Atom bombasının babası olarak anılan Robert Oppenheimer'ın hayatını anlatan "Oppenheimer" filmi vizyonda. Sosyal medyanın gündeminde ise bir mektup var. Filme ilham veren fizikçi Robert Oppenheimer'ın, 1962'de Türk fizikçi Feza Gürsey'e yazdığı mektup, kısa süre içerisinde sosyal medyanın en çok konuşulan konularından biri haline geldi.
Oppenheimer mektubunda şunları söylüyor:
"T.D.'den, gelecek yıl burada bir yılı karşılayabileceğinizi öğrendim. Umarım öyledir ve sizden haber aldığımda meslektaşlarıma danışacağım ve olumlu düşüncelerimizi kağıda dökeceğiz. Kısa süre sonra tekrar gelmeniz bana doğru geliyor."
20. yüzyılın önemli matematikçi ve teorik fizikçilerinden biri olarak kabul edili Feza Gürsey, 1971'den 1991'e kadar Yale Üniversitesi'nin Fizik Bölümü'nde görev yaptı. Temel parçacık fiziği alanında yaptığı önemli katkılar nedeniyle 19 Ocak 1977'de Sheldon Glashow ile birlikte Oppenheimer Ödülü'ne layık görüldü.
Bilim ve teknoloji dünyasında "nükleer bombanın babası" olarak anılan, Manhattan Projesi başkanlığını yapmış Amerikalı fizikçi ve üniversite profesörü Robert Oppenheimer, bilimsel ekibin önderliğini yaparak Los Alamos'ta nükleer silahların geliştirilmesine öncülük etti. bilimsel ekibin önderliğini yaparak Los Alamos'ta nükleer silahların geliştirilmesine öncülük etti. Proje sonunda 16 Temmuz 1945'te New Mexico'da gerçekleştirilen Trinity testi ile dünyanın ilk nükleer patlaması başarıyla gerçekleştirildi.
Ancak nükleer silahların kullanımının yarattığı etik ve siyasi tartışmalar nedeniyle, Oppenheimer'in güvenlik soruşturması sürecinde önceden yaptığı bazı siyasi ve sosyal aktiviteleri nedeniyle ABD hükümeti tarafından güvenilmez görüldü ve 1954'te gizli belgelere erişiminin kaldırılmasına karar verildi. Bu olay, Oppenheimer'in kariyerine ve yaşamına olumsuz bir etki yaptı.
Robert Oppenheimer, nükleer fizik alanında yaptığı önemli katkıları ve Manhattan Projesi'ndeki liderliği nedeniyle bilimsel dünyada ve tarihçiler arasında önemli bir figür olarak hatırlanıyor.
FEZA GÜRSEY KİMDİR
Feza Gürsey, 7 Nisan 1921'de İstanbul'da kimyager Remziye Hisar ve askeri doktor Reşit Gürsey'in çocuğu olarak dünyaya geldi.
Çapa Darülmuallimat'ın fen okuyan ilk kız öğrencilerinden Gürsey'in annesi Remziye Hisar, mezuniyetinin ardından çeşitli yerlerde öğretmenlik yaptı, daha sonra Paris'teki Sorbonne Üniversitesi'nde kimya dalında eğitim almaya başladı ve buradan doktorasını alan ilk Türk kadın oldu.
Gürsey'in babası Reşit Bey de askeri tıp eğitimini tamamladıktan sonra, matematik ve fizik alanındaki son gelişmeleri öğrenmek için Avrupa'ya gitti ve Türkiye'ye döndüğünde fizik öğretmenliği yaptı.
Çocukluk ve gençlik yılları anne ve babası tarafından sanat ve bilimin harmanlandığı bir ortamda geçen Gürsey'in, İstanbul'un aydın çevreleriyle küçük yaşlarda tanışmaya başlaması çok yönlü kişiliğinin ve sanata olan ilgisinin artmasına yol açtı.
Doktorasını 1950'de tamamladı
Gürsey, Galatasaray Lisesi'ndeki eğitimini 1940 yılında tamamladı ve aynı yıl girdiği İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik-Fizik Bölümü'nden 1944 yılında mezun oldu.
Milli Eğitim Bakanlığının yaptığı sınavı kazanarak İngiltere'ye giden Gürsey, burada Imperial College'da doktora yapmaya başladı. Gürsey, burada "Kuaterniyonların Alan Denklemlerine Uygulamaları" başlıklı tezini 1950 yılında bitirmesinin ardından doktora sonrası çalışmalarda bulundu.
Gürsey, 1951 yılında fizik asistanı olarak İstanbul Üniversitesi'nde çalışmaya başladı. 1952'te Süha Gürsey (Pamir) ile evlenen Gürsey'in 1954 yılında Yusuf adını verdikleri bir oğlu oldu.
