TİMETURK I HABER MERKEZİ
Melahat KEMAL
Baas rejiminin kitlesel işkence ve katliam belgeleri
Amerika'nın haftalık yayın organı The New Yorker, Suriye'de Esed'in BAAS rejimi tarafından işlenen savaş ve insanlık suçlarına dair belgelerin nasıl elde edildiğini anlatan ve bu belgelerden bazı detayları içeren bir yazı yayımladı.
The New Yorker'da yer alan bu yazıdaki ayrıntıları TimeTürk okuyucuları için derleyip Türkçe'ye aktardık.
Savaş Suçu Belgelerinin Toplanması
Suriye'de beş yıldır devam etmekte olan savaşta BAAS rejimi tarafından savaş suçlarının belgeleri, avukat Chris Engels'in başkanlığındaki Uluslararası Adalet ve Hesap Sorulabilirlik Komisyonu tarafından toplanmaya başladı.
Avukat Chris Engels uzun yıllar Balkanlar, Afganistan ve Kamboçya'da uluslararası ceza adaleti avukatlarına eğitim verdi.
Komisyon adına çalışan kişiler, son dört yıl içinde BAAS rejimine ait çoğu ‘çok gizli' istihbarat birimlerinden elde edilen yaklaşık 600 bin adet belge topladı. Bu belgeler, Komisyon'un Batı Avrupa'da bulunun gizli merkezlerine aktarıldı. Merkezlere gelen belgeler elektronik ortamda tarandı, her birine numara ve barkod verildi. Ardından nem dengesi sağlanmış yer altı depolarında muhafaza edilmeye başlandı.
Komisyonun belgeler üzerinde yaptığı çalışmalar neticesinde, BAAS rejimi lideri Esed'in emri ile 10 binlerce Suriyelinin sistematik işkenceye maruz bırakıldığı ve sistematik biçimde öldürüldüğünü gösteren 400 sayfalık bir kanuni dava özeti ortaya çıktı.
Kanun dava özeti, Suriye savaşı sırasında yaşanan olayları Esed, adamları ve onların zulmüne maruz kalan kurbanların gözünden aktarıyor. Sonuç olarak BAAS rejiminin çoğu zaman akla hayale sığmayacak biçimde devlet destekli işkence suçu işlediğini ortaya koyuyor.
BAAS Rejiminin İstihbarat Hücresi
Tunuslu bir gencin kendini ateşe vermesi ile başlayan ve zaman içinde bölge ülkelerine yayılan ‘Arap Baharı'nın ilk aylarında Esed, Amerikan yayın organı Wall Street Journal'a röportaj verdi. Röportajda ‘halkın inançlarına' vurgu yaparak, kendinden çok emin biçimde halkların inançları ve menfaatleri ile devlet politikası arasında fark olması halinde bu tür olayların olmasına imkan tanıyan boşluk oluşmasının normal olduğunu söyledi.
Esed'in kendinden bu kadar emin olmasının ve Tunus'taki olayların kendi ülkesine sıçrayarak kendini yakmasının pek de mümkün olmadığını düşünmesinin ardında bir sebep vardı: BAAS rejimini ve ailesini 1971'den beri iktidarda tutan Suriye güvenlik-istihbarat yapısına duyduğu inanç.
Suriye'de halk protestolarının başlamasından hemen iki gün sonra Esed, Merkezi Kriz Yönetimi Hücresi adı verilen gizli güvenlik birimini kurdurdu. Bu Hücre'nin başında BAAS partisinde Esed'den sonra en yetkili kişi olan Said Bekeytan getirildi.
Hücre, her gece BAAS Partisi'nin Şam'daki merkezinin ilk katında toplanarak ‘muhalefeti' nasıl bertaraf edeceklerini ele almaya başladı. Bunun için ülkede düzenlenmekte olan her protesto hakkında bilgi sahibi olmaları gerekiyordu.
Kriz Hücresi, özellikle protestoların yoğun olarak yaşandığı vilayetlerdeki güvenlik ve istihbarat birimlerinden raporlar hazırlamasını istedi. Vilayetlerden gelen istihbarat raporlarının derlenmesi için de eğitim bakanlığında çalışan ve uluslararası ilişkiler alanında uzmanlaşmış Abdülmecid Bereket seçildi. Bereket, daha sonra Kriz Hücresi'nin gizli belgelerini sızdıran kişi olacaktır.
Bereket'in masasına her gün 150 sayfadan fazla rapor ve belge gelmekteydi. Esed rejimine tehdit oluşturan duvar yazılarına ait fotoğraflar, sosyal medya paylaşımları ve tabii ki ‘gerçek tehdit' silahlı gruplar hakkında çok sayıda bilgi aktarılıyordu. Bereket değişik vilayetten gelen bu belgeleri okuyup özetliyor ve bu özetler Kriz Hücresi toplantılarında ele alınıyordu.
Uluslararası Adalet ve Hesap Sorulabilirlik Komisyonu Çalışmaları
2011 yılının Ekim ayında Uluslararası Adalet ve Hesap Sorulabilirlik Komisyonu kurucusu Bill Wiley, İngiliz hükümetinin kendisinden Suriye iç savaşında işlenen insan hakları ihlallerini belgelemesini istediği yönünde bir telefon alır. Bu çalışma kapsamında Suriyelilere ihlalleri belgeme yönünde eğitim verebileceği söylenir.
Kasım 2011'de İstanbul'a gelen Wiley, Suriyelilere savaş suçları davasında kullanılabilecek biçimde kendilerine ve halklarına karşı işlenen insan hakları ihlallerini belgeleme eğitimi verir.
Eğitim verilen Suriyelilerden öncelikle rejime ait belgeleri toplamalarını ve ülke dışına çıkarmalarını istenir. Elde edilen belgelere nereden ve ne zaman alındıklarına dair küçük notlar düşülmesi, üzerinde oynama yapılmaması gerektiği belirtilir.
Wiley, Suriyelilerin topladıkları belgelerin değerlendirilmesi için Avrupa'da siyasi analistler, müfettişler ve avukatlardan meydana gelen bir çalışma grubu oluşturur.
Çalışma grubunun incelediği belgeler çoğunlukla başkentten uzak güvenlik ve istihbarat birimlerine ait belgelerdir. Belgelerde emirlerin rejimin Merkezi Kriz İdaresi Hücresi tarafından verildiği görülmektedir.
Çalışma grubu belgelerdeki emir komuta zincirini tamamlamak için Hücre'nin toplantı görüşmelerinde tuttuğu notlara ihtiyaç duymaktadır. İşte bu noktada Abdülmecid Bereket işe dahil olur.
Chris Engels, 2014 yılında İstanbul'da yaşayan Bereket ile görüşür. İkili üç gün boyunca elde edilen resmi belgeler hakkında konuşur. Bereket, olaylar mahkemeye taşındığı zaman orijinal belgeleri kendileri ile paylaşabileceğini söyler.
Çalışma grubu Bereket'in elindeki belgeleri inceleyerek, rejim Hücresi ile merkezden uzak vilayetlerde güvenlik birimlerinin işledikleri suçlar arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışır.
Grubun belgeler üzerinde yaptığı çalışmalar görgü tanıkları ile desteklenir. Farklı vilayetlerden 250 Suriyeli görgü tanığı ile görüşmeler yapılarak belgelerde görülen resmi emirlerin sokaktaki yansımaları aranır.
Savaş Suçu Emirleri
5 Ağustos 2011 tarihinde, Merkezi Kriz Yönetimi Hücresi Şam'daki BAAS Partisi merkezinde toplanır. Protestoların başlamasının üzerinden beş ay geçmiştir. ‘Krizi ele almadaki lakaytlık' yüzünden protestolar çok sayıda vilayete yayılmıştır. İşte bu yüzden Hücre o gece, halkın ‘belirli bir grubunu' hedef alacak bir plan geliştirir: tüm güvenlik birimleri, protestoları düzenleyen ve yabancı medyada Suriye'nin itibarı zedeleyen insanlara karşı günlük saldırılar düzenlenecek; tüm alanlar muhalif aktivistlerden temizlenecek; gösterilerde gözaltına alınanları sorgulamak üzere tüm güvenlik birimlerinden temsilcilerin bulunduğu ortak sorgu komisyonları oluşturulacak; sorgulamalar sonucunda elde edilen bilgiler, ülke genelindeki güvenlik birimlerine gönderilerek yeni hedeflerin tanımlanmasında kullanılacak.
Emirlerin Uygulanması
Kriz Hücresi'nden çıkan emirler hiç gecikmeden vilayetlerde uygulamaya konuluyordu. Suriye'nin Deyrizor şehrinde göz altına alınan Hamada isimli bir gencin anlattıkları BAAS rejiminin sistematik bir biçimde savaş suçu işlediğini gösteriyordu:
“Güvenlik görevlileri beni kelepçeledikten sonra tişörtümü başıma geçirdiler. Nereye gittiğimize dair herhangi bir fikrim yoktu. Bütün yol boyunca durmadan ‘seni öldüreceğiz' diyorlardı.
Gittiğimiz yerde tüm kıyafetlerimi çıkarttılar. Dövdükten sonra, 40 kişinin bulunduğu 12 metre karelik bir hücreye attılar. Burada, ülkenin en kötü hapishanesi olarak bilinen Mezze Askeri Havaüssü'ndeki hapishanede olduğumuzu öğrendim.
İki hafta sonra tüm tutuklularla küçük bir hangara götürüldük. 40 adım uzunluğunda 20 adım genişliğinde bir yerdi. 170 kişi, elleri ayakları etrafında bağlanmış haldeydik, çenemiz dizimize değiyordu.
Pislikten çürüyecek gibiydik. Ne hava ne de ışık vardı. Yıkanamıyorduk. İçme suyu yoktu. Çoğu zaman tuvalet suyu içmek zorunda kalıyorduk. İnsanlar delirmek üzereydi. Akıllarını kaçıracaklardı”.
Hamada sorgu odasında yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:
“Benden Şam'da buluştuğum muhalifler hakkında bilgi istediler. Vermeyince işkence başladı. Önce sigara kullandılar. Ayaklarımda sigara söndürdüler. Üzerime su döküp elektrik verdiler. Yerden yüksek bir yere kelepçelenmiştim. Tüm ağırlık bileğime yükleniyordu. Kelepçelerin bileklerimi kestiğini hissediyordum. Yarım saatten fazla bu şekilde kaldım. Ben bağırdıkça bir asker gelip postalını ağzıma tıkıyordu”.
Hastane 601
Hamada, tutuklanmasının üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten ve sayısız işkenceye maruz kaldıktan sonra idrarından kan geldiğini söyledi. Bunun üzerine Esed'in sarayının bulunduğu Mezze Dağı'ndaki Hastane 601'e nakledildi.
Hamada, hastane hakkında “Burası hastane değil bir toplu katliamların yapıldığı bir mezbahaydı” diyor.
Hamada'nın bu hastanedeki yaşadıkları, Sezar takma ismiyle tanınan askeri polis memurunun Suriye dışına çıkartmayı başardığı yaklaşık 55 bin fotoğrafla desteklendi. Sezar ve arkadaşları Hastane 601'in morgunda ve deposunda bulunan maktullerin fotoğraflarını çekti. Çekilen fotoğraflar harici belleklere yüklendi.
Sezar, 2013 yılının Ağustos ayında bu harici bellekleri çorabına saklayarak Suriye'den çıkartmayı başardı.
Sezar'ın elde ettiği fotoğraflar ve Uluslararası Adalet ve Hesap Sorulabilirlik Komisyonu'nun çalışmaları bir araya getirdiğimizde şunu gördük ki savaş bitip suçlular adalet karşısına çıkartıldığında Nazi liderlerine suçlamak için kullanılan delillerden çok daha fazlasını BAAS rejimi suçlamak için kullanıyor olacağız.