Cumhurbaşkanı Erdoğan'a eleştirilerde bulunan Robert Fisk, “IŞİD'i bombaladığını iddia ederek Kürtleri bombalayabilen, kendisi Suriye ve Irak'a asker konuşlandırırken ülkesinin ‘iç işlerine' hiçbir gücün müdahaleye kalkışmamasını isteyebilen biri, açık ki çok tehlikeli bir yolda yürüyordur. Pakistan'ın Afganistan'a dokunup karşısında İslamabad'a yürüyen Taliban'ı bulması gibi, Suriye'ye dokunursan sen de arka bahçende patlamalarla karşılaşırsın” dedi.
GazeteKarınca'nın aktardığı bilgide; The Independent'ın deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, IŞİD'in İstanbul Ortaköy'de bir gece kulübüne dönük gerçekleştirdiği ve 39 kişinin yaşamını yitirdiği saldırının ardından gazetesinde “Batı'da biz Türkiye'deki ölümler üzerinde bu yüzden durmuyoruz?” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Siyasi iktidara ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ülkede ve Ortadoğu'da izlediği politikalar nedeniyle eleştirilen yönelten Fisk, Erdoğan'ı kastederek, “IŞİD'i bombaladığını iddia ederek Kürtleri bombalayabilen, kendisi Suriye ve Irak'a asker konuşlandırırken ülkesinin ‘iç işlerine' hiçbir gücün müdahaleye kalkışmamasını isteyebilen biri, açık ki çok tehlikeli bir yolda yürüyordur” değerlendirmesinde bulundu.
Fisk'in yazısı şöyle:
"OLAY TÜRKİYE OLUNCA MANŞETLER UNUTTU GİTTİ"
"Türkiye yalnız. Önce bunun arkasındaki ırkçı sebeplere bakalım. 39 kadın ve erkek yılbaşı günü Paris, Brüksel veya Berlin'de katledilmiş olsaydı, manşetler üç dört gün durulmazdı. Kurbanlar doğu Avrupalı olsa en fazla iki veya üç gün. Ama elbette olay Müslüman bir ülke olan – ve halkı her zaman Hıristiyanlar kadar beyaz olmayan –Türkiye'de olunca, manşetler birkaç saat sonra unuttu gitti. Nasıl olsa bizden değiller, dedi Batılılar.
Dolayısıyla, oransal olarak bu kitlesel katliamda en fazla can kaybı verenler arasında Araplar olduğunu bu makalenin çok az okuru bilecektir: el kadar Lübnan'dan hem Müslüman hem de Hıristiyan üç ölü, dört yaralı var. Katliam kurbanlarına dair yerel televizyonların haberlerine yansıyan Lübnan'daki öfkenin hiç farkında değiliz: olayın haberi ile çökmüş ailelerle yapılan dehşet verici, sansasyonel ve hiç sınır gözetmeyen röportajlar öylesine acımasızdı ki Lübnan başbakanı gazetecilere ölenlerin yakınlarını rahat bırakma çağrısı yaptı.
"SURİYE'YE DOKUNURSAN SEN DE ARKA BAHÇENDE PATLAMALARLA KARŞILAŞIRSIN"
Bir de askeri sebepler var. Türkiye Suriye savaşına ipini koparmış gibi dalmamış mıydı? Sınırından IŞİD'e ve Nusra Cephesine (yani El Kaide'ye, 11 Eylül katliamcılarına ve doğu Halep'in kahramanlarına) silah ve para akışına ve ne kadar katliam yapsa da “cihatçı” sayılmayan bir sürü ABD ve İngiliz ‘ılımlısının' geçişine izin vermemiş miydi? Türkiye kendi Kürtleri ve üstüne bir de Suriyeli Kürtler ile yeniden savaşa tutuşmamış mıydı? Türk ordusu, ki bugünlerde bir sebeple bundan pek bahsetmesek de NATO'nun en büyük ordusudur, son zamanlarda bir miktar vefasızlaşmamış mıydı?
Temmuz'daki darbe – ‘Gülenciler' konusunda sıkılan onca palavraya rağmen – aslında Recep Tayyip Erdoğan'ı devirmeye dönük bir ordu girişimiydi. Seçimle gelmiş bir diktatör (ki dünyada sayıları hızla artıyor) komşusunun iç savaşında geçiş yolu vazifesi görmek istiyorsa eğer – aynen Pakistan'ın Ruslara karşı savaşmak için Amerikan ve Suudi yardımı ve teşvikiyle silah, fon, savaşçı sokarak Afganistan'da yaptığı gibi – kendi büyük şehirlerinde katliamlardan başka ne bekliyor ki? Pakistan'ın Afganistan'a dokunup karşısında İslamabad'a yürüyen Taliban'ı bulması gibi, Suriye'ye dokunursan sen de arka bahçende patlamalarla karşılaşırsın.
Ve bir de politik sebepler var. Türkler eskiden AB'ye üye olmak istiyorlardı; şimdi o kadar istekli görünmüyorlar ve kim onları suçlayabilir ki? Bu yüzden mevcut politikaları bir taraftan Rusya, İran, Çin ve dost olabilecek Arap hariç tüm uluslarla arayı yaparken diğer taraftan AB'den devasa rüşvetler alıp (Angela Merkel'in halt yemesi bu da), karşılığında deniz geçişini Avrupa'ya ulaşmaya çalışan Müslüman mültecilere kapatmak ve 79 milyon vatandaşı için vaat ettiği vizesiz Avrupa seyahatini talep etmek oluyor.
"ERDOĞAN DIŞ POLİTİKASINDA OSMANLI KARŞITI BİR ÇİZGİYE GELDİ"
Eski Türk imparatorluğu notaljisi duyan (İstanbul'daki yeni gösterişli sarayının sebebi bu sanırım) bir adama göre tuhaf ama Erdoğan dış politikasında Osmanlı karşıtı bir çizgiye geldi: 2011 devrimleri sonrasında flört ettiği Arapları büyük güçlerin lehine neredeyse görmezden geliyor.
O zaman başkan adayı iken Müslüman göçmenlere yönelik kısıtlamalar getirilmesini savununca Trump'ın adının İstanbul'daki kuleden silinmesini isteyen Erdoğan, şimdi Beyaz Saray'a gelecek yeni adamla birlikte eleştirilerden kurtulacağını düşünüyor. Ben olsam o kadar emin olmazdım.
Problemin bir bölümü de bu zaten. Önce bir Rus jetini düşürüp sonra Putin'e yaltaklanan, Suriye devriminin başında Esad sevdalısı olup sonrasında ondan nefret eden, Avrupa'yla flört edip sonra AB'yi aşağılayan Erdoğan ittifak politikasında o denli kaypaklaştı ki, aklı başında hiç kimse Halife efendiye fazla yanaşmak istemeyecektir.
"ERDOĞAN ÇOK AÇIK Kİ TEHLİKELİ BİR YOLDA YÜRÜYOR"
IŞİD'i bombaladığını iddia ederek Kürtleri bombalayabilen, kendisi Suriye ve Irak'a (ki Türkiye'nin Musul dışındaki mevcudiyeti Bağdat hükümetinde büyük rahatsızlık yaratıyor) asker konuşlandırırken ülkesinin “iç işlerine” hiçbir gücün müdahaleye kalkışmamasını isteyebilen biri, açık ki çok tehlikeli bir yolda yürüyordur.
Öyleyse sırada ne var? Daha fazla katliam mı? Tabi ki. IŞİD'den, Kürtlerden, Marksistlerden… adını siz koyun. Daha fazla darbe girişimi mi? Daha önemli siyasi ve askeri soru bu.
Ekim itibariyle 164 general dahil 7000'den fazla Türk askeri tutuklanmış vaziyetteydi. Elbette ki cezalandırma maksatlı değil. Aklı başında her ordu, bu kadar çok askeri kodese tıktığınızda bunun sebebinin onları yargıya (ki onun da birçok mensubu tutuklamalardan nasibini aldı) teslim etmek olmadığını bilir.
Hayır, NATO'nun en büyük ordusu içindeki kitlesel tutuklamalar, ordunun – Halife efendinin sonunun cezaevi veya daha beteri olacağı – daha başarılı bir darbe düzenlemesini önlemek için."