Doçentlik ünvanını 1953'te alan Gürsey, sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde dönemin seçkin kuramsal fizik anabilim dallarından birini oluşturmak için çaba gösterdi. Yetkinliğini artırmak için 1957-1961 yılları arasında zaman zaman Brookhaven Ulusal Laboratuvarı'nda, Princeton ve Columbia Üniversitelerinde araştırmalar yapan Gürsey, bu dönemde çağdaş fiziğin devleriyle tanışma fırsatını buldu.
Gürsey, 1961'de katıldığı ODTÜ'de 1968-1969 yıllarında Teorik Fizik Bölümü Başkanlığı görevini üstlendi. Burada, kuantum elektrodinamiği konularında çalışmalara başlayan Gürsey, 1974 yılına kadar ODTÜ'de ve Yale Üniversitesi'nde dönüşümlü olarak öğretim üyeliği görevini sürdürdü.
Yale Üniversitesinde 1974'te kürsü başkanı olan Gürsey, 1977'de J. Willard Gibbs fizik profesörü ünvanını aldı ve 1990 yılına kadar çalışmalarını burada devam ettirdi.
Gürsey, Haziran 1981'de College de France'ta konuk profesör, Haziran 1986'da Academia di Lincei'de (Roma) konuk profesör olarak da görev yaptı.
Fizik çalışmalarına matematikle derinlik kattı
Teorik fizik alanındaki çalışmalarına matematiği de katarak derinlik kazandıran Gürsey, çalışmalarıyla Mach Prensibi, Atomaltı parçacıkların tasnifi gibi konularda katkıda bulundu. Gürsey, maddenin temel partikülleri alanında önemli adımlar atarken, bunun matematiğine inerek anlaşılmasını kolaylaştırdı.
Gürsey, evrende var olduğu söylenen simetri üzerinde yoğunlaştı. SU6 simetrisinin altında ne olduğu anlamak için çalıştı ve ulaştığı bulgular önemli teorilerin temelini attı.
Yayın sayısı 120'yi aşan Gürsey'in her bir makalesi teorik fizik alanında yankı uyandırdı. Grup teorisi hakkında yazdığı ders notları, Rusya'da standart ders kitabı olarak kullanıldı. Gürsey, TÜBİTAK'ın kuruluş yasasının hazırlanmasında da görev aldı.
Çalışmalarıyla hem Türkiye hem de dünya çapında bilim dünyasında adından söz ettiren Gürsey, TÜBİTAK Bilim Ödülü (1969), J.R. Oppenheimer Ödülü (1977), Einstein Madalyası (1979), College de France Madalyası (1981), İstanbul üniversitesi Onur Doktorası (1981), A.C.Morrison Ödülü, (1981), İtalya Commentadore Nişanı (1984), Wigner Madalyası (1986), Türk-Amerikan Bilimcileri ve Mühendisleri Derneği Seçkin Bilimci Ödülü (1989) Galatasaray Eğitim Vakfı Madalyası (1991) gibi birçok ödüle layık görüldü.
Gürsey, yaşadığı dönemde Citation Index'te çalışmaları en çok alıntılanan iki Türk fizikçiden biri olurken, Nobel Fizik Ödülü'ne 2 kez aday gösterildi.
Sanata da ilgi duydu
Bilime olduğu kadar sanata da ilgi duyan Gürsey, gençlik yıllarında şiirler yazdı. Resim sanatıyla da ilgilenen Gürsey, edebiyatla iç içe bir yaşam sürdü. Gürsey, bilimin sanattan ayrı sayısal bir olgu olarak algılanmasının çok yanlış bir yargı olduğunu savundu.
Gürsey, bir insanda bilimsel zeka sanatsallığın bir arada olabileceğinin büyük bir örneği olarak değerlendirilirken, insanların kafasında oluşan "bilim insanlarının sosyallikten, sanatsallıktan, duygulardan uzak olduğu" düşüncesini yıktı.
Yakalandığı kanser sonrasında 1990 yılında emekliye ayrılan Gürsey, 13 Nisan 1992'de Yale Hastanesi'ndeki tüm çabalara rağmen hayata gözlerini yumdu.
Boğaziçi Üniversitesi'nde adını alan Feza Gürsey Arşivi ve aynı üniversitedede çocuklara bilimi sevdirmek amacıyla kurulan Feza Gürsey Yaz Okulu bulunurken, TÜBİTAK'ta Feza Gürsey Konferans Salonu yer alıyor. Ankara'da Altınpark bünyesinde faaliyet gösteren Feza Gürsey Bilim Merkezi'nde öğrenciler eğlenceli bir ortamda bilimin temel prensiplerini öğrenme imkanı buluyor. Galatasaray Üniversitesi'nde de her yıl bilim dalında Feza Gürsey Ödülleri veriliyor. AA