TIMETURK | ÇEVİRİ
Elif Shafak*
Bizans döneminden beri İstanbul sanatçılara, şairlere ve öykücülere ev sahipliği yaptı. Bu hem hikayelerin ve efsanelerin bol olduğu hem de derinlere gömülü sırların çok olduğu bir şehir. Bir roman yazarı olarak şehrin sadece hikayelerine değil, sessizliklerine de dikkat etmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sessizlikler -ötekileştirilenlerin, unutulanların veya kenara itilenlerin sesleri- çok önemli. Bunlar resmi tarihte hiçbir zaman bahsedilmeyen hikayeler.
Belki de bu büyüleyici metropolle alakalı anlaşılması gereken ilk şey, İstanbul diye bir şeyin olmadığıdır. Aslında birden çok İstanbul var -aynı anda çatışıyor, rekabet ediyor, mücadele ediyor ve var oluyorlar. Eski ve yeni, gerçek ve gerçeküstü, melankolik ve absürt, gerçek ve kurmaca burada birbirine karışıyor. Enerjiyle dolu olan ve iki kıtaya yayılan bu şehir sürekli değişiyor, hala kendini arıyor.
İstanbul küçük yaşlardan beri bana ilham kaynağı olmuş ve beni büyülemiştir; beni hem oluşturmuş hem de parçalamıştır. Azınlıklar, hafıza ve kolektif amneziyi ve de ağza alınmayan bir tabu olan Ermeni soykırımını yansıtan bir roman olan Baba ve Piç'i yazdığım için burada yargılandım. İfade özgürlüğünün eksikliği cinsellikten siyasete ve günlük hayata kadar her alanda söz konusu ve popülist otoriterliğin etkisi, Türkiye'nin yazarlarının ve sanatçılarının kendi hikayelerini özgürce anlatmasını giderek daha çok zorlaştırıyor. İstanbul'dan ayrıldığımdan beri anladığım tek şey şu ki sevdiğimiz yerleri unutmayız. Memleketimizin kalp atışını duymayı bırakmayız.
SUSTURULAN ŞEHRİN VE ÜLKENİN FARKLI YANLARINI NASIL KEŞFEDEBİLİRİM?
Türkiye'nin uzun ve karmaşık bir toplumsal, kültürel ve siyasi tarihi var. Ama bu, bir ulus olarak güçlü bir hafızamız olduğu veya geçmişi incelikli bir şekilde anladığımız anlamına gelmiyor. Aslında tam aksi söz konusu.
Biz, kolektif amnezisi olan bir toplumuz ve bunun en çarpıcı şekilde görüldüğü yer de İstanbul. Şu anda harap halde olan tarihi bir binanın yanından geçebilirsiniz ve buranın ne olduğuna dair hiçbir tabela bulamazsınız. “Şehir hafızasına” dair pek bir emare yok - özellikle de konu, kadınların ve ötekileştirilen grupların hikayeleri olduğunda. Heykeller ve anıtlar genellikle erkeklere adanmış durumda. Sokakların ve meydanların ismi neredeyse hep erkeklerden geliyor. Kentsel mekan genel olarak erkekler tarafından ve erkekler için şekillendiriliyor. Kadın yazarların ve azınlık geçmişi olan sanatçıların kültüre yaptıkları büyük katkıların izini sürmek için daha çok çaba göstermek gerekiyor.
Geçmişteki çeşitliliğin büyük bir kısmı bugün kaybedilmiş durumda ve aynı zamanda anlatılardan da silinmiş halde. O yüzden de edebiyat, yukarıdan dayatılan ve aşırı milliyetçilikle şekillenen kolektif amneziyle mücadele etmeli. Türkiye'yi araştırmaya başlamak için en iyi yerlerden biri eşsiz şair, edebiyat devi ve entelektüel Nazım Hikmet'in yapıtları olur. Aynı zamanda Kürt romancı ve entelektüel Yaşar Kemal'in edebi mirasını da tavsiye ederim.
Aynı zamanda geç dönem Osmanlı kadın romancıları ve şairleri hakkında okumalar yapmayı da seviyorum. Ermeni feminist, roman yazarı ve entelektüel Zabel Yesayan'ın yazıları önemli ve aydınlatıcı. İnanılmaz derecede cesur ve zamanın ötesinde olan Yesayan hayatta kaldı ve bize önemli bir külliyat bıraktı.
Hükümetin kadınları ve LGBTQ toplulukları şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesinden çekildiği birülkede ve kadın cinayetlerinin arttığı bir dönemde, Bayan Yanı isimli hiciv dergisi de dikkate değer. Türkçe basılan bu dergi, kadın karikatürcüler tarafından yayımlanıyor ve nükte ve cesaretle cinsiyet ayrımını ve kadın düşmanlığını ele alıyor.
*Londra'da yaşayan Türk yazar.