Anlam ileriye dönük bir yola işaret eder ve bizim için varoluşumuz gerçek karmaşıklıkla boğuşmaktan çok daha kolaydır.
ÇOK AZ MUTLAK GERÇEK VARDIRBirden fazla gerçekle yaşamak için yaratılmadık. Ancak çok az mutlak gerçek vardır. Hayatımızın hemen her alanında birden fazla gerçek vardır ve her biri farklı bir bağlamda doğrudur. Her zaman doğru olacak tek bir gerçek isteriz fakat böyle bir gerçeğin olmadığını anlamak bize eziyet etmekten çok özgürleştirir.
Şöyle diyebiliriz, bir insan aşık olduğunda çok bağımlı olabilir, ama yalnızken çok daha sağlamdır. Veya iyi bir ruh halindeyken iyimser, diğer zamanlarda kötümser olun. Ya da aile söz konusu olduğunda fedakar ama yabancılara karşı bencil. Veya belirli durumlarda dikkatli ve kucaklayıcı, diğerlerinde ben merkezli. Biz sabit yekpare bir varlık değiliz KENDİMİZİ KABUL ETMEK İSTİYORSAK İÇ ÇATIŞMALARIMIZI KABUL ETMELİYİZ
İç çatışmalarımızı anlar ve kabul edersek kendimizi de kabul edebiliriz. Güçlü olabileceğimizi biliyorsak, kendimizi zayıf hissettiğimizde neden acı çekelim? "Kendini kabul etme" kulağa asılsız bir New Age terimi gibi gelebilir, ancak yine de mutluluğumuz için gerekli bir ilkedir. Bizi değişmeye teşvik eden reklamlar, makaleler, kitaplar ve diğer içeriklerle bombardımana tutulduk kabul fakat bunlara alıştık. Ve işe yarıyor: Kaçımız kim olduğuyla mutlu? İnsanlar sürekli olarak kendilerini değiştirmeye çalışırlar. Ama sende kötü olan ve değiştirmen gereken ne var?
Siz sadece karmaşık ve çok yönlü bir varlıksınız. Elbette, kişinin sağlığını korumak, daha eğitimli olmak, daha iyi sosyal etkileşimler yürütmek vb. gibi iyileştirmenin mümkün ve değerli olduğu alanlar vardır. Ortaklarımızla iletişim veya ebeveynlik tarzımız üzerinde kendimizi geliştirmeye çalışmak da olumludur. Ancak bunların hepsi bizim kontrolümüz altındadır ve seçime tabidir - ve bir ıstırap veya kafa karışıklığı kaynağı değil, daha çok bir büyüme kaynağıdır.
ÖTEKİNİ KABUL EDERSEN KENDİNİ DE KABUL ETMİŞ OLURSUN
Kendini kabul, otomatik bir ikramiye ile birlikte gelir: Öteki'nin kabulü. Çevremizdeki herkesin de hem böyle hem de böyle olduğu keşfetmeyle başlamalı. Sinirli bir insan belli zamanlarda sakindir, kırgın insan da incinmiş insandır ve mutlu insan da bazen üzgün olabilir. "Artık çevremdeki insanların ne giydiği, hangi müzikten veya restorandan hoşlandıkları ve realite şovlarına mı yoksa operaya mı bağımlı oldukları umrumda değil."
KABÜLLENDİĞİN ÖLÇÜDE BENLİĞİNLE BARIŞIRSINKabullenme, eleştirel olma arzusunun azalmasını beraberinde getirir ve bu da karşılığında dünya ve benlikle sürtüşmeyi azaltır.
Ancak belirsizliğin ve istikrarsızlığın tedirginlik yaratmadığı durumlar da vardır ve belki de bu tür durumlardan ders almak mümkündür. Algı dünyasından buna güzel bir örnek ünlü tavşan-ördek imgesidir. Yüz yılı aşkın bir süredir var olan bu optik illüzyonun bir parçası, dönüşümlü olarak ördek ve tavşan figürlerini algılarız (herkes ikisini birden algılamayı başaramaz). İkisini aynı anda algılamak imkansızdır. Ancak şuurumuz çizimin ikisini - hem şu hem de bu gibi - içerdiği anlayışı, onları tek tip, sabit bir görüntü olarak görme şeklindeki imkansız girişimden bizi muaf tutar.
"İki durumlu figürler" olarak bilinen uyaranlar grubuna ait olan bu yanılsama gibi, biz de bir zamanlar "tavşan" ve bir kez "ördek" oluyoruz.
Beyin, bir gelecek tasavvur etmek için önceki bilgilere güvenir. Beynin "varsayılan mod ağı" - yani, zorlu bir göreve dalmadığımızda son derece aktif olan büyük bir kortikal ağ - bizi eğlendirmek için değil, bizi olacaklara hazırlamak için olası senaryoları simüle etmekle meşgul. Şuur, kesinliği en üst düzeye çıkarmaya ve sürprizleri en aza indirmeye çalışır. HAFIZA SAYESİNDE GELECEĞİ TAHMİN EDİYORUZ
Araştırmalar, hafızanın aslında geleceği tahmin etmemize hizmet eden bir araç olduğunu giderek daha fazla gösteriyor - örneğin, bir arkadaşımızın ona söylemek üzere olduğumuz bir şeye olası tepkilerini tahmin etmek veya sahilde bize doğru hızla gelen bir raket topunun çarpmasını önlemek için kenara çekilmek gibi.
Beynimizin böyle önemli bir yeteneği olmasaydı evrim, uyanık olduğumuz saatlerin yaklaşık yarısında bu tür simülasyonlarla ve bunları mümkün kılan başıboş düşüncelerle meşgul olmamıza izin vermezdi.
Ama iş kendimizi ve Öteki'ni nasıl gördüğümüze gelince, kesinlik yaratmaya yönelik bu harikulade dürtü, mutluluğumuzun önünde bir engel haline gelir.
Bir kesinlik duygusuna ulaşmanın her zaman o kadar öncelikli olmadığı ortaya çıktı. Araştırmamız ve başkaları tarafından yapılan araştırmalar, keşif ve kullanım durumları arasındaki farklara işaret ediyor. İkinci moddayken, rutini ve tanıdık olanı güvenli ve rahat olanın yararına kullanmayı tercih edeceğiz. Buna karşılık, kaşif olduğumuzda, olası tehlikelere ve bu tür durumların gerektirebileceği ekstra enerjiye rağmen yeni deneyimler, öğrenme ve heyecanları tercih ediyoruz.
Dr. Noa Herz ve Dr. Shira Baror ile ortak yürüttüğüm çalışmalar, bu iki durum arasındaki farkın öncelikle belirsizliğe karşı toleransımız olduğunu gösterdi. Ve belki daha da önemlisi, aramızdaki tüm bireysel farklılıklara rağmen, her birimiz bazen daha keşfedici bazen de daha sömürücü olabiliyoruz. Görünüşe göre “keşfetme” modundayken daha yaratıcı düşünüyoruz, büyük resmi görüyoruz ve daha iyi bir ruh hali içindeyiz. Ruh halimizin farklı yönleri arasındaki ilişki karşılıklıdır ve çok yönlü çalışır.
Muhtemelen, araştırma modunda, içimizdeki "hem bunu hem de bunu”algısını kabul etmemiz ve belirsizliğimizi bir kaynaktan çok fırsatlar için bir yön gösterici olarak kabüllenmek, daha iyi uyum sağlamamızı kolaylaştıracak. Ancak şu anda bu yalnızca bir hipotez. Klinik psikoloji ile beyin araştırmaları bu yorumu daha iyi anlayabileceğimiz deneyleri yakından incelemeyi gerektiriyor.
Yirmi yılı aşkın bir süredir yapılan araştırmalardan ortaya çıktı ki, benliğimize ilişkin algımız ve benliğimize ve başkalarının niyetine ilişkin algımız, beynin varsayılan mod ağında yaratılmıştır.
İSTİKRARSIZLIKLA NASIL BAŞA ÇIKILIR?Kendimizi - tepkilerimizi, duygularımızı, eylemlerimizi ve aynı şekilde diğer insanlarınkileri - tahmin edebilme yeteneğine sahip olmak istiyoruz, bu nedenle doğru olmaya çalışmamız normaldir. Ancak değişen, tekdüze olmayan bir benlik durumunda, bu tür tahminler tipik olarak sendeler. Ortaya çıkan istikrarsızlıkla başa çıkmanın tek yolu, benliğin dinamik doğasını ve onun daha geniş bir irtibat kurma bağımlılığını hesaba katmaktır.
Meditasyon ve Budizm dünyasına yaptığım oldukça amatör yolculuklarımda beni her gün yeniden zorlayan bir egzersizle karşılaştım; etrafımdaki uyaranlara isim vermemeye çalışmak. Örneğin, pencerenin dışında duyduğumuz bir kamyonun sesini yaklaşan bir kamyon olarak değil, belirli frekans ve şiddetteki bir ses olarak tanımlamak. Ya da bir kuşu kuş demeden gözlemlemek. Dene ve acı çek! İSİM VERME EĞİLİMİNİN SEBEBİ NE?
İsim verme eğilimi, aynı güçlü kesinlik arzusundan kaynaklanan, beyinde otomatik olarak gerçekleşen bir süreçtir. Tanıdık bir uyarana, geçmiş deneyimlere dayanarak nasıl davranacağımızı bilelim diye, tanıdık bir etiket yapıştırırız. Çiçek, çatal, şemsiye, dilenci, patlama - bunların hepsi ne beklememiz gerektiğini ve nasıl davranmamız gerektiğini anlamamıza yardımcı olan isimlerdir. Peki dışarıdaki sesin kamyondan mı yoksa helikopterden mi geldiği belli olmayınca ne oluyor? Genellikle bu belirsizlikten rahatsız oluruz ve kontrol etmek için pencereye gideriz. BELİRSİZLİKLE BOĞUŞMAK!
Ama en başından sese belirli bir isim vermeye çalışmazsak, belirsizlikle boğuşmak zorunda kalmayacağız.
Meditasyonun en önemli ve yinelenen etkilerinin başında yargılamanın azalması gelir. Bu etki hem kendimizi hem de Öteki'ni ilgilendirdiği için önemli bir gelişimdir. MEDİTASYON ÖNYARGIYI SÖNDÜRMENİZE YARDIMCI OLUR
Bu, kendim denemeye karar verene kadar kulağa "hippi benzeri" gelen başka bir kavramdı. Beyin sürekli olarak tahminler üretir: gri bulutlar yağmur beklememize neden olur, lüks bir restoranda büyük bir çek bekleriz ve belirli bir ten rengi, belirli varsayımlarda bulunmamıza neden olabilir. Ancak meditasyon, beklenti ve ön yargıyı söndürmemize yardımcı olur.
Dünyayı olduğu gibi hissetmemize izin vermemiz gerektiğini söylemek şiirsel gelebilir ama aynı zamanda doğru. Genel olarak dünya algımız iki bilgi kaynağının birleşimine dayanır: duyulardan gelenler (aşağıdan yukarıya) ve hafızadan ve buna dayalı olarak inşa edilen beklentilerden gelenler (yukarıdan aşağıya). Öznel duygularımıza rağmen, varsayımlarımız, beklentilerimiz ve ön yargılarımız dünya algımızı doğrudan etkiler.
Immanuel Kant'ın dediği gibi biz kendinde şeyi görmeyiz. Meditasyon, şimdiye odaklanmayı teşvik ederek, gelecek hakkında düşünmenin etkisini azaltır ve daha az beklentiye sahip oluruz. Sokakta yürürken engellerden kaçmak zorunda kaldığımızda ya da bir iş görüşmesine hazırlanmak istediğimizde bu pek arzu ettiğimiz bir durum değil. Ancak kendimizle ve başkalarıyla ilgili beklentileri minimuma indirmek, her şeyi olduğu gibi kabul etmemizi sağlayan bir araçtır.(…) Belki de tamamen emin olunabilecek tek gerçek aşktır. 11 yaşındaki kızım Nili okuldan yeni geldi ve ona melek mi şeytan mı olduğumu inceleyen bir oyun oynamamı önerdi. "Şeytan" çıktım - ama bu ikimizi de rahatsız etmedi.
Editörün notu… Bahse konu makale Haaretz Gazetesinden bazı bölümleri çevrilerek alıntılanmıştır. Daha detaylı bilgi almak için gazetenin alıntıladığı ‘How Your Constant Mental Drift Can Better Mood and Boost Your Creativity” isimli kitaba bakılabilir